Ekonomik kriz AKP iktidarını sallıyor. Ancak aynı karadayız. Bu deprem yönetenleri salladığı kadar muhalefeti de emekçi halkı da sallıyor. Büyük sarsıntıda iktidar yıkılmazsa artçıları direnenleri yıkabilir. Yani kavgada; her koşula, her yönüyle hazırlıklı olmak gerekiyor.
Bahsettiğimiz bu hazırlık, muhalefet içinde güncel olarak “değişim gerek” denilerek tarif ediliyor. Doğru ama tartışma eksik. “Muhalefet değişmeden iktidar değişmez” diyorlar. Bu da doğru ama yönsüz.
Konuyu iktidar, muhalefet ve emekçi halkın cephesinden anlamlandırmamız gerekiyor.
İktidarın sıkışmışlığı aşikar. Krizin içinde çırpınıyorlar. Ancak bu çırpınışların rüzgarı, emekçileri vuruyor. Sermayeyle anlaşmalarını bozamazlar. Bu yüzden patronların yararına ne varsa hayata geçirmeye çalışıyorlar. Girdikleri bu yolda neoliberal politikalardan geri dönemezler: Emekçilerin haklarına daha fazla saldıracaklar. İşçilerden ne keserlerse o patronların ve kendilerinin karı olacak. AKP bu adımları attıkça yoksullaşan halkla arasındaki uçurum büyüyor. Bu uçurumu Erdoğan dile getirmekten de artık çekinmiyor.
İktidar; yönettiği tüm mekanizmalarla, hala dayanabildiği savaş siyaseti ve milliyetçilikle, karşısında iktidara aday bir alternatifin olmamasıyla birlikte gücünü elinde tutuyor. Diğer eli ise bomboş. Sınıf çatışması iktidarın konumunu eritiyor. İşçilere, yani çoğunluğa bu kadar saldıran iktidarın esas kırılacağı yer burası olacak.
Sağ muhalefet, iktidarın zayıf noktasının üzerine gidemiyor. Çünkü onların da elini kolunu bağlayan düzen partileri olmaları. “Ekmek yok ama demokrasi var” sloganı muhalefeti yaşatmaya yetmiyor. “Değişim lazım ama…” cümlesinin sonunu bir türlü tamamlayamıyorlar ve tamamlayamayacaklar. “Cengiz Holding kötü, Koç Holding iyi” politikasını Koç’un kapısına dayanan TÜPRAŞ işçilerine nasıl anlatsınlar? Meselenin çatallandığı yer burası.
Sol muhalefet bu çatallanan yolun hep yanlış tarafına düşüyor. Üretim ilişkilerinin eleştirisini yapmaktan kaçanlar, düzen içi siyasete sıkışıyor. Evet sol da bir değişimin peşinde ama onun hedefi işçi sınıfının iktidarı değil. En fazla, daha demokratik bir cumhuriyet.
Muhalefet içinde süren değişim tartışması bu yüzden yönsüzdür. Aynı çemberin içine işaret koyanlar, dönüp dolaşıp aynı yerde kendini bulur. “Değişim” bile tek başına yetmez. O değişimin bir kökü olmalı: Devrimci değişim. Emekçi halka gereken budur.
Bu gidişat içinde ya kurtuluşun yolunu açacağız ya da büyüttükleri karanlığı seyredeceğiz. Çünkü değişim diye anlatılanın sonu, hep iyiye varacaktır diye bir kural yok. Kurtuluş için mücadele sorumluluğunu omzunda taşımaya aday tüm yoldaşlar, ancak çok küçük bir azınlıkla ittifak olabileceğimizi bilsin. Dayanağımız işçi sınıfı, işçi sınıfının dayanağı da biz olmalıyız.
Emekçiler açısından koşullar ağır olabilir. Mesailerden anca başını kaldırabilen emekçiler, şimdi ekmek kavgasında. Onlarla yan yana gelebilmek, partisiyle buluşturabilmek için imkanlar arıyoruz. İşçilerin vakti yok, parası yok. Bu engeli de önümüze çıkaran düzen. Ancak biz imkanları en zorlu koşullarda bile var etmek zorunluluğu içindeyiz.
Bugüne kadar işçi sınıfı kime sırtını dayadıysa ya patronlarla pazarlık masalarında satıldı ya da meclis sıralarında. İşçi sınıfı hakkında en çok konuşanlar, en fazla değişim anlatanlar siyasal olarak doğru bir hatta girmedikçe riyakarlıktan kaçamayacak.
Bugüne kadar anlatılan yalan vaatler, emekçi halkın bağrında küllendi. Biz hem o külleri temizlemekle hem de işçi sınıfının iktidarı fikrini köklendirecek bir yol açmakla sorumluyuz.