8 Mart itibariyle kamuoyunda açıkça dile getirilen kadın hareketindeki tartışmalar üzerine çeşitli yorumlar yapıldı. Kadın kurtuluş hareketi nasıl olmalı sorusuna verilen bir cevap herkesin feminizmi kendineyken bir diğeri toplumsallaşabilen feminizm, dünyanın tüm kadınları için örgütlü feminizm.

Küçük burjuva feministlerine, devrimci sosyalist kadınların yaptığı eleştiriler apolitik kavramlara sıkıştırılıyor. O kavramların neler olduğunu söyleyeyim; tartışmayı uç noktaya taşımak, kırıp dökmek, adap - kural tanımamak, tartışma ahlakının sınırlarını genişletmek, belden aşağı vurmak... Bir de bu tartışmalar sonucunda bireylerin psikolojik olarak etkilendiği çıkarımı var. Yani yine apolitik kavramlar bütününe ve hiçbir objektif yanı olmayan psikoloji çıkmazına gelmiş bulunmaktayız. 

Politik tartışma tüm mücadele edenler için imkandır, çeşitli hatalı eğilimlerin düzeltilmesi için fırsattır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerekir. Politik tartışmanın tarafı olunuyorsa argümanlarla konuşmak esastır. Tartışmadan kaçmak sadece eğilim değil tercihtir. Tutarlı bir fikre sahip olunmadığı için eller ve kollar karışıyor, argüman konuşmak yerine kırılan kalpleri konuşmaya başlıyoruz.

Sol hareketin tartışma alışkanlığının, kadın hareketine olumsuz bir şekilde taşındığı öne sürülüyor. Bu olumsuz değil, elbette tartışma alışkanlığı olmalı; buna sevinmek lazım. Mesela sol içinde yürütülen tartışmaların bazı sonuçları oldu. Solda sandıklara sığmayan bir seçim tartışması vardı. Gezi forumlarından itibaren başlayan bu tartışma birçok ortak zeminde tartışıldı. Seçim mücadelesinin önemini ısrarla dile getirenler, ortak zeminlerden ihraç bile edildi. Gelgelelim yıllar boyu sürdürülen ve önü açılan bu tartışma nihayetinde “Gezi sandığa sığmaz, seçimler önemli değildir” diyen herkes seçim mücadelesi yürütmeye başladı. Bununla da kalmadı, başka partilerden aday bile olundu. Bu örneği tartışmaların içinde olanlar çok iyi hatırlar. Kadın hareketine geldiğimizde ise “kadın cinayeti” kavramı bile çok sonradan kullanılmaya başlandı. Hala esas kavram “kadın katliamı, cins kırımı” denilerek manipüle edilmeye çalışılıyor. Ancak toplum doğru kavramı çoktan sahiplendi. Mücadele toplumsallaşıyor ve illerde vücut buluyor. Bu fikrimizin sınandığının ve doğru olduğunun göstergelerinden biridir - sınanacak yeni hedefler belirlemekten de geri durmuyoruz-. Bazı tartışmalar hiç “sevilmese” ve ısrarla reddedilse de hedef yerini buluyor, toplum gerçeğe ve doğruya sahip çıkıyor.

Bu yüzden tartışmaların sivrilmekten başka anlamı vardır. İdeolojik olarak hatalı gördüklerimizi dile getirmek görevimiz. “Olmayan tartışmalar” diyerek ortada duran politik ayrışmanın üzeri kapatılmaya çalışılıyor, böyle yaparak maddecilikle hiçbir şekilde bağ kurulamaz. Ortada en az iki farklı görüş varsa tartışma vardır. Tartışmalar hayat memat meselesidir. Tüm mücadele edenlere doğru hattı ve yöntemi anlatmak için çabalayanlar, bu tartışmaların genişlemesi için de çabalar. Patriyarkal düzene karşı her gün bir başka mücadele cephesi açanlar, bu düzeni yıkacak gücün ideolojik temeli olsun isterler, bu yüzden istiyoruz.

Barika-i hakikat müsademe-i efkardan çıkar. Böyle eski bir söz var. “Hakikatin ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar” diyor. Şu an ülkenin ve dünyanın başındaki bela, AKP ve ona benzeyen iktidarlardan oluşuyor. Sağ tartışmaktan kaçar, biatçılık gelenektir. Başka bir dünya isteyenlerin ütopyası ise evet; eşitlik, özgürlük, adalettir. Susanların değil konuşanların dünyasıdır. O yüzden farklı fikirleri dile getirmekten daha normal ne olabilir?

Özel alan politiktir, kadınların kurtuluşu için mücadele de

Özel alan politiktir. Çok doğru, örgütlü sosyalist feministler olarak böyle düşünüyor ve sahip çıkıyoruz. Bu konuda anlaşıyoruz. Yalnız buradaki kritik nokta şu; özel hayatın politikliği yani bireysel ilişkiler ve burada yaşanan sorunların her biri, her ayrıntısıyla yıllardan beri küçük burjuva feministleri tarafından olması gerektiği gibi tartışmaya açılırken kamusal alanın politikliğine sıra gelince neden herkes kırılgan? Kendi dünyasında herkes metalden ama konu milyonları ilgilendiren konuların tartışılmasına ve politik olarak taraflaştırılmasına gelinince camdan. 

Bu bir çelişkidir ve apaçık bir tutarsızlıktır. Politik olan gündemler özel hayata sıkıştırılamaz. Özel alan da kamusal alan da politiktir. İkisini birbirinden ayrılamaz, bütündür.

Düzen içi, günübirlik, örgütsüz bir kadın hareketi olması gerektiğini öne sürenler “hepimizin feminizmi kendimize” diyerek aslında bir özet çıkarıyor. Eleştirdiğimiz de bu. Ancak bu eleştiri “kibir” olarak görülüp politik alan dışında kalınmak isteniyor. Küçük burjuva feministlerini liberallikle, örgütsüz olmakla, kendine benzeyen kadınlarla bir arada olmak istemekle ve günübirlik bir mücadele biçimi yaratmakla eleştiriyoruz. Elbette eleştiren taraf olarak bu konumun argümanlarının neler olduğunu merak ediyoruz. Böyle bir konumda, aynılıklar içinde farklılık bulunamadığı için tartışma pratiği olmamasını anlıyorum ama işte hayat ki bunları herkesin önüne getiriyor.

Kim yapacak?

“Çok mu çok oluyoruz?” bir firmanın reklam sloganı. Ne satıyor? Pantolon, tişört, gömlek... Bir giyim firması için iddialı. Satmak için tabii iddialı olacak diyebiliriz. Konumuz da o, kapitalist bir şirket, reklam için iddiadan hiç kaçınmıyor. Derdi kâr.

Bu bir yanda dursun. Kapitalist bir şirketin bile en basitinden iddiasını konuşabiliyoruz ama konu bu düzene karşı olanların politikasına gelince iddialı olmak kötü bir şey olarak anılıyor. Hatta politik bir iddia öne sürmek “üstencilik” olarak tanımlanabiliyor. Üstencilik tanımlamasını masumane bulmayalım. Bu yıllar yılı marksistlere “büyük düşünme” diyenlerin tanımıdır. Kendi sınırların içinde kal, dünyayı değiştirmek bize mi kaldı diyenlerin tanımıdır. Hayatı istiyoruz demek o yüzden öyle kolay değil. Kapitalizm yıkılmadan kadınların kurtuluşu mümkün değildir diyenler olarak büyük düşüneceğiz, yarını kazanmak için bugün fikrimizin iddiasını sonuna kadar sürdüreceğiz.

Eğer ortada hedef varsa o hedefe varmak için bir siyaset öne sürülmesi gerekir. Kadın kurtuluş mücadelesinin önünü açmak için öne sürdüğümüz kadın cinayetlerini durdurma siyaseti bunun bir örneğidir. Siyaset öne sürmenin, onu toplumla ve kadınlarla buluşturmanın, örgütünü var etmenin ve kesintisiz mücadelenin başardıklarını deneyimledik. Bu 10 yıllık mücadelede kadınlar haklarını söke söke aldı. Ancak bitti demiyoruz, aynı dirençle daha da güçlenerek mücadeleye devam diyoruz. Kolay zafer bekleyenler, ilk yenilgide yıkılırlar. Zorlukları en baştan göğüsleyerek yola devam.

Deneyimlediklerinin devamını getirmek üzere sahnede olup “biz yaparız” diyenler yine apolitikçe hadsiz olarak adlandırılıyor. Tam aksine haddimizi öyle iyi biliyoruz ki bu dünyanın tüm kadınlarının kurtuluşu için örgütlü feminizmi her yerde var etmeye çalışıyoruz. Tüm ülke ve tüm dünya adına konuşma iddiasını, yalnızca bu dünyayı değiştirmeye, yönetmeye aday olanlar ileri sürebilir. Kadınların kurtuluş mücadelesinde de bu iddiayı taşıyanların devrimci sosyalist feministler olması tesadüf değil.

Mücadelede iddia ileri sürmek ya da sürmemek bilinçli bir tercihtir. Bu bilinçli tercih açığa çıksın. Çünkü kendi sorunlarını dile getirme düzeyinde kalıp ülke ve dünya çapında önünü görmeden yaşamaya çalışmak bir çıkmazdır. Bunun adı iddiasızlıktır. Evet iddiasız olmayı; tutarsız olmakla, apolitik olmakla, bir siyaset öne sürmemekle ve liberallikle güçlü bir bağı olan gerçek olarak ortaya koyuyorum.

Şunu eklemem gerekir; tartışmaların bir başka açıdan “kalabalıklığa” sıkıştırılmaya çalışılmasını doğru bulmuyorum. Kadınların kurtuluşu için sürekli bir iddiayı ileri sürmekten kaçanlar, hakları için meydanlara çıkan binlerce kadının örgütlü bir hareket olarak ilerlemesi için hiç çaba sarf etmediler. Kalabalıklık bir hegemonya değildir, onun politik fikirleri ve politik birliği esas olandır. Herkesin feminizmi kendine diye diye politik birlik var edemeyenler, şimdi kitlelerin gücüne sırtını dayamaya çalışmasın.

*

Bir de üzerine çokça konuşulan kadın dayanışması hakkında ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Politik bir tartışma ileri sürmek; kadın dayanışmasını bölmek, kadınları ayrıştırmak ve eleştirilenleri dışlamak olarak tanımlanabiliyor. Eleştirilerin birebir muhatabı olanlar, bunu böyle tanımlayarak esasın üzerini örtme ve manipüle etme yöntemine başvuruyor. Örgütlü sosyalist feminist mücadelenin tarafı olarak eleştirilerimiz, hakları için her fırsatta meydanları dolduran, devletin baskısına rağmen meydanları terk etmeyen kadınlara değil küçük burjuva feminizminin sürdürücülerine ve hiçbir fikri üretim ortaya koymadan onun peşine takılan solcu kadınlara. Konuyu buraya sıkıştırmak ve daraltmak politik tartışmadan kaçmanın yolu; eleştirilenler bunu iyi biliyorlar.

Binlerce farklı fikirden kadınla aynı eylem alanında, aynı toplantıda, aynı standın başında, aynı adliye koridorunda bekleyenler olarak ortaya çıkarmak istediğimiz doğru politik hattır. Bu doğru politik hattı savunanlar ve savunmayanlar arasındaki ayrışma, altını çizmek isterim ki duygusal değildir. Mücadeleye her fikirden kadının katılmasını imkansızlaştıran, ortaya “arkadaşlar grubundan” ileri bir araya geliş sunamayan küçük burjuva feminizmidir. Beyaz saçlı kadınların birincil yöneten olduğu değil (bu tanımı kendisi için kullananlar var) herkesin eşit özne olduğu, gençlerin koşturacak elemanlar değil öncü olabildiği, her fikirden kadının bir politik hat etrafında ülke çapında yürüttüğü mücadele örgütlü feminizmin başarısıdır. Bunları açık açık dile getirmek kadın dayanışmasını bölmez, doğruların önünü açar. Bu aynı zamanda, nasıl bir mücadelenin içinde olmalıyım sorusuna yanıt arayan kadınlara, mücadeleye katılma çağrısıdır.

Patriyarkaya karşı kadınların hayatlarıyla verdiği mücadele “zıvanadan çıkıyoruz, deliriyoruz” kadar basit değildir. Kadın mücadelesinin zapt edilemez olduğu doğrudur, tüm ezilen ve sömürülenlerin mücadelesinin zapt edilemez olduğu gibi. Politik bir hedefi olanlar, tüm dünyanın eşitliğe kavuşması için nihai hedefine yürüyenler zapt edilemezler. Kendi içine kapanan, apolitikliği seçen taraflar bu zorlu mücadele hayatının içinde tutunacakları tek bir ideolojik temel olmadığı için barınamazlar.

Nerede o hegemonya savaşları?

Hegemonya denince liberaller bunu lanetleyerek ortamdan uzaklaşmak istiyor. Hayatlarında hiçbir zorluğa örgütlü olarak yanıt vermedikleri ve uğruna gerçekten savaşacakları bir ideolojileri olmadığı için “hegemonya savaşı” deyip politik tartışmaların üstünden geçmek kolay oluyor.

Kapitalizmin “hegemonyası” altında milyonların sömürüldüğü, sınırlarda insanların öldürüldüğü bir düzen liberallerin bu kadar zoruna gitmiyor. Özel mülkiyet tartışmasını masaya koyarak kapitalizme karşı yürütülen siyasetin sesi oldukça cılız. Liberallerden böyle bir şey beklemiyorum tabi, yanlış anlaşılmasın. Ancak solculuk iddiasında olanların bu hegemonyayı gündem etmeden kadın hareketindeki tartışmaları hegemonya savaşı olarak tanımlaması elbette yine tutarsızlık. Kadınların kurtuluşu için patriyarkanın hegemonyasını konuşacaksak da buna karşı mücadele biçiminin ne olması gerektiğini tartışmaktayız.

Eleştirilen küçük burjuva feminizminin karşısında örgütlü bir feminist hareket yaratılmış durumda. Daha da nasıl ilerlemeli, onun yol ve yöntemlerini arıyoruz. O yüzden beğenmeyen alternatifini yaratsın bölümünü geçmiş bulunmaktayız.

Bir siyasal fikrin kazanması -eğer toplumsal bir ilerlemenin peşindeysen- yeni örnekleri beraberinde getirir. Kadın kurtuluş mücadelesinin de bireycilikten sıyrılarak örgütlü bir harekete dönüşmesi ve bunun ülkede herkesin sahip çıktığı bir harekete dönüşmesi büyük bir öneme sahip. Neoliberalizmin tüm bireysel kurtuluşçuluk yalanlarına rağmen örgütlü mücadeleye sarılan binlerce kadının hareketi çok büyük bir öneme sahip.

Politik gerçekler her açıdan bunu ispatlıyorken öncülüğün pazarlık konusu olarak ileri sürülmesi afaki kalıyor. Hangi fikrin mührünün kimin elinde olduğunu tartışmaya açabiliriz elbette ancak maddi gerçekleri görerek. Devrimci sosyalist feminizm bayrağı kimin elinde? Liberalizm bayrağı kimin elinde?

Bu soruların cevabını, bu yazıyı okuyan herkes verebilir.