“Acil taleplerimiz” diye bir söz var. Canı gönülden kabul ediliyor. Çok beğeniliyor. Tekrar edilmekten anlamsız hale gelmiş artık. Mevcut hükümete “üzülme sen bunu çabuk halledersin” mi diyoruz emin değilim. “Biz çok sıkıştık ve bu çok çabuk halledilsin” diyoruzdur belki de.

Doğruyu söylemek gerekirse, ben bu sosyalizm mücadelesine, sorunlar kapitalizm koşullarında çözülemez diye girmiştim. Her sorun var olan sistem içinde çözülebilecekse eğer kendimizi neden bu kadar büyük bir kapsamın içine soktuk bilemiyorum.

Sakin sakin ve zorlayıcı olarak istediklerimiz ve hatta “bunu ancak biz hallederiz, çekilin önümüzden” diyeceklerimiz yok mu hiç? Talepler, hep acil ve mutlaka “uygulanabilir” olacak onu öğrendik. Bunun ötesini aklımızdan ucundan bile geçirmiyoruz. Düşünüyorum üzerine. Sanırım sol, hükümetin hayata geçiremeyeceği bir işi ileri sürmeyi en kibar deyimle “gerçekçi” bulmuyor. Hükümetin yapamayacağı işleri söylersek ne olmuş oluruz başka? Maksimalist mi oluruz, aman ha. Belki de sol sapma oluruz.

Aslında ne eksik?

Kapitalizmi aşan hedef eksik. Zaten hedef değil “talepten” bahsediyor sol.

Talep eden belli. O biz oluyoruz, mesela emekçiler. Kimden talep ediyoruz? Ezeli ve ebedi hale getirdiğimiz yönetim aygıtından. Roller belli ve hiç değişmiyor ve hiç değişmeyecek. “Biz Geziciyiz siz gidici” şiarının hiçbir hükmü yok. Onların kalıcı olduğu fikri solun üzerine karabasan gibi çökmüş.

Hep talep olduğu için, yapılması gereken işleri gerçekleştirecek olumlu bir özne de yok. Yani gaipten gelen bir ses var, talepte bulunacaksan eğer. İşçi sınıfı talep edebilir ama ben yapacağım diyemez. Buraya gelmiş olmamız şaşırtıcı gerçekten.

Bu yolu tutturan arkadaşlara radikallik konusunda diyecek bir sözüm yok. Kesinlikle iyi niyetliler. Genel olarak radikaller. Ama niyet neydi akıbet ne oldu denebilir.

Radikallik nedense “kim yapacak?” konusunda işlemiyor. Hadi diyelim ki işçi sınıfının yapacağı bir hamleden bahsedildi, onun asla bir politik cihazı yok. İktidar organı, sovyeti, hükümeti yok. Çünkü sol talep edebiliyor ama iktidara gelebileceğini hayal edemiyor. Adetimiz çürüsün, adet böyle.

Ara sıra AKP’nin ekonomi alanında günü kurtarma derdinde olduğu söyleniyor. Bu eleştiri çok yerinde ama bu eleştirinin aynısı sol için de geçerli. AKP ve sola kalsa hayat sürekli günü kurtararak devam edebilir. Hiçbir sorun çıkmaz. Sol acil taleplerimizi dile getirir, AKP de bunu karşılar, olur ve biter. Ver gülüm, al gülüm.

Ne kendini göstermeli artık?

Topluma ilan ettiğimiz olumlu hedef maddeleri listesi. Denenmemiş olabilir, farklı olabilir ve aykırı olabilir. Hiç sorun değil. “Bir şeyler yapmaya çalışıyoruz işte” çizgisinden çıkmalıyız. Olumlu hedeflerimiz kesinlikle şu anki sistemi aşabilir ve aşmalıdır. Bu işi şu anki yönetim yapamaz demek bizim derdimiz olamaz. Biz zaten halihazırdaki yönetimin ve sistemin değişmesini istiyoruz. Her yaptığımız hücum, herkese bunu hatırlatmalı. Sistemi aşan hedeflerimizi ortaya koymanın kötü bir toplumsal psikoloji yaratacağı varsayımının, devrimcilik denilen mevhumla bir gram alakası yok.

Bir, sisteme ve rejime sığmayan hedeflerimizi her fırsatta söylemeliyiz. Tabii ki sığmaz.

İki, bu hedeflerimize hangi tarihsel öznenin hareketiyle ulaşacağımızı anlatmalıyız. Başka türlü “devrimci işçi sınıfının” somut varlığını ortaya koymuş olamayız. Konuyu yalnızca işçi sınıfının devrimci özne oluşundan açmamız da yeterli gelmeyecek. İşçi sınıfının bir gelecek tasavvuru varsa, o gelecek için savaşacak siyasi organları da kendini göstermeli. İşçi, emekçi özyönetimleri ve işçi, emekçi hükümeti bu organlardır.

Bunları ifade etmeden yürütülecek faaliyet, o şarkıdaki “bir şey yapmalı” faaliyetidir. Sürekli bu hatta olmak, düzen kuvvetlerine karşı “makulüz” mesajı vermek manasına gelir. Meydan okumalıyız ve çizmeyi aşacağımızı ilan etmeliyiz. İşçi sınıfına moral, cesaret ve güç kazandıracak politik tarz budur.

Yoldaşlar çoğunlukla cesur olmadıkları için değil, anlattığım metodun işe yaramayacağını hesap ettikleri için böyle yapıyorlar. Ama böyle gelmiş böyle gitmez. Şeytanın bacağını en sonunda kırmış olmalıyız. Başka türlü başlayamayız. Oysaki başlamak en önemli atağımız sayılabilir. Güya ilerde oluşacak olan “gücü” beklemeden başlamalıyız. Politik güç sakince arkamıza yaslanarak yaratılmaz.

Sonraki zamanlarda oluşacak güç; politik hedefleri, tarihsel öznesi ve iktidar organları yerli yerine oturtulmuş bir topyekun hücumu başlatmakla yaratılabilir ancak.

Politik programatik hedefler kısa, somut, az sayıda olmalı ve “talep-dilek” gibi anılmamalı. Mevcut iktidar hiçe sayılmalıdır her fırsatta. Mesele sözcülerimizin bu talepleri her çıktığı kürsüde kolaylıkla söyleyebilir olma, olamama meselesidir. Olmak ya da olmamak, bütün mesele bu. Sözcülerimiz bir kürsüye çıktığında ve işçi sınıfına seslenebildiğinde biteviye kararlılık bildirmek ve kendini övmek yerine hedeflerimizi anlatmalı. Hemen oracıkta, ayaküstü ve kısacık. Lenin’in izah ettiği anlamda ajitasyon budur ve tek çaremizdir.

Sadece hedefleri söylemek yeterli değil, bu hedeflere ulaşmak üzere hangi tarihsel öznenin müttefikleriyle birlikte hamleler yapacağı ilan edilmeli. Öznesiz mücadele olmaz. Özne işçi sınıfıdır. Öznenin adını dağa taşa yazmadan, özne olma bilinci oluşmaz. O nedenle oluşmuyor.

Sermaye sınıfına karşı mücadele silahlarıyla kuşanmış olmalıyız. Evet, hedeflere ulaşma mücadelesini işçi sınıfı verecek ama bu, toplumu yeniden düzenleyebileceği bir araçla yani kendi hükümet organı sayesinde mümkün olabilir.

Sol hedef söyleyemiyor, devrimci özne ve düzenleyici iktidar organı ileri süremiyor.
Çok yenik düştüğü için ve bu hâletiruhiyeden çıkamadığı için.
Yüzüne soğuk suyu çarpmak ve silkinip çıkmak zorunda.