DİSK 16. genel kurulu için toplanıyor. Hamaset dolu değerlendirmeler yapılacak, çok çok eski tarihe göndermelerle şanlanılacak, kürsü başında sermaye sınıfı en ama en gür sesle yerle yeksan edilecek. Ve sonra başkan ve yönetim belirlenecek.

Bu baygın seramoni ne yazık ki işçi sınıfı mücadelesinin en önemli kurumlarından biri olagelmiş DİSK genel kurulunda yaşanacak. Aslında artık yine ne yazık ki o önemli konumu da yavaş yavaş kaybettiğini söylemek yanlış olmayacak.

DİSK’le ilgili yanlışları dile getirirken başka tartışmalardan farklı olarak daha hassas olmaya özen göstermek gerekiyor. Çünkü işçi sınıfının öncüleri hala fabrikalarda, işyerlerinde, atölyelerde DİSK çatısı altındaki sendikaları örgütlemeye, işçi sınıfının birliğini, mücadelesini korumaya ve geliştirmeye çalışıyor. Ne olursa olsun işçi sınıfının birliği ve yarattığı örgütler kıymetini bu sebeple hala koruyor.

Ancak eğer biz kendimiz kendi örgütlerimizdeki hataların üzerini örtersek, değerlendirmezsek, eleştirmezsek bizim örgütlerimiz de tıpkı düzen için çalışan sarı sendikaların akıbetine uğrayacaktır. Dost acı söyler diyerek kendi örgütlerimizle ilgili gereken eleştirileri yapmak zorundayız.

DİSK hala işçi sınıfı için önemli dedik. Dile kolay. İşçi sınıfı emekle, kanla, gözyaşıyla DİSK’i var etti. DİSK denilince işçilerin aklına hala sol geliyor, mücadeleci sendikacılık geliyor. Bu değerler kolay oluşmadı, kolay kazanılmadı. Ama şunu görelim ki kolayca kaybedilebiliyor.

Kısaca söylersek DİSK’i şu an yöneten sendikal anlayış bu sonuçtan sorumludur. Hemen savunmaya geçilmesine gerek yok. Bu ülkede herkes rejime karşı ama her karşı olan da artık rejimin karakteristik özelliklerini taşıyor. Biri bir eleştiri mi yaptı? Kesin dış güçlerle beraber çalışıyordur. Biri bir yanlışı mı dile getirdi? Kesin çekemediğinden yazmıştır, söylemiştir. Sanılanın aksine sadece o koltuklarda kim oturuyorsa o sebeple elbette onlar eleştiriliyor.

Peki ortada bir sorun olduğunda anlaşıyor muyuz acaba? Bence o konuda da anlaşamıyoruz. Birileri hala bugünde bulamadığı başarı hikayelerini geçmişte, tarihte bulup çıkararak ısıtıp ısıtıp işçi sınıfının önüne getiriyorsa bu sorunların örtülmeye çalışıldığını gösterir. DİSK’in tarihi konusunda hepimiz fikir sahibiyiz zaten. Geçmişte o tarihi yaratmak için çok çalışıldı, çok uğraşıldı. Ama bugünün deneyimlerini o tarihin arkasına gizlenerek mi yaratacağız?

Sorunların var olduğunda anlaşamıyoruz dedik. Nasıl mı? Örneğin metal iş kolunda imzalanan TİS sözleşmesinden işçiler dışında tüm yöneticiler memnuniyetlerini en yüksek sesle dile getiriyorlar. Gerçekten memnun olmalı mıyız? Mücadeleci işçilerin var ettikleri sendika şubesi tam greve giderken yönetim kararıyla nasıl bölünebiliyor, atama yapılabiliyor? Yapılabilir mi? CHP belediyelerinin önlerinde işçiler direniyorken veya yönetimdeki anlayışa eleştirel tutum alan sendikaların, üyelerin yürüttüğü direnişler neye göre yok sayılıyor, neye dayanarak sahiplenilmiyor, ziyaret dahi edilmiyor? Bunlar sorun olarak görülmemeli mi? DİSK bir konfederasyonsa çatısı altındaki sendikaların hataları onu bağlamaz mı? İşte bunlar herkesin dile getirdiği, işçilerin arasında uğultuyla konuşulan sorunlar. Bunlar nasıl sorun olarak kabul edilmez anlamak mümkün değil.

Peki neden DİSK’te kimse kimseyi eleştirmez? Tekrar ediyorum. Bizim kamuoyunda duymadığımız, okumadığımız, sessiz sessiz kapı arasında, kulaktan kulağa yapılan fiskosları eleştiri olarak kabul edemeyiz. Kurullarda değerlendirmelere yansıyan, medyada yer alabilen eleştirilerden bahsediyorum. Neden yok? Yok, çünkü tıpkı siyasal rejim gibi DİSK’e sinen sendikal anlayış da maalesef çoğunlukçudur. Yani çok üyesi olanın dediği olur, geriye kalanlar dikkate alınmaz. Belki bu başlarda böyle değildi, ancak uzun yıllardır süregelen bu dengesizlik DİSK’in olması beklenen çoksesli, birbirini eleştirebilen yapısını tamamen ortadan kaldırmış görünüyor.

DİSK’te hakim eğilim en çok hangi iş kolunda örgütlü? 171 bin 478 üyesi olan DİSK’in yüzde 51’i belediyelerde örgütlü olan Genel-İş sendikasına üye işçilerden oluşuyor. Haliyle en çok da CHP’li belediyelerde örgütlü. Belediyelerde örgütlenme fabrikalarda örgütlenmeye pek benzemiyor. Hangi parti belediyeyi aldıysa o partiye yakın sendika belediyede örgütlü hale getiriliyor. Ama bu anlaşmalı örgütlenmenin bedeli işçiden yana tavır almakta zorlanan sendikacıların gelişmesinin önünün açılması oluyor. CHP belediyelerinden işten çıkarmalar oluyor, kapı önlerinde işçiler direniyor ne Genel-İş başkanı ne de DİSK genel başkanı bir kere olsun bu direnişleri ziyaret dahi etmiyor. Bunun izahı bu iş kolundaki örgütlenme biçiminde saklı.

Elbetteki bu böyle olmak zorunda değil. Ama farklı bir yaklaşım şu ana kadar sergilememek tercih edildi.

Diğer bir belirleyen ülkenin içinden geçtiği olağanüstü siyasi ve ekonomik koşullar elbette. Mücadele çetin. Herkesin malumu zor şartlar altında mücadelenin hakkı verilmeye çalışılıyor. Bu “zor yıllar” içerisinde siyasi iktidara karşı olanların birlikte hareket etmesi, demokrasi ittifakı kurması çeşitli yollardan geçerek benimsendi. Benimsenen bir diğer anlayış ise “birlik olsun çamurdan olsun” anlayışı oldu. Her koşulda “aman ittifakımız bozulmasın” anlayışı da beraberinde benimsendi. Bu anlayış her yere yayıldı. Her konuda bir denge, bir vasat aranır oldu. Neredeyse hiç bir mesele “üzerine gidilerek” çözülemiyor. Birlik ile teklik karıştırılıyor.

Birlik kavramı işçi sınıfı için de hayati önemdedir elbette. Ama bu konfederasyonlarda, sendikalarda üyeler farklı görüşleri tartışmayacak, farklı tutum sergileyemeyecek, herkes birbirine tabi olacak demek değildir. Sendikal düzeyde birlik demek farklılıklarla birlikte ortak hedefe doğru hareket etmek demektir. Her durumda ilkesiz, vasat, uzlaşmacı davranmak birlik oluşturmanın gerek şartı değildir. Zaten hepimiz “uzlaşmaz çelişkiden” yola çıkmamışmıydık? Bu “uysal birlikçilik” sınıf mücadelesine hiç yakışmıyor.

Sonuç olarak genel kurul bu tartışmaları pek gündemine almayacak olsa da bizim gündemimizde bunların olduğunu ilan edelim. Bunlar aslında mücadelenin unutturulmak istense de abecesidir.

Bununla birlikte 2018’de ekonomik kriz etkilerinini göstermeye başladığında “Üretenlerin Örgütlü Gücü Ekonomik Krizler Yaşatan Gidişata El Koyacak” diyerek kriz karşısında geri çekilmeyi değil ileriye atılmayı program haline getirmeye çalışmıştık. Bu yolda yürümeye devam ediyoruz.

Uzlaşmacılar kriz günlerinde ödemeyecekleri faturaların hesaplarını yapar dururlar. İşçi sınıfı dünkü çocuk değil. Tarihten esas o şanını, şerefini taşır getirir. Bu düzenle kapışmayı da, düzeni kökünden sarsmayı da nesilden nesile aktararak öğrenir, öğretir. 

Ekonomik krizin finali sermaye sınıfının masalarında imzalanan TİS’ler değildi, yanılmayalım. Umutsuzların anlattıklarının aksine işçi sınıfı kriz koşullarını yenilgiler yaşayarak da geçirmiyor. Bugüne kadar bir enkaz haline gelmiş sendikal hareketin içerisinden öğrene öğrene ayağa kalkıyor. O umutsuzlar diyecekler ki hani nerede? Uzaklara bakmaya gerek yok. Sendikal bürokrasinin sıkı sıkıya sarıldıkları koltukların sallantısında onları görebilirler. Ekonomik ve siyasi kriz bitmedi, tüm dünyada derinleşerek devam edecek. İşçi sınıfı nihai mücadelesini kazanabilmek için sadece kendi gücüne güvenerek, denetimini eline aldığı sendikalarıyla, komiteleriye, partisiyle hazırlanmaya devam edecek.

Üreten işçi sınıfıdır, yöneten de o olacak. Her yerde.