2019’a doğru giderken muhalefetin nasıl bir yol izleyeceğine dair tartışmaya devam ediyoruz. Bir yorum, seçimlere gereken önemi vermeyi diğer yorum ise seçimlerin gelinen aşamada önemli sayılamayacağını iddia ediyor.
Seçimlere mesafeyle yaklaşan yorumun benimsenmesi mümkün değil. Son anda yapılacak bir boykot çağrısı dahil olmak üzere her ihtimale hazırlık yapılabilir. Ama “Seçimle olmaz bu işler” anlatımı durağanlık dışında hiçbir şey, hiçbir hazırlık anlatmıyor.
Herkesin bildiği gibi seçimle olamayacak olan siyasal dönüşüm daha kısa bir yoldan da olamayacak demektir. Seçimler ise kimseyi çıktığı uzun yoldan alıkoymuyor zaten. Sadece seçim siyasal gerçekliğini kavramak zorundayız hepsi bu.
Tercihimiz ne yönde olursa olsun bir seçim siyaseti belirlenmesi gerekir. Tüm toplumun alabildiğine siyasallaştığı günlere hazırlıksız yakalanıp sürekli durağanlıktan, zayıflıktan, pasiflikten yakınmanın alemi yok. Şartların mermer gibi sert olduğunu ispat edenlere de madalya verilmiyor. Tam tersine eğer siyasal imkanları keşfedebilirsek hep birlikte bahtiyar olacağız.
*
Seçimlere mesafe koymamalıyız demekle de elbette her şey çözülmüyor. Kaygıyla bakanlara da hak vermemek elde değil. Bu çelişkiyi dikkate alarak yine de seçim siyaseti belirlemeye çalışmak gerekiyor. Bu süreçte belirsizlikler hep sürecek. Biz en iyi adımı atmak için beklerken karşı adımlar hızla atılacak. Tıpkı 7 Haziran sonrasında olduğu gibi. Bu yüzden olayların belirmesini beklemek, garantici davranmak bu süreçte lüks olur.
Öncelikli hedefimiz tek adam diktasından bir an önce kurtulmak. Seçimler bu hedef doğrultusundaki tarihleri şu an için belli olan siyasal mücadele anları. Ancak hem içeride hem de dışarıda bir çok gelişme yaşanacak. Seçim anlarından başka zamanlarda da diktadan kurtulmak için birçok fırsat da ortaya çıkabilir tam tersi de geçerli olabilir.
Bunun dışında her şey yolunda gitse bile, 7 Haziran 2015’ten bu yana seçimler, saray rejimi için kendi lehine olmadığında yok sayılabilecek veya manipüle edilebilecek süreçler olarak görüldüğü de hak verilmesi gereken diğer bir gerçek.
Hiçbir şey olmayacakmış gibi safça hareket edemeyiz. Bu doğru. Tam da bu sebeplerle seçimleri de içeren her ihtimale iyi hazırlanmak zorundayız.
Yok böyle değil, seçimlere hazırlanmak bile boş çaba diyorsak o zaman şu an süre giden siyasi partilerin veya derneklerin genel kurullarının, kongrelerinin, konferans süreçlerinin derhal durması da gerekir. Yok onlar devam ediyorsa, seçimlerin kesinkes olamayacağı bir ülkede bu örgütlenmeler bu toplantılarla neye hazırlanıyor olabilirler dersiniz?
Diğer taraftan seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, genel başkanlar tutuklu yargılanırken, hüküm giyerken, belediyelere kayyumlar atanırken, başkanları görevden alınırken, yasama organı zımnen ilga edilip KHK’lar ile yasama ve yürütme faaliyeti sürdürülüyorken, daha üstüne sayfalar dolusu yazılabilecek hukuksuzluk, usulsüzlük, haksızlık söz konusuyken CHP ve HDP Meclisteki çalışmalara katılmaya devam ediyor. Meclisten çekilmek söz konusu dahi edilmiyor.
Görünen o ki, saray rejiminin dayattığı olağanüstülüğe karşı, birçok yazarın bahsettiği ama bahseden yazarların kendilerinin bile şahsen uygulamadığı olağanüstü muhalefet etme biçimlerinin adı bile hiçbir yerde geçmiyor. En yüksek muhalefet biçimini hala valiliğin gösterdiği yerlerdeki protestolar oluşturuyor.
Bu bir yerlerden bir şeyler bekleyen muhalefet etme, bekleyerek direnme hali hızla geride bırakılmalıdır. Halk deyimiyle tırnağımız varsa kafamızı kaşımalıyız. Eğer bir seçim takvimi de varsa, eğer hiç kimse seçimlerle ilgili örgütsel pozisyonunu değiştirmediyse, çok da net kararlar alamıyorsak, seçimi de içeren çok ihtimalli bir mücadeleye hazırlanmak gerekir.
*
Seçim mücadelesi başlı başına 2019 mücadelesidir. Tüm yaşanan siyasal çalkantıyı olumlu veya olumsuz sonuçlandıracak tarih 2019’dur. Bugünkü OHAL koşullarının kalıcı hale geleceği tarih de 2019’dur.
2019’a kadar yürütülecek mücadele bir yönüyle ele alınıp diğer yönleri ihmal edilemez. Çok açık ki mücadelenin içerisindeki hiçbir kesime de havale edilemez.
Mesela muhalefetin en büyük parçası CHP tek başına tüm bu süreci göğüsleyebilir mi? Referandum sonuçlarını koruyabildi mi? Ankara’da, Üsküdar’da yerel seçim sonuçlarında dik durabildi mi? Bu sorulara olumsuz yanıtlar veriyorsak kimseye havale etmeden hep birlikte bir yerden başlamamız gerekir.
*
Şu an bırakın başkanlık ve yerel seçimleri CHP İstanbul il başkanı seçimi bile hayati önemde. O kadar kritik görülüyor ki Erdoğan son grup konuşmasının üçte ikisini Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesine ayırabiliyor. Saray hiçbir ihtimali boş vermiyor.
Bizim tarafımızdan da panelleri, kahvaltıları, yemekleri bir kenara bırakıp seçimlerdeki, kongrelerdeki, meclislerdeki mücadeleleri dikkate almak gerekir. Aylardır CHP içerisinde yürüyen kongre süreci önemli bir demokratik mücadele örneğidir. Orada mücadele eden delegelerin hepsi belediye ihaleleri için mücadele etmediler. Ana muhalefet partisi biraz daha solda dursun diye de mücadele ettiler.
Diğer taraftan kongrede daha soldan birinin seçilmesine herkes ne çok sevindi. Ne kadar çok uğraşıldı, az mı engel aşıldı, az mı zorlukla karşılaşıldı? Ama sonunda sevindirici bir gelişme yaşandı. Bu sonucu CHP’deki gruplar ve delegeleri var etti. 2019 sürecini daha büyük ölçekli bir kongre olarak düşünürsek sol da en azından haftalardır yersiz yere dalga geçilen o delegeler kadar siyasal ve dirayetli olmayı başarmalıdır.
Eğer dikta rejimini devirmek istiyorsak o zaman daha birçok karmaşık siyasal süreç bizleri bekliyor demektir. Sevdiğimiz bir süreci seçip, diğer süreçleri ihmal edemeyiz. Hangi şart olursa olsun toplumun ilgilendiği siyasal süreçler en başta bizi ilgilendirir. İlgilendirmekle birlikte çok çalışmamızı, parlak politik hamleler öne sürmemizi gerektirir. Elbette direne direne kazanacağız. Ama nasıl sorusunu soran milyonlara da ikna edici cevaplar vermemiz gerekir. Biz milyonların sorularını hesaba katmazsak milyonlar başkalarının hesabına katılır.
2019 sürecinin birbirine bağlı üç halkası
2019’da veya öncesinde bu karanlık gidişatı durdurabilmek için en az üç halkaya aynı anda tüm gücümüzle asılmamız gerekir. Mücadele edilecek bu üç halkayı şöyle özetleyebiliriz: Seçimlerin yapılması için gerekli asgari demokratik zemin, seçim güvenliği ve seçim tavrı. Bu üç halka birbirine ikame edilemez, birbiriyle karşıtlanamaz. Üçü birlikte koordine edilebilir. Meclislerde örgütlenecek olan milyonlar dışında da kimseye havale edilemez.
Her üçü de birbirinden zor, karışık ve örgütlenilmesi gereken süreçler. Eğer gerçekten örgütlü bir karşı koyuş planlıyorsak çay, kahve örgütlenmelerini yavaşça bir kenara bırakıp bu siyasal süreçler üzerinden örgütlü hale gelebiliriz. Yeni olan durum; saydığımız bu üç halkadan herhangi birisi bu sefer ihmal etmememiz gerektiğidir. Böyle bir koordinasyonu meclis işleyişi zemininde başarırsak ülke çapında 2019’a kadar geçecek olan çetin sürece karşı çetin bir mücadele yürütebiliriz. Öteki türlü ne yazık ki ya kuru bir ajitasyon ya da hüzünlü bir ağıt ortalığı kaplayıverecektir.
Birinci Halka: Demokratik Seçim Koşulları için Mücadele
Var olan OHAL koşulları bırakalım seçimi, siyasal mücadele yürütmeyi bile zorlaştırıyor. Ama 16 Nisan referandumunun OHAL koşullarında yapıldığı da bir gerçek. Hatta devletin tüm imkanlarının seferber edilmesine rağmen saray ancak aleni oy hırsızlığına başvurarak sonucu lehine ilan edebildi.
Rejimin, OHAL ve KHK’lar yoluyla dilediği kararı alabilmesine olanak tanıması, yarattığı baskı ortamından daha büyük bir sorun alanını oluşturuyor. Gerçekten kaybetmeye yaklaşınca, akla gelmedik KHK’larla seçim sürecini akamate uğratabilmesinin bu şartlarda ne yazık ki önü açık.
Burada görmemiz gereken şey ise seçim sürecini akamete uğratabilmesi değil köşeye sıkışması. Siyasal mücadelenin bir aşamasında köşeye sıkışacak ve elindeki tüm kozları elbette masaya sürecektir. Bu sefer seçimleri akamete uğratmayı göze almak zorunda kalmalı. Her zaman işaret ettiği sandığı, bu sefer ortadan kaldırmaya çalışmalı. Bu, hem içeride hem de dışarıda bedeli ağır olan, ciddi bir meşruiyet krizine yol açacaktır.
İddia edilenin aksine rejim sandıkta hep kazanmadı. 7 Haziran’dan bu yana meşruiyet kaybını hep sandıkta yaşadı. 7 Haziran’da düştüğü koalisyon konumundan savaşla, 16 Nisan’da kaybettiği çoğunluğu YSK hırsızlığıyla kazanabildi. Seçim siyaseti yürütmedeki başarısı ile seçim meşruiyetini karıştırmamak gerekir. Seçim meşruiyetinden vazgeçmek zorunda bırakmak, muhalefet açısından görülmedik bir başarı olacaktır. OHAL’de bile yönetim krizi yaşayan rejim, seçimsiz ayakta duramaz.
Yine de seçimlere giden yolda KHK yetkisini gayrimeşru hale getirecek, toplumun katılabileceği siyasal kampanyalar düzenlemeye devam etmeliyiz. Bu konuda ana muhalefet partisi CHP’nin de yeni adımlar atmaya başlaması önemli bir gelişmedir. Bu mücadele rejime karşı olan en geniş kesimi içerecek şekilde, hatta rejimi destekleyenlere de olumsuzluklarını anlatmaya çalışarak planlanabilir.
*
Saray, seçim kurallarını değiştirmeye hazırlanıyor. Referandumda yapılan YSK manipülasyonu artık kalıcı hale gelebilir. Seçimler sürecinde muhalefetin müşahit seferberliğini engellemek için de bir dizi yeni yasa hazırlığı yapılıyor. Uyum yasaları çerçevesinde noter şartı getirerek başkan adayı çıkartmayı zorlaştırmak da planlar arasında. Bu yasalar kısa süre içerisinde Meclise gelecek. Asgari adil seçimlerin koşullarını ortadan kaldıran düzenlemelere karşı da adımlar atmalıyız.
Yeri gelmişken söylemekte yarar var. Sarayın her attığı adım toplumun mücadele direnciyle öyle veya böyle karşılaşıyor. Atılan her adımın etkisini kırmak için uğraşmak yerine felakete sürüklendiğimizi anlatmak kendi ayağımıza sıkmaktır. Bunu bazen muhalif medya organları da ne yazık ki ilgi çekmek için yapıyor. Diğer türlü de topluma faşizmin koyuluğu anlatıldıkça direnme eğilimi güçlenir diye bir ilişkinin olmadığı daha önceki deneyimlerde de defalarca kanıtlandı. Tam tersine toplum korktukça geriye çekilir, cesaretlendikçe ileriye atılır.
İkinci halka: Sandık güvenliği için mücadele
Gezi’den bu yana birçok kesimin birçok biçimde olumlu deneyimler yarattığı seçim güvenliği mücadelesi seçim mücadelesinin hazırlanılması gereken en önemli halkalarından biri. Bu sefer referandumdaki deneyimlerden yola çıkarak oy hırsızlığını ve kuralsızlığını ortadan kaldıracak yaygın ve bilinçli bir örgütlenme ağını yeniden oluşturmalıyız. Her yeni seçimde seçim güvenliği mobilizasyonu artarken seçim hırsızlıkları da şekil değiştiriyor. Tüm olasılıkları değerlendirebilecek yetkinlikte bir çalışmayı hızla bugünden oluşturabilmek gerekir. Tüm imkanları zorlayarak seçim günü binlerce gönüllüyle hırsızlığı sonuna kadar engellemek için harekete geçilebilmelidir.
Üçüncü halka: Seçim siyaseti mücadelesi
Üçüncü halka seçim siyaseti. Rejimin atacağı adımlar daha şekillenmedi. Bu sebeple nereden başlanacağına dair bir belirsizlik hakim. 2019 Kasım’ında yapılacak olan başkanlık seçimlerinden önce Mart ayında yerel seçimlerin olması öngörülüyor. Ama 2018 içerisinde erken başkanlık seçimlerinin olmasına da yüksek olasılık olarak bakılıyor.
İki biçim söz konusu. Yerel seçim ve başkanlık seçimi. İkisinin de işleyişi, ittifak politikası, ölçeği birbirinden farklı. Başkanlık seçimi aday çıkartmak veya ortaklaştırmak gibi sade taktiklerle yürütülebilecek gibi gözüküyor. Yerel seçimler ise muhtemel belediye rantlarından dolayı siyasetin dışında tutulmak isteniyor. O klasik Umut Sarıkaya karikatüründeki gibi yerel seçimlere yaklaşamayız. Başkanlıkta adayımız olur, ama yerelde güçlü olanla ittifak ararız diyemeyiz. Rejim sorunuyla karşı karşıyayken kırıntı kadar “yerel başkanımıza” odaklanamaya çalışmak apolitik bir tutumdur.
Eğer erken seçim olmaz da ilk önce yerel seçim yapılırsa başkanı belirleyecek önemde olacaktır. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerin kazanılması rejimin geleceğini olumlu yönde belirler. Bu sebeple yerel seçimlerin parolası “İstanbul ve Ankara’yı kazanacağız” olmalıdır.
Yerel seçimlerde aday belirleme süreçlerini etkileyecek mekanizmaları, ön seçim de dahil olmak üzere oluşturmalıyız. Bilindiği üzere rant sebebiyle özellikle batıda CHP adaylarının üzerinde kirli hesaplar yürütülecektir. Ama bizim ihtiyacımız olan kazanabilecek, üzerinde tüm muhalefetin oylarını birleştirebileceği adayların ortaya çıkmasıdır. Kaybettiğimiz her il ve ilçe 2019’un kaderini belirler.
CHP İstanbul il kongresi üzerinden kopan fırtınadan pay biçerek hem rant, hem rejim kavgasının ne boyutta olduğunu görebiliriz.
*
Başkanlık seçimi ise yerel seçimlere oranla daha sade bir taktikle ele alınabilir. İlk turda herkesin kendi adayını çıkarması ilk turda kimsenin seçilememesine yol açacaktır. Bu sebeple ilk turda meclislerin aday çıkarmaya çalışmak için imza toplaması, bir başkan adayı etrafında örgütlenmesi meclislere önemli bir siyasal ivme kazandıracaktır.
Seçimin ikinci tura kalması muhalefeti Erdoğan’ın karşısındaki adaya yönlendirecektir. Bu adayın herkese hitap etmesi önemli. Ama önceki deneyimlerde olduğu gibi kör gözün parmağına tercihlerde bulunmak da kitle seferberliğinin gücünü azaltabiliyor.
Diğer bir akla gelen soru da hiç istemediğimiz birisinin ikinci tura kalması seçeneğinde ne yapılacak? Takdiri kamuoyuna bırakıyorum.
Ama bugünden görünen aritmetiğin CHP’nin çıkaracağı aday yönünde şekilleneceğidir. Tahmin etmesi çok güç. Başta Gül formülü olmak üzere içerde ve dışarıda bir çok plan söz konusu. Akşener’de yine şişirilen bir başka isim. Kongreyle birlikte netlik kazanacak olan Kılıçdaroğlu ise ikinci tura kalacak aday konusundaki en belirgin isim gibi görünüyor. Köprünün altından daha çok sular akacak. Hazırlanan sentetik planlar bu ivmeyi değiştirebilecek mi hep birlikte göreceğiz.
*
Mücadelenin şemsiyesi: Meclisler
Yukarıda sayılan üç mücadele halkası nasıl hayat bulabilir? Bu sorunun yanıtı meclislerdir. Meclisler tüm bu sürecin şemsiyesini oluşturabilecek yegane işleyiştir. Tek adam diktasından kurtulmak, bu hedef doğrultusunda seçimlere de hazırlanmak dediğimizde aklımıza gelecek olan tek şey milyonların yani kitlelerin harekete geçtiği bir süreç olmalıdır. Herkes mücadeleden ve örgütlenmeden dem vuruyor. Ama ağızındaki baklayı çıkarmıyor. Büyük harflerle örgüt yazınca bir örgüte işaret etmiş olmuyorsunuz. Bu anlamıyla ne mücadele ne de örgüt kurgunuz olmuş olmuyor.
Gezi’den bu yana kitle mücadelesinin örgütü meclislerdir. İsim olarak meclisler değil işleyiş olarak meclislerdir. Yani herkesin kendisi olarak katıldığı, söz kullanabildiği, öneri geliştirebildiği, varsa belirgin bir genel eğilim karar alabildiği ve uyguladığı siyasal aygıtlardır meclisler. Meclisler siyasal grupların birliği değildir. Onların nitelikli şube toplantıları değildir. Seçim sürecinin de organları bu işleyişi benimseyebilmiş meclisler olmalıdır.
Meclisler ve sosyalistlerin tarihsel görevi
Çokça tartışılan bir konu da sosyalistler ne yapacak? Seçim siyasetini benimseyen sosyalistlerin bu süreçteki fonksiyonu meclis işleyişinin oluşması için seferber olmaktır. Toplumsal bir güç olmak bizim için zaten bu mücadelelerin bütünüdür. Biz sosyalistler diye ayrı bir kimlik hareketi değiliz. Bugün mücadele tek adam rejimini durdurmaktır. Gerisi sosyalizm sevgisidir.
Meclis gibi yapılardan, seçim gibi süreçlerden bağımsız bir kenara çekilip yapılan her şey kimlikçiliğin alametidir. Kimlikçiliği etnik veya dini olarak aramaya gerek yok. Kendine durduk yere siyasal önem atfetmek de kimlikçiliktir. Sosyalizm diye ortada dolaşanların önemli bir kısmı bu haldedir.
İradeci olacaksak meclislerin oluşturulmasına ve siyasal hamleler yapmasına iradeci olmalıyız. Ama arayış buna dönük değil maalesef. Daha çok sosyalistim diyenler önceki tüm yanlışlarının yarattığı faciaları unutturmanın peşinde. Yeni başlangıç diye veya birlik beraberlik diye kendilerine tutulan aynaya bakmamanın peşindeler. Herkesin canı sağ olsun. Ama değil mi ki “Aynı suda iki kere yıkanılmaz”. Ne ikisi ne on ikisi. Bıraksan aynı suyun aynı yerinde aynı insanlar aynı şarkılarla senelerce yunup yıkanabildiklerini anlatacaklar. Buna da sonra yenilik diyecekler.
Siyasal mücadeleyi 2019’a kadar taşıyacak, her şartta 2019’un sonrasına kalacak olan meclislerdir. Elbette ki sosyalistler meclislerin kurulmasına da, sürdürülmesine de gözü gibi bakmalıdır. Muhalefetin çeşitliliğini ve canlılığını taşıyacak olan da, sıçratacak olan da meclis işleyişidir. Dünyadaki hem geçmişteki hem de bugünlerdeki olumlu kabul edilen toplumsal mücadele örnekleri meclislere yaslanır. Bizim direnişimiz de siyasal canlılığı kucaklayabilen meclislere yaslanmalıdır.
Ya da hiç uzatmadan isteyen bildiğini tekrar eder. Sorumluluğunu almak kaydıyla.
Sonuç olarak
Seçim mücadelesi 7 Haziran - 1 Kasım arasındaki, savaşın yükseldiği, buna bağlı olarak topluma yönelik şiddetin de her türlü biçiminin yükseldiği bir ortamda yapılabilir. Veya seçim sürecini Erdoğan kaybederse 7 haziranda olduğu gibi sonuçları ortadan kaldıracak türlü saldırılar gerçekleştirebilir. Tüm bunları püskürtmek varsa kazanımları korumak, yoksa gelişen diktaya karşı direnmek için hazırlanmalıyız. Seçim süreci bu hazırlığa elverişli siyasal zemini hepimize sunuyor. Seçimlerde ya kazanırız ya kaybederiz. Ama diktaya karşı direnecek, siyaset okulundan geçmiş meclisler hepimize her zaman lazım olacak.