Geçtiğimiz günlerde hem içeriden hem de dışarıdan ortalığa bir dolu belge ve itiraf saçıldı. Bu sayede iktidarın battığı yolsuzluğun boyutları bir kez daha gözler önüne serildi. CHP meclisin ve medyanın kısıtlı imkanlarıyla AKP’nin üzerine gitti, yolsuzluklar üzerinden köşeye sıkıştırdı. Saray’dan da karşı atak gecikmedi. Yine yolsuzluk üzerinden Ataşehir Belediye Başkanı görevinden alındı. Böylece HDP’nin ardından muhalefetin büyük bileşeni CHP’nin de belediyelerine el koymanın ilk adımı atılmış oldu.
 
Bu olağanüstü gelişmeler yaşanırken toplumdan ise olağanüstü bir tepki yükselmedi. CHP örgütleri herhangi bir yerde bir alkışlı protesto bile düzenlemedi. 17-25, hayır, adalet gibi süreçlere oranla öfkesini içe attı. Sadece Ataşehir Belediyesi önünde belediye çalışanlarının ağırlıkta olduğu bir buluşma gerçekleştirildi. Geriye kalan protestolar ise göstermelik olmaktan öteye gidemedi.
CHP Man adası belgeleri hamlesini ABD merkezli Reza davasıyla çakıştırarak üzerine gelecek “yerli ve milli” muhalefet yüklenmelerini savuşturdu. Onun yerine iktidarın paralarını yurt dışına kaçırıyor oluşundaki “gayrı milliliği” tartıştırdı. Ama kürsü muhalefeti biçiminin dışına çıkmaktan, süreci halkın da katılıp sahiplenebileceği bir zemine çevirmekten ustaca kaçındı. Bu durum daha önce YSK hırsızlığında da başımıza geldi. Çıkış noktaları farklı da olsa referandumda oyların çalınmasına karşı başlayan kitlesel protestolar yine CHP eliyle durdurulabilmişti.
CHP’nin bu hamleleri ve taktikleriyle 2019 Kasım’ına doğru dolu dizgin ilerliyoruz.


2019 geri dönüşü olmayan eşiktir
 
En önemli gündemimiz demokratik parlamenter rejimin yıkılıp yerine tek adam rejiminin dayatılmasıdır. Bu diğer hiç bir gündemle eşitlenemeyecek, geriye dönüşü olamayacak bir sorundur. Rejim tarafından 2019 eşiğinin aşılması hayatidir. Bizim için de öyledir. Attığımız her adım geri dönülmesi imkansız sonuçlar doğurabilir. Hem zamanın hem de olası risklerin baskısı altında olduğumuz doğrudur. Ama yine de bu şartlar altında etkili ve doğru kararları vermeye çalışmaktan, somut adımlar atmaktan başka bir çaremiz de yok. Bol bol kararsız kalınabilecek bol bol tutarsız olunabilecek günler eskisinden de çok fazla geride kaldı.
Bir yol çizmeye çalışırsak öncelikle şunu söyleyebiliriz. Tek adam rejimini her hal ve şartta sadece milyonların siyasal mücadelesi durdurabilir. Bunun yerine önemli bir kurum olarak kendisinin de pekala durdurabileceğini, söylem olarak bile dile getiren herkes büyük bir yanılgı içerisindedir. Bu ikilikle oyun olmaz. Ya kitleler mücadele edecek ve durduracak ya da geri kalan her özne tek adam rejimi karşısında hiç olarak kalacaktır. Başarabiliyorsak sıradan insanların tek adam rejimine karşı mücadelesinin siyasal araçlarını geliştirmeyi başarmalıyız. Hepimiz de renklerimizi milyonların çok renkliliğini barındırabilen tek bir hedefe yönelmiş o siyasal araca vermeliyiz. Hiç kimse çoğala çoğala tek adam rejimini durduramaz.

 

Topluma edilgenlik dayatılıyor
 
Bu noktada tıkanıklık toplumun siyasal mücadeleye katılım araçlarındadır. Ne yapacak insanlar? Neden katılamıyorlar? Buna vereceğimiz tek yanıt baskı, korku, OHAL mi? Elbette ki bir etkendir. Ama sorunun cevabı bu olamaz. Tam tersine bu günlerde bu cevaplar sorunumuzu açığa çıkartmak yerine gizleme işlevi görüyor.
 
Sorunun üzerini biraz daha açalım. Bu gidişata milyonlarca insan nasıl dur diyebilecek? Milyonların yapabileceklerini sadece iktidar zor kullanarak sınırlamıyor ki. Sadece iktidarın zor aygıtına başvurması onları durdurmuyor.
Bir diğer taraftan siyaset herkesten uzakta bir yerde kurgulanmaya çalışılıyor. İnsanlardan gelişmeleri sadece uzaktan kafasını sallayarak onaylaması veya reddetmesi isteniyor. Her şeyden öte atılan adımlar ona göre hesaplanıyor. Milyonlara siyasal edilgenlik dayatılıyor. Hem sağdan hem soldan. Sağda reise biat, solda var olan koşullara biat. Bunu en başta CHP bürokrasisi böyle uyguluyor. Muhalefetin üzerinde sözü geçen en büyük parça da CHP olduğu için bu edilgenlik hissedilir bir sorun olarak yaşanmaya devam ediyor.

 

Milyonlara meclis lazım
 
Tek adam rejimi ancak ve ancak milyonların siyasal etkinliğiyle durdurulabilir. Bu konuda da herkes kanaatlerini netleştirmelidir.
Siyasal etkinlikten kastımız her şeyi belirlenmiş eyleme katılıp döviz taşımak, belli bir çerçeve içerisinde bildiri dağıtmak veya tanımlanmış seçim siyasetine katkı sunmak, özetle belli bir sınırlılıkta “iş yapmak” değildir. Bizim uğruna ölümleri göze aldığımız dünya da böyle olmayacak. Milyonlarca insan siyasal konularını vekaleten değil asaleten düşünen, tartışan ve karar üreten bir etkinlikte olacak. Sadece “iş yapmayacak” kendisi akıl edip, kendisi yönetecek. Yani söz, yetki, karar, iktidar halkta olacak. En büyük idealimiz budur.
Buradan yola çıkarsak çok uzağa gitmeye gerek yok. Var olan tek adam rejimini durdurmak için insanlara “iyi kurgulanmış teklifler” getirmek yerine, her anına birlikte hazırlanılan süreçler üretmemiz gerekiyor. Milyonların siyasal mücadele içerisinde deneyim kazanması gerekiyor.
Bu deneyimi kazandıracak olan meclislerdir. Milyonlarca insanın tek adam rejimine karşı mücadelesini ancak herkesin eşit ve etkin olarak yer alabildiği meclisler organize edebilir. Elbette herkesin ideal bir siyasal görüşü olacaktır. Bu bir partinin etrafında örgütlenmiş de olacaktır. Meclisler ise tek adam rejimine karşı mücadele eden herkesin meclisi olacaktır. Bu büyük zorluk ancak bu büyüklükte ve yetkinlikte bir örgütlenmeyle alt edilebilir. Bunun aşağısı kurtarmaz.
 
Tek adam rejimine karşı mücadelenin hiç bir parçası şu an için benzer bir oluşuma olanak tanımıyor. Bırakın olanak tanımayı, solun büyükçe bir kesimi meclisi kendisinin alternatifi olarak görebiliyor. Böyle bir şey nasıl mümkün olabiliyor? Moda deyimle “insan gerçekten hayret ediyor”. Nasıl ki sendikalar partilerin alternatifi değilse meclisler de değildir. Uzaktan bakınca yoksa kendinizi meclis gibi mi hissediyorsunuz? Bunun sağlaması çok kolay, etrafınıza baktığınızda farklı dünya görüşlerinden insanlar yoksa orası meclis değildir. Orası sizin esnek ilişki ağınızdır. Ama mesela sendikalarla kıyaslarsak sonuç ortadadır. Sendikalarda farklı dünya görüşünden işçiler ortak çıkarları için birlikte mücadele ederler.
Siyasal katılım önemli bir sorunumuz. Bu sorunu çözmeye umarız ilerleyen günlerde biraz daha yaklaşırız. Çünkü Kasım 2019 hızla üzerimize doğru geliyor.


Seçimler olabilir mi?
 
Sahi Kasım 2019 neydi? Bir seçim tarihiydi. Bazıları, olmaz olsun seçimler demeye başladı bile. Ama ne yazık ki ilk başta bahsettiğim tepkisizliğin diğer bir
sebebi ufukta görünen seçimlerdir. CHP kürsü siyasetini sürdürürken geniş kalabalıkları tek bir güne odaklamayı hedefliyor. O da seçim günü. Daha önce yine bahsetmiştim. CHP rejimin karşısında mücadele edenlerin ciddi bir bölümünü temsil edebiliyor. Onun da işaret ettiği başka bir yer yok. Yani her konuda adalet yürüyüşü yapıp genel başkan önde kilometrelerce yürüyüş yapmayacaktır. Yapması gereken YSK hırsızlığından sonra meclisten çekilmesi AKP’yi hırsızlığıyla baş başa bırakmasıydı. Ancak böyle bir tavra da hiç yaklaşmadı. O halde seçimsiz olunması CHP açısından pek mümkün görünmüyor.
HDP ve onu oluşturan gelenek zaten en kötü koşullarda bile seçimleri esas aldı. Çarşaf gibi pusulaları, mühür basacağı yeri iple işaretleyen teyzelerimizi hatırlıyoruzdur. Zaten yüzde 10 barajı zorluğu da MHP için değil Kürt hareketi için var. Bu koşullarda yıllardır yürütülen seçim taktiği 7 Haziran’da batıdaki mücadele ile buluşmayı başardı. Solun tarihindeki en büyük toplumsal desteğe ulaşıldı. HDP iki eş başkanı içerdeyken, birçok belediyesine kayyum atanmışken bile seçimlerden uzaklaşmadı.
AKP açısından da tablo öyle. Rejimin meşruiyetini sağlamak için seçime ihtiyacı var. Bugüne kadar AKP hep sandığa yaslandı. En başarılı olduğu alan da yine seçimler. Seçimleri tanımayan veya seçimlerden kaçan bir AKP çok uzağa da kaçamaz. İçeride ve dışarıda meşruiyeti ortadan kalkar. Rusya’nın yapacağı domates ithalatına, yazın gelecek turistlere bile muhtaç rejim için maliyeti çok yüksek bir adım olur. “Meşruiyeti ortadan kalksa ne olur? Şimdi de böylesi dertleri yok ki” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ancak durum öyle değil. Oldukça fark edecektir.
Kısa bir parantez olsun. AKP rejimi değiştirmek dışında kendisine başka bir yol bırakmadı ama elindeki olanaklar da “bu iş tamam” demesi için yeterli olamıyor. Toplumun çoğunluğunun, devlet ve ordu içindeki fraksiyonların, sermayenin farklı gruplarının her seferinde desteğini alması gerekiyor. Bunu her an, her şekilde başaramıyor. O yüzden “bu iş tamam” diyecek bir rahatlığa ulaşamıyor ama her seferinde ittifaklarını da yenileyerek son hamleyi yapmaya çalışıyor, meşruiyet arıyor. Söylemine Atatürk’ü katması sadece bir seçim taktiği olamaz herhalde. Hem içeride hem de dışarıda gerçek anlamda meşruiyet sağlayamaması koşulları aleyhlerine çevirecektir. Seçimleri yapmak istememesi ihtimali bu yüzden düşük gibi görünüyor.
Bu durumda seçimler olmayacakmış gibi davranamayız. Seçimlerin olacağı, hem de önemli bir siyasal mücadele alanı da olacağının hakkını vererek ele almalıyız. Olmamasını öngörmek, bir engel oluşturmaz.


Milyonların seçimi
 
Gerçekler şöyle, milyonlar için seçimler kritik bir siyasal süreç olmaya devam ediyor. En büyük seferberlikler seçim günlerinde oluyor. Modern siyasal ilişkilerde bu gayet normaldir.
 
Olağan iki, olağanüstü bir seçimle karşı karşıyayız. 2019 Kasım’ında başkanlık seçimi Mart’ında ise yerel seçimlerin yapılması planlanıyor. Ama bu iki seçimin öncesinde örneğin 15 Temmuz 2018 pazar günü erken başkanlık seçiminin de olağanüstü olarak öne sürülebileceği konuşuluyor.
Takvim şöyle, bir iki ay içerisinde erken seçim olup olmayacağı kesinleşmeli ki 15 Temmuz hedefi uygulanabilsin. Yok kesinleşmezse en fazla altı ay içerisinde erken seçim yapılması ihtimali değerlendirilebilecektir. Eğer erken seçim olmazsa da 15 ay içerisinde yerel seçimler olağan takvimle yapılacaktır.
Burada ihtilaf yaratan bir konu şu: Bugünden seçime hazırlanılır mı? Benim ise sorum şu: Tek adam rejimine karşı mücadele eden en başta CHP olmak üzere bilfiil sosyalistlerden seçimlere hazırlanmayan, görüşmeleri, pazarlıkları, kulisleri başlatmayan var mı? Lenin’in “yenilmiş ordular iyi öğrenirler” sözü tam da burada geçerli. Eğer defalarca bu ülkede yanlış aday gösterildi, aslında hazırlanılsaydı, önceden başlamak gerekirdi, “bu CHP çok bozdu” lafları bahane edilerek seçimlerden uzak durma imkanı elde edildiyse şimdi işte tam zamanı. Göz göre göre önümüzdeki muz kabuğuna basıp düşmenin alemi yok. Ne yapacaksak veya yapmayacaksak açık açık konuşup kitlelerle birlikte meclisler yoluyla karar vererek bu siyasal mücadeleye girelim. Böyle bir tavır sergilediğimizde bugüne kadar yapılan hataların neredeyse çoğunu engellemeye imkanımız kalır. Seçimleri gündemimize almamız her işi bir kenara bırakıp seçim arabalarıyla yollara düşeceğimiz anlamına gelmiyor. Ama seçimleri seçim bürokratlarına, müteahhitlere, önde gelenlere, teknokratlara, seçkinlere terk edip biz gerilerde mevzi kazamayız. Bu intihar olur.
 
Milyonlar kendi kaderine sahip çıkmalıdır. Seçimlerde ne tavır alacağına bizzat kendisi karar verebilmelidir. Bugünden söylemekte bir mahsur yok, her ihtimali de değerlendirmelidir. Çekilecekse de değerlendirecekse de kendisi karar vermelidir. Gayet açık.
Bunun dışındaki tüm seçenekler sosyalistler de dahil olmak üzere milyonların geleceğine kulisler yoluyla karar verme eğilimidir.
Hep birlikte seçim sürecine milyonların katılabilmesinin önünü açmalıyız. Milyonların örgütlediği seçim sürecinde rejimin muhatabı milyonlar olacaktır. İlk başta da söylediğim gibi tayin edici olan milyonların mücadelesidir. Eğer tek adam rejimini ellerimizle durdurmak gibi çocuksu bir fikri savunmuyorsak enerjimizi yoğunlaştıracağımız yer, bu seferberliğin sağlanabilmesidir.
O takdirde rejimin, seçimin öncesinde veya sonrasında yapacağı gayrimeşru müdahaleler, bu kez milyonlar tarafından cevaplanacaktır. Göreceksiniz bu da fark edecek. Seçim sürecinin etkin öznesi olan milyonlar ile, edilgen öznesi olan milyonlar fark edecektir. O zaman şaibeli sonuçlara karşı mücadele ederken, aramızdan birilerinin yanlış düdüğü ile evlerine gönderilemeyeceklerdir. O düdük meclislerde olsun, başka bir şeye gerek yok.