Hakan Öztürk • 2022.02.20
Bir politik konuyu yorumlarken Marks’ın ya da Lenin yönteminden yola çıkmak, solcular arasında neredeyse “ikaz” edilen duruma geldi. Bir yandan bu arkadaşlar kendilerini onların izini takip eder gibi görüyor. Oysaki belli bir siyasal ekolün izini takip etmek zordur. Örneğin Lenin bu zorluğu yaşayarak, Marks ve Engels’in siyasal düşüncesini anlamak ve hayata geçirmek üzere müthiş bir çaba gösterdi.
Bizden önceki kuşakların sosyalizm için ortaya koydukları birikimi bir kenara koymak doğru değil. Bu, fizik ya da biyoloji gibi bilim dalları için söz konusu olamaz. Süreklilik arz ederler.
Lenin yoldaş, Marks ve Engels’in yazmış olduklarını büyük bir dikkatle incelemişti. Hatta genel olarak Rus devrimcilerini böyle görebiliriz. Narodnikler de aynı şekilde davrandılar. Yaşıyorlarken hep onlara sormaları gereken soruları vardı. Elbette ki kilit önemdeki soruları, geleneksel köylü komününün sosyalizmi uygulamaya uygun olup olmadığı yönündeydi. Eğer bu değilse, diğer ülkelerdeki gibi bir kapitalizm mi yaşanacaktı?
Bizim şimdiki solculara benzer güncel soruları sorsan, hemen aşıverirler bu meseleleri arkadaşlarıyla mekânın birinde kahve içerken. Kaldı ki “yüksek siyaseti” sevmezler. Narodniklerin Marks’ı inceleme çabalarının onda biri yok şu anki sosyalistler arasında. Güncel okuma, değerlendirme ve tartışma tutumunun çok uzağındalar. Marks, Engels ve Lenin’in siyasal düşüncesi yerine, kendi arkadaşları arasındaki iç rahatlatma sohbetlerini bunun yerine koyuyorlar.
Bu haleti ruhiye yanlış yapmaya sebep oluyor. Yanlışlıklar tekrar ettikçe yerleşip kalıp haline geliyor zaman içinde. En sonunda orta malı laflardan oluşan bir “külliyat” teori kabul ediliyor.
Bir ara her derde deva zerdeçal olarak, kooperatifler öneriliyordu. Gıda mı yok, kooperatifler. Yoksul muyuz, kooperatifler. Enflasyon mu oldu, kooperatifler. Yat kooperatif, kalk kooperatif. Birisi de demiyordu ki, yahu şu ülkedeki her şeyi emekçiler üretiyor, söküp alalım hakkımızı terlemeden kazananlardan.
Olmaz. Bir kooperatif köşesine çekilip olmayan ekmeği paylaşalım. Görünmeyen ekmeği, verilmemiş ekmeği. Tatsızlık çıkarmayalım şimdi kurulu düzene, ekmek kooperatifte varmış gibi yapalım. Hakkımızı gasp etmiş olanlardan çekip almaya kalkışmayalım. Mülkiyet ilişkileri sorununu ileri sürmeyelim. Neden? Mesela zaten alamayız, gücümüz yetmez. Mesela, teorik olarak doğru değil.
Çok açsak, açız diye dilekçe yazabiliriz. Dilekte bulunabiliriz, temenni edebiliriz ve rüyamızda görebiliriz tabii ki. Nereye dilekçe yazacağız? Mevcut hükümete. Durum çok vahim. O hükümetin bizi zorlamasına gerek kalmıyor. Solun yanlış anlayışı hükümeti ezeli ve ebedi otorite olarak görmemizi sürekli sağlıyor. Mevcut hükümetin istifa etmesi için uğraşmak yok, o hükümet yerine başka bir hükümet koymaya çalışmak yok. Sol varsa yoksa kurulu düzenin ve mevcut hükümetin kalıcı olduğunu bize işlemeye çalışıyor.
Düzeni değiştirebilme ümidini kaybetmiş. O artık düzeni değiştirebilme ihtimalini sevdim demiyor. Hatta düzeni değiştirebilme ihtimalimizi lüzumsuz bir böbürlenme olarak görüyor. Gezi’den kaynaklanan bir slogan var hani “biz Geziciyiz siz gidici” diye. Gerçekte bizim solcuların yaklaşımı iktidardakilerin tamamen “kalıcı” olduğu yönünde. Onlar mutlak kalıcı, biz dilekçeciyiz.
Diyelim ki işsizlik var, biz ise tam istihdamın olması gerektiğini söylüyoruz. Geniş kamu yatırımları seferber edilerek iş sahaları yaratılabilir. Solcular Yeşilçam filmlerindeki gibi hükümetin imdadına koşuyor. Lütfen durun, onu bu hükümet yapamaz! Yapamazsa çekip gitsin. O bizim sorunumuz değil. Zaten biz onun yapamayacağını biliyoruz. Biz iktidar değişikliğini hesaplıyoruz, düzen değişikliğini hesaplıyoruz. Buna bağlı olarak eğer gerçek radikalsek, bu düzenin yapamayacağı işi ileri süreriz. Lakin sanıyorum ki “gerçekçi ol imkansızı iste” sloganı solcu arkadaşlar arasında çoktan beridir hoş bir şaka. Ne de olsa slogancı değillerdir. Hepsi Hegel ayarında filozof.
İşçi sınıfının, mevcut hükümetin yapabileceği işleri teklif etme gibi bir “devlet adamlığı” sorumluluğu yoktur. Anlaşılıyor ki sola göre doğru politik hamlenin tarzı, muhatap olunan hükümetin yapabileceği iyileştirmeleri talep etmektir. Doğru politik pedagoji budur. Yoksa zaten kitleler istemez. Hâlbuki somut durum böyle değil. Kitleler kolaylıkla hükümetin istifa etmesini isteyebilir. Şu koşullarda ola ki kitleler hükümetin istifası için harekete geçse, bizim solcular bunu pek taraftar olmaz gibi gözüküyor. Hükümet onlar için sabittir. Kitlelerin önüne geçip “hayır siz istifa istemiyorsunuz, bazı uygulanabilir iyileştirmeler istiyorsunuz” diyebilir.
Pekâlâ, hükümetin uygulayamayacağı iyileştirmeleri hedefleme hakkı yok mu işçi sınıfının?
Solculara göre yok. İşçi sınıfı bunu yapamaz. Zamanı değil. İşçi sınıfı o olgunlukta değil. Hatta ve hatta zinhar bu goşistlik olur. Ne oldum deme, ne olacağım de. İşçi sınıfına sürekli verilen nasihat, düzenin limitlerinin dışına çıkmamak haline geldi.
Bütün iyileştirmeler esnasında işçi sınıfı esas hedefinin ne olduğunu ilan etmeli. Aksi takdirde ilan etmekten geri durduğu esas hedefine doğru ilerleyemez. Bunu ilan edemediği için yapamaz. Öyle bir ufku zaten olmadığı için. Söylenmemiş şarkılarınız için kimse dans etmez.
Memlekette asgari talepler ufuksuzluğunun bir gram eleştirisine rastlamıyoruz. Kimse bunu şüphe edilecek bir semptom olarak görmüyor. Böyle gelmiş böyle gidiyor. Yaz oradan hükümetin uygulayabileceği yarım düzine mütevazı ve sevimli talep. Garibim işçi sınıfı sevinsin. “Babamız bizi sevmedi”, böyle yaparsak belki işçi sınıfı sever bizi.
Sistem karşıtlığı yok, emekçi iktidarı yok, nihai hedef yok. Hep “işçi sınıfı sevsin bizi” yalvarışı. Öyle bir yoksun kalma ve zayıf düşme düzeyi ki, işçi sınıfının doğal ve tarihsel olarak bizimle yürüyeceğine kanaat getiremiyorlar.
Lenin 1900’lere gelirken Rus devriminin politik programını yazmaya başlamıştı.
İşçi ve köylü iktidarı, otokrasinin yıkılması, halkın kendini savunabilmesi, savaştan çekilmek, toprakların köylülere verilmesi, sekiz saatlik işgünü, ulusların kaderlerini tayin hakkı, merkezi planlama, Duma’nın açılması, genel ve eşit oy hakkı gibi çok sayıda konuyu ele aldı. Bütün Rusya adına söz söyledi.
Altını çizerek söylüyorum bu konular büyük konulardı, bir kısmı son derece azami konulardı, rejim ya da düzen değişikliğini gerektiren konulardı. Mütevazı, küçük ya da var olan iktidar tarafından uygulanabilir olmak zorunda değildi.
Ve fakat bunları ne zaman söyleriz? Kışlık Sarayı’nın önüne geleceğimizi sonda söyleriz ya da hiç söylemeyiz. Bununla birlikte işçi-köylü iktidarını, toprak reformu, barış ve uluslara özgürlük gibi konuları en baştan ilan ederiz. Yani işçi sınıfı programı yapacaklarıyla ilgili insanlığa önceden söz verir. Bütün insanlığın iyiliği için yapması gerekenleri vaat eder ve bayrağına tek tek yazar.
Hiç kimse heyecanı çok sevdiği için bir politik hercümercin içine atılıvermez. Bütün toplumsal kesimler vaat edilmiş sömürüsüzlük, barış, özgürlük ve toprak için harekete geçer. Bunlar söz verildiği için, bunlar vaat edildiği için ve bu sözler tutulacağı için. Bu sayede işçi sınıfı sovyet iktidarını, köylüler toprağı ve ezilen uluslar özgürlüğü elde eder. Söz verdiklerinden caymaya kalkışanlar daha sonra bunun bedelini çok ağır öder. Tarihin macerası budur.
İşçi sınıfının politik programının muhatabı kurulu düzen ve mevcut hükümetler değil. İşçi sınıfı programı doğrudan ve ayan beyan işçi sınıfının kendisine seslenir. O program işçi sınıfına propaganda edilir. O programın ajitasyonu işçi sınıfına yapılır. Çemberi kırıp, yenilgi yıllarında çoktandır kapatılmış defteri yeniden açmalıyız.
Büyük ve önemli işleri, işçi sınıfını tarihsel devrimci özne olarak görenler başlatabilir.
Ortada özne yoksa, besbelli ki olmayan öznenin bir fiili ve bir ideali de olamaz. Sol bu sorunla başa çıkamıyor. İşçi sınıfına yoldaş olarak kendisini politik özne olarak görmemek. Duruma bir dönüp bakacak olsak solun kendisini sivil toplum kuruluşu gibi ele aldığını ya da sunduğunu tespit edebiliriz. Sivil toplum kuruluşları da iktidarı tartışma konusu edecek kuruluşlar olamaz. Sivil toplum kuruluşu konumundan gayet memnun olanlar AKP’ye ya da CHP’ye talep dilekçesi yazmakla yetinirler. Aksi durumda kendi kimyaları bozulur.
Vaat edilmiş yarınlarla ve uzun vadeli mücadeleyle bağını kaybetmiş olanlar tabiatıyla anlatmaya çalıştığım yöntem arayışına sıcak bakmaz. Kötü niyetli değiller. Bu seçenek anlı şanlı ama yenilgi ruhu hücrelerine işlemiş Avrupalı entelektüellerden dinlediklerine uymuyor sadece. Yenilmek bunları yaptırır insana maalesef.