Ülkeyi ahtapot gibi sarmış durumdalar.

Baskıcı ve teokratik bir rejim isteyenlere hiçbir yıkım yeterli gelmiyor.

Devleti ya da kendilerine özgü bazı inanma biçimlerini kutsal kabul ediyorlar sözüm ona. Kutsal kabul ettikleri devleti, nasıl kutsal bulabiliyorlar akıl alır gibi değil. Yolunu değiştiren bir mafya üyesi anlatıyor. Onun dediklerine göre kutsal dedikleri devletin içişleri bakanı insanların malına mülküne el koyma operasyonları içinde yer almış. Eski başbakanın oğlu uyuşturucu işlerini düzenlemek üzere Venezüela’ya gitmiş. Bir eski milletvekili gayrimeşru işlerle ilgilenmek üzere her ay maaş almış.

Bütün hacmine elbette ki girmek mümkün değil. Epey zamandır anlatıla anlatıla bitirilemiyor. Başbakanlar, bakanlar ve milletvekilleri üç aşağı beş yukarı böyle. Buna rağmen devletin kutsal oluşuna davet ediliyoruz. Kıymık kadar güzelliği kalmış mı acaba?

Sedat Peker böyle bir kutsallıktan söz ederek hepimizi içtimaya diziyor. Hazır ol, kutsal bil, boynunu uzat. Bütün kutsallık davetine icabet etmelerimiz böyle bitiyor. Kimi devletin, kimi milliyetçiliğin, kimi bekanın, kimi de inanma biçimlerinin kutsallığına çağırıyor bizi.

Bir kutsalı kabul et, itaat et, rahat et.

Bu açıdan AKP’liler kabul ettikleri kutsallar sayesinde hakikaten çok rahat ediyorlar. Her yaptıkları yanlış işi, o kutsal dava uğruna yaptıklarını düşündüklerinde, mesele derhal ortadan kalkıyor. Kafaları ve vicdanları çok rahat. Neden? Çünkü bütün kötü şeyleri kutsal dava adına yaptılar. Yolsuzluk mu yapıldı? Hayır, dava için para biriktirildi. Bombalarla insanlar mı öldü? Hayır, davanın selameti için insanların korkutulması gerekiyordu. Seçimde hile mi yapıldı? Hayır, seçim kaybedilseydi Filistin, Kudüs, Bosna kaybederdi.

Kutsal dava uğruna yapılan ve yapılabilecek vahşet tüyler ürpertiyor.

Eski mafya üyesi bile uyardı Alevilere ve Kürtlere yönelik saldırılar olabilir diye. Buna rağmen HDP binasına yönelik saldırıda bulunmak konusunda hiç tereddüt edilmedi. Hatta ayrıntıdaki bilgilerden anlaşılıyor ki, orada bir toplantı olabilirdi ve bu nedenle daha fazla kişi ölebilirdi. Muhtemelen planlanan da buydu. Düşününüz eskiden bu işlerde yer almış biri böyle böyle diye anlatırken, dümdüz devam edebiliyorlar. Bu derece fütursuz bir toplulukla karşı karşıyayız.

Sonuç olarak kutsallık anlatımı ile başkalarını da kolaylıkla yönlendirebileceklerini düşünüyorlar. 7 Haziran seçimleri sonrasındaki manevraları yapmaya çok teşneler.

Bütün buna karşılık toplumun muazzam bir bilinçlenmesi var. Oy vermiyor onlara. Normal bir seçimlerde o çook büyük geleneksel Türkiye sağının seçimleri kazanma şansı yok.  Bu onlarda müthiş bir moral bozukluğu yaratıyor. Kazanabilmek için her çareye başvurdular. Kutsal kitabı gösterdiler, seçimleri tekrar ettirdiler, mühürsüz oyları geçerli saydılar ama yine de olmadı.

Artık “millet iradesi” lafını duymak bile istemiyorlar. Seçim anketlerinin aynasıyla hiç barışık değiller. Yeni bir 7 Haziran-1 Kasım mekaniğini nasıl yineleriz diye kumpas kuruyorlar.

Bilinçlenmiş ve onlara oy vermeyen toplum karşısındaki sapacakları yol, rejimi değiştirme girişimi. Oy oranlarını kendi lehimize değiştiremiyorsak, rejimi değiştiriverelim kafasındalar. Mevcut rejim bile onlara birkaç beden bol geliyor. Tasarladıkları rejimde “müzik dinlemeniz bile bizi rahatsız ediyor” demek var. İşçi sınıfının grevleri; kadınların özgürlüğü; Kürt halkının, Alevi halkının talepleri ve LGBTİQ+’ların gökkuşağı bizi rahatsız ediyor demek var.

Kolay değil bizimki gibi ülkelerde demokrasi mücadelesi vermek.

Peki onlar için kolay mı 7 Haziran sonrası işler? Çok da değil. Birincisi herkes durumu hissediyor, gözlemliyor ve biliyor. İkincisi vatan elden gitmeye başladı diyebilecekleri hiçbir hareketlilik yok. Ne acı ki bu durum yokken, yaratabilmek üzere bir parti bürosunda bulunma ihtimali olan birden çok insanı öldürmek istediler. Çok ölüm olsaydı, bunu protesto edenleri “işte vatanı bölmek istiyorlar” diyerek hedef göstereceklerdi. Sonra da vur abalıya abalıya.

Bu zihniyete marifetini göster diyeceksen, marifetleri budur.

Halkı katletmek sonra da feryat eden halkı bastırmak.

Halkın bütün bunlara karşı bir çaresi var mı? Neden olmasın.

Örgütlenmek gerek ama sadece bir partiye oy vermek ve o partiden olmak düzeyinde değil. Zaten çok azı dışında o partiler halkı örgütlemez. Olsa olsa gösteriş yapma kaleminden ziyaretlerde bulunur.

Emek verenlerin söz, yetki, karar ve iktidar sahibi olmasını isteyen devrimci güçler ziyaret edilmiş değil, örgütlenmiş kitleler yaratır. O örgütlenmiş ve karar almış kitleler, rejimi değiştirerek kendisini bastırmaya kalkışanları, oturdukları koltuklardan söker atar.

Yurttaş örgütlenmeleri oluşturmak gerekir ve o örgütler hamlelerini milim milim hesaplayan bir stratejiyle hareket etmelidir. Dövüşeceksek, dövüş sanatı budur.

Kadınlar sınırlı da olsa örgütlenebiliyor ve hamleler yapabiliyorlar. Kendi mücadelelerini her türlü zorlukta sürdürebilir bir aşamaya geldiler. Bunu bütün yurttaşlar ve onların meclis tarzındaki örgütleri de yapabilir. Yurttaşlar bunu daha önce denemişlerdi. Yine deneyebilirler ve hatta denemeye başladılar bile.

Karanlık bir rejim ihtimali var mı? Var.

O halde ona karşı aydınlık bir ülke için hem mücadele edecek, hem de ilmek ilmek örgütlenecek onurlu yurttaşlar ve Yurttaş Meclisleri var. Meclislerin güneşi karanlığı yenecek.

Derinden büyük bir politik akın var akın.
Güneşi zapt edeceğiz.
Güneşli günleri getireceğiz.