Hakan Öztürk • 2022.03.12
Sanki burjuva bir devletin ordusu üzerinde bir etkimiz var gibi bir ruh hali dolaşıyor. Halbuki hiçbir burjuva devletin ordusunu biz yönetmiyoruz. Sosyalistlerin etkide bulunabileceği ve yön verebileceği tek tarihsel özne işçi sınıfı. Doğası gereği, dünyayı sosyalizm yönünde değiştirebilme yeteneğine sahip olan sadece o. Bu durum opsiyonel değil. Günün birinde, işçi sınıfının yerine hiçbir etkimizin olmadığı burjuva devletlerden birinin ordusu konulamaz.
Böyle olsaydı sosyalistler burjuva devletlerin ordularını yönlendirmek için bir faaliyet içinde olurdu. Ana işi de bu kabul edilirdi. Marks “ilk hedefiniz burjuva devletlerinin ordularıdır, ileri” demiyor. “Dünyanın bütün işçileri birleşin” diyor. Yani konu ordular değil işçiler.
Ortada dünya çapında gücü hissedilen bir işçi sınıfı hareketi ve örgütü yokken, Rus ordusunu dünyayı iyileştirecek esas faktör olarak görmeye başlamak hatadır. Sosyalistler böyle bir gücün üzerinde “yetkili” değilse, kendi orduları savaşıyormuş gibi yapmaya kalkışmamalı.
İşçi sınıfının yerine, sosyalizm uğruna kimin mücadele ettiğini söylerseniz söyleyin mesnetsizdir.
Proletaryanın yapması gerekeni Rus ordusu yapamayacaktır.
Başka toplumsal katmanlar da işçilerin yapması gerekenleri yapamaz. Kaldı ki Rus ordusu bir toplumsal katman bile değil. Burjuva devletin bir aparatıdır.
Tehlikeli olan şu: İşçi sınıfının mücadelesi yerine bir burjuva devletin “ilerici” yönde jeo-stratejik hamleleri konulursa, yanlış bir yol açılır. Bu açılan yoldan, kendi burjuva devletinin safında yer almayı uygun bulmaya başlayanlar yürüyebilir.
Olmaz mı diyorsunuz? Doğu Perinçek ve onun geleneği bu mantalitenin kusursuz örneği olarak kabul edilebilir. Burjuva devleti ordularının muhteşem taraftarı olmaya başlayanlar, kendilerini onun akıl yürütme yönteminden ayıramaz. Denemesi bedava diyemeyeceğim. Perinçek mevcut devletin emperyalist baskılar karşısında çok ilerici bir işlev gördüğünü düşünerek onun yanında yer alıyor. Hatta onu geçiniz mevcut devletin yöneticisi olarak AKP hükümetini dahi böyle görüyor.
Peki NATO’nun ve dolayısıyla ABD emperyalizminin yenilmesi gerekmez mi? Gerekli olan odur elbette. Onun yenilmesiyle Rusya’nın yenilmesi aynı değil. ABD’nin yenilmesi, hâkim emperyalist bloğun yenilmesi anlamına gelir. Bu da dünya kapitalist sisteminin dengesini bozan bir etki yaratır. Dengenin bozulması ve kırılganlığın artması işçi sınıfı ve hak mücadelesi veren halklar için olanaklar yaratır. Asıl hedef NATO’dur ve mağlup olmalıdır. Bu genel durumu İkinci Dünya Savaşı örneğiyle birlikte düşünmeliyiz. Nazizm’e karşı bir savaş verilebilir ama hemen sonrasında diğer kapitalist ülkelerle mücadele devam edecektir. Biri biter diğeri hemen başlar.
Böyle düşünmezsek nesnelliğin bizi savurduğu yere doğru savruluruz sadece ama nesnelliğin yarattığı olanaklardan yararlanamayız. Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’nın yenilmesini isteyebilirsiniz. Ama bu durum üzerinde fazlaca bir hükmünüz yoktur. Hükmünüzün geçtiği alan, işçi sınıfının devrim yönünde hazırlık yapmasıdır. Rus devrimcileri bir parti ve örgütlü bir işçi sınıfı yaratabildikleri için tarihi değiştirebildiler. Rusya yenilmeseydi ve sapasağlam dursaydı işçi sınıfı iktidarının zemini oluşamazdı. Çünkü Rus ordusunu önce Alman orduları yendi. Bolşeviklerin iktidarı alabilmesi ancak böyle mümkündü.
Perinçek gibi olmamak için; işçi sınıfını esas alarak, mülkiyet ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyen bir mücadele verilmesi gerekir. Zamlara ve işsizliğe rağmen mevcut hükümete destek verilmemeli. Kürt halkının uğradığı haksızlıklar kabul edilmemeli. Bütün bunlar yapılabilirse Perinçek olunmaz. Meselenin kritik noktası solcu olmayı NATO’nun yenilmesini istemeye indirgememektir. NATO yenilince her şey düze çıkmaz, görece fark eder yalnızca.
Kendi dışınızdaki nesnel koşulları belirleyebilir gibi davranmanız sonuçsuzdur. Sizin etki alanınız dışındaki koşullar yürür gider, siz kendi vazifelerinizi yapmaya çalışırsınız. Kendi davanıza bağlıysanız tabii ki. Perinçek kendi davasına bağlı değil. Sorsanız belki emekçilerin iktidarını istiyordur bir sandalyede otururken. Bunun ötesinde sıradan bir milliyetçi. Diğer ulusların haklarını yok sayar. Bu eğilimde birçok “solcu” grup sayılabilir. Hepsinin klasik özelliği sosyalizme doğru ilerlemek için, işçi sınıfının yerine bir başka bir toplumsal gücü koyuyor olmaları. Perinçek için neredeyse tarihsel özne Türk ulusu, işçi sınıfı değil. Güya işçi sınıfının konusu daha sonra ele alınacak. Buraya nasıl varmıştır? İşçi sınıfının sosyalizme yürüme yeteneğinin pek de olmadığını düşünerek. 2. Enternasyonal partilerinin çoğunluğu için de bu usulde bir aşamalandırma söz konusuydu. Birinci Dünya Savaşı çıktıysa, işçiler önce kendi burjuva ülkesini savunmalıydı. İşçi sınıfının iktidarı daha sonraki “aşamalarda” gündeme alınabilir diye düşünüyorlardı. Aslında ufak bir aşamalandırma sorunu gibi gözüküyor ama treni rayından çıkaran bu düşünme yöntemi. Bolşevikler ise önce vatan savunması demedi. Onlar işçi sınıfını örgütlemeye devam ettiler ve onu esas aldılar. Öncelik işçi ve köylülerin iktidarıydı. Önce çarlığın ya da Geçici Hükümet’in bir feraha çıkmasını öne almadılar.
Rus devrimcileri iktidarı aldıkları zaman bile önemli olan vatan savunmasıdır demedi ve Almanya ile savaşmadı. Çünkü önem verdikleri boyut, işçi ve köylülerin iktidarıydı. Bunu hayata geçirmek ve korumaktı.
İşçi sınıfı iktidarı hedeflemeyen bir sol liberal olsanız ABD’nin lütfettiği ölçüde bir “liberal” dünya nizamından yana olamaz mısınız? Olabilirsiniz. Sol liberal için bir ferahlama yaşayacağımız “liberalizmi” ya da “demokrasiyi” kazanmak önceliklidir. Hatta onlar için bir emekçi iktidarı konusu değildir. Onlar özel mülkiyetin bir sorun yarattığına hiç emin olamaz. Bunlardan hareketle NATO’nun galip gelmesini isteyebilirler. Dikkat edilirse emekçilerin iktidarı ana hedef değilse herkes raydan çıkabiliyor.
NATO’yu yenilgiye uğratma ihtimali olan ordunun taraftarı olmak talidir. İşçi emekçi hükümetini hayata geçirebilmek üzere mücadele etmektir esas olan.
Peki Ukrayna’nın varlığı inkâr edilirken, ulusların kendi kaderini savunmayacak mıyız? Putin babamızın oğlu değil, tabii ki savunacağız. Zaten biz sosyalist bir ülke olarak NATO’yla mücadele etseydik de ulusların hakkını savunacaktık. Tıpkı Ekim devrimini yapanlar gibi. Onlar ulusların özgürlüğünü savundu, köylülere toprak verilmesini savundu ve bunların hepsi devrimin başarılabilmesi içindi. Hayat Putin’in kafasındakiler gibi değil.
Proletaryanın mücadelesinden umudu kesmişseniz yeni gözdeleriniz olur elbette.
Kuvvetli ordulardan etkilenenler, aslında bahsi geçen ordunun sahibi durumundaki ulusu esas alır. Ezilen bir kimlik, sol bir kimlik, çokluklar ve fazla önem atfedilmiş şahsiyetler…
İşçi sınıfının yerine sayılabilecek “gizli öznelerin” hiçbirisi onun varlığının ve onun politik programının yerini dolduramaz.
Başka bir toplumsal kategoriyi, işçi sınıfının tahtına oturmaya kalkışmak tarihte hep komik kaçar.