İrfan Aktan liberaller tarafından beğenilen, paylaşılan bir yazı yazdı. Konuyu dışardan izleyen biri olarak yazıyor ama liberallerin eğilimini çok net olarak temsil ediyor. Kadınların politikleşmesi baskılar karşısında doğal bir süreç olarak tanımlanıyor. Yani kendiliğinden. Kadınların mücadelesini hayatın akışında yerini bulmuş gibi tanımlamak, bu mücadelenin üstünü örtmekten başka bir şey değildir.

Emine Bulut’un öldürülmesinin ardından binlerce kadın şehirlerin meydanlarını doldurdu. Yaklaşık bir yıldır çoğumuz Emine’nin çığlığını da sel gibi sokakları dolduran kadınları da ilk günkü gibi hatırlıyoruz. Kendiliğinden demek bu ayaklanmayı bile tesadüf olarak tarif etmektir. Tesadüftü; bir anlık öfke patlaması binlerce kadına 6284’ü ve İstanbul Sözleşmesi’ni hemencecik öğretivermişti. Kadın cinayetlerini durduracağız sloganı da öyle tesadüfi ve dönemseldi!

Bunları geçelim. Google’da “kadın cinayeti” diye arama yaparken bu temel sorunun örgütü Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri olarak hemen karşınıza çıkıyor. Yani çok araştırma yapmaya gerek yok. Kendine benzeyen kadınlar için feminizm fikrini savunanlarla, 10 yıldır toplumsallaşabilen bir feminizmi ileri süren kadınlar arasında önemli bir ayrışma var.

Aslında alkışlanmak istenen ayrışmasız, apolitik, hiçbir farklılığı olmayan ve günübirlik çabalayan bir hareket. Bu yüzden kadınlar “tek bayrağın altında toplananlar” olarak tarif edilmek isteniyor. Kadınların politikleşmesi fikre değil, dönemsel gelişmelere bağlanmak isteniyor. Kolayı da bu. Kimseye ne zorlu görevler düşüyor ne de politik bir sorumluluğun altına girmek. Tez ileri sürmekten, toplumun her kesiminden kadınla bir araya gelmekten kaçış yolu kolaylaşıyor. Herkes kendine feminist olunca orta sınıf kadınlarla, emekçi kadınların bir araya gelmesi gerekmiyor.

Ayrım tam da kadın mücadelesi içindeki tartışmaların bulanıklaştırılmaya çalışıldığı yerde başlıyor. Ayrışmanın derinleştiği yerde; doğru politik fikrin 10 yılda nasıl doğrulandığı görülüyor. Küçük burjuva feministlerinin ve ona dahil olanların “kadın cinayetleri yok” dediği günlerde bu sorunun adıyla kurulan örgüt; kadın cinayetlerini durdurma mücadelesini fikriyle, örgütüyle ve birliğiyle güçlendiriyor.

Bunu var edebilen doğru politik fikirdir, onun merkezi örgütü ve öznesi olan yüzlerce kadındır. Kadın hareketi bayraksız, fikirsiz, tartışmasız değil. Tartışabildiğimiz, yeni tezler ileri sürebildiğimiz için bugünlere geldi kadın mücadelesi. Kendimize benzeyen kadınlarla değil toplumun her kesiminden kadınlarla yan yana gelebildiğimiz için yılın bir ya da iki gününde değil her gününde kadınların mücadelesini konuşuyoruz.

Liberalizmin düzen içi özgürlüklerini savunan küçük burjuva feminizminin bayrağı ile kadınların kurtuluşu için örgütlü feminizm bayrağı iki ayrı saftır. Keskin ayrımları törpülemeye çalışmak, düzen içi kalmaya çalışan liberallerin taktiğidir. Keskin ayrımlar törpülenirse ideoloji konuşulmaz, radikal fikirler ileri sürülmeye çalışılmaz. Düzen içi kısmi özgürlükleri savunmaya devam etmenin ve feminizmi belli kesimden kadınlara aitmiş gibi anlatmanın yolu böyle açılır.

Kadın hareketi tek bayrak altında toplanmıyor. “Tek eylem”, “tek hareket” diye bahsedilerek hala yok sayılmak istenen örgütlü feminizmdir. Örgütlü feminizm kadın dayanışmasını bölmez. Bunca yıldır bireysel kurtuluşçuların kısmi haklar peşinde koşup sıra ideolojik ayrışmaya gelince kadın dayanışmasını ileri sürmesi kendi içinde büyük tutarsızlıktır. Çünkü bugüne kadar mücadelede kendileri dışında başka kadınların özne olmasını imkansızlaştırdılar. Sürekli mücadelenin yerini günlere, saatlere sıkıştırılmış pratiklerle doldurmaya çalıştılar. Öldürülen kadınlar bile gündeme alınırken seçici olundu. Adı bilinmeyen ve öldürülen kadınların gülen yüzlerini ellerinde taşıyanlar da davasını takip edenler de örgütlü feministlerdi.

Başka başka fikirlerden, başka başka şehirlerden “onlar zaten acılı” denen öldürülen kadınların yakınları mağdur değil politik birer özne olarak konuşmalar yapıyor. Bu konuşmalar liberallerin meydanlarında değil örgütlü devrimci sosyalist feministlerin bayrağı altında yapılıyor.

Ayrışma keskindir, bunun bulanıklaştırılması ya da “doldur, karıştır” yöntemiyle görünmez hale getirilmesi mümkün değildir.

Bireysel değil kolektif, parçasal değil bütünsel

Neoliberalizm bize her gün yeniden bireysel kurtuluşu anlatıyor. Küçük burjuva feministleri de yıllar boyu bunu anlattı. Hala bitmeyen “yılların değerler toplamı” ile kadınlara kendi dünyana göre feminizm kurabilirsin anlatılıyor.

Kadınların ezilmesi kişisel değil toplumsal, politik ve sistemsel bir sorundur. Kadınlar bunun farkında. Sadece orta sınıf kadınların kısmi haklarının manşet edilmesi mazide kaldı. “Kadın cinayetleri” sorununun tespiti ve örgütünün kurulması, kitleleri mücadeleye ve özne olmaya davet etti.

*

Bireycilikten kaçamamak bir hastalık değil liberalizmin yaygın ideolojisidir. Aktan yazısında tam olarak şöyle diyor: “Feministler elbette çok daha iyi anlatacaktır ama dışarıdan bakınca bu güce kaynaklık eden unsurlardan birinin de, “başkası için” verilen mücadelenin “kendisi için” de verildiğine dair bilinç olduğu söylenebilir.”

Çok yanlış anlaşılmış diyerek geçemeyeceğiz. Masum bir yanlış anlaşılma yok burada. Böylesi bir kolektif mücadeleden bile bireycilik çıkarma çabası takdire şayan ve aynı zamanda hazindir. Feministler daha iyi anlatır demiş, sosyalist feministler adına anlatalım: Hiç şiddet görmeyen kadınlar, şiddet gören kadınlar için mücadele ediyor. Yüzünü hiç görmediği, adını haberlerden okuduğu kadınların davasına koşuyor. Öldürülen kadınların yakınları, kendi davası bitse de mücadele meydanlarını terk etmiyor. Başkası için verdiği mücadeleyi kendine yarasın diye en pragmatist biçimi ile yürütmüyor. 23 kez başvuru yapmış ama korunmamış, göz göre göre öldürülmüş bir kadının yakınları kendine bu mücadeleden ne ister? Şiddetten kurtulan ama tüm cesaretiyle mücadele alanlarından geri durmayan kadınlar ne ister? Akın akın mücadele saflarını dolduran, bir başka kadına “umudunu yitirme” diyen genç kadınlar ne ister? Adalet ister, kadınların tüm haklarına kavuşmasını ister. En mütevazı ama en öfkeli ve dirayetli duruşuyla kitlelere “başka kadınlar öldürülmesin” demek ister.

Liberaller için çok mutsuz edici bir dirayet ama kadınlar başka kadınlar için mücadele ediyor. “Ben” merkezinden çıkamayanların hayalleri yıkılsın.

8 Mart’ta Türkiye’nin 40 şehrinde kadınlar meydanlara çıktı. O Bayburt yok mu anlatılan… İşte orda Kadın Meclisleri’nin çağrısıyla kadınlar eylem yaptı. Kendini değil Türkiye çapında kadın hareketini düşünerek meydana çıktı. Biz de yaparsak umudumuz artacak, mücadelemiz yükselecek dedi. Sonra Erzurum, sonra Düzce, Isparta, Konya, Çorum. Mücadelenin bireysel olarak seyredeni değil, bu kadınlar mücadelenin öznesi. Hepsi kendi şehrindeki kadın hareketinin öncüsü. Onlar ülke çapında tüm kadınlara “asla yalnız yürümeyeceksin” diyenler. Türkiye’den Meksika’ya anlatılan bizim hikayemiz diyen kadınlar onlar. Kendileri için değil başka kadınlar için mücadele ettiklerinden dolayı gururlular. Hangisi pragmatist, buyrun konuşalım şimdi.

Bireysel kurtuluşçuluğun bir kuşatma olduğunu bilelim. Hem düzen hem de tüm yanlış eğilimler bize bireyciliği öğütlüyor. Kadınları bir arada tutan bireysel çaba değildir, bireysel “iyilikler, güzellikler” değildir. Kadın dayanışmasını bugün ülkede var eden “sadece kadın olmak” değil onun mücadelesini yürütecek gücü bulduğu fikri takiptir.

Konya’da yapılan Lastesis bile anonimleştirilmeye çalışılmıştı. Hayır, Konya’da Lastesis yapma cesaretini bulan kadınların örgütü var: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri. Her seferinde görülmek istenmese de örgütlü feminizmin bayrağı ülkenin her yerinde dalgalandı: Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Alanya, Aydın, Balıkesir, Bayburt, Berlin, Bingöl, Bursa, Çorum, Denizli, Düzce, Erzurum, Eskişehir, Frankfurt, Gaziantep, Giresun, Isparta, İstanbul, İzmir, Kars, Kayseri, Kıbrıs, Kırklareli, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mersin, Muğla, Nevşehir, Sakarya, Samsun, Sivas, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Uşak, Van, Yalova. Hepsini tek tek yazacağız ki üstü örtülmeye çalışılmasın. Tüm zorluklara, tüm mücadele kaçkınlarının propagandasına ve polisin baskısına karşı onlar başka kadınlar için meydanlara çıktı.

Ve bizim adımız bilinmese de olur; biz kadın kurtuluş hareketinin örgütlü feminizm bayrağını taşıyan kadınlarız. Kariyer peşine düşmedik, milyonların mücadelesini omzumuzda taşımaya çalıştık, çalışıyoruz. Bu mücadelenin fikrini ve örgütünü var edenler, tüm dünyanın kadınlarına bu mücadeleyi armağan edecek.

*

Mücadeleyi bütünlüklü sürdüremeyenler örgütlerin eskidiğini, ideolojilerin geçmiş yıllarda kaldığını anlatırlar. Patriyarkal bu düzen hala ayaktaysa kadınların kurtuluşu için kapitalizmi yıkmamız gerekir. Kadınların yaşaması mücadelesi de bu yüzden parçasal değil bütünseldir. Günübirlik pratik peşinde değil kadınların kurtuluşu için nihai hedefimizin izindeyiz.

Eylem yapılmamış şehirde eylem örgütleyen, polis baskısının karşısında dik duran kadınlar işte cesaretini de gücünü de bundan alsın. Biz bireyciliğin, örgütsüz olmayı güzellemenin yerini “asla yalnız yürümeyeceksin” ile dolduruyoruz. Bu sloganı, kadın hareketinin politik bayrağı olarak taşıyoruz. Kim olursak, nerede olursak, bu fikri bayrağı taşıyan kadınlarla buluşmaya devam edeceğiz. 

Bu düzenin aleyhimize dönen her çarkına çomak soktuğumuz gibi onu besleyen her cephesine de çomak sokmaya devam edelim. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri bugüne kadar biriktirdiği tüm deneyimleriyle, “kendini kurtar” diyenlerin de kadınlara bireysel kurtuluşçuluk anlatanların da sonuna kadar üzerine yürümeyi kendine görev biliyor, bilmeli.

Politikleşen ve fikrine, örgütüne, bayrağına “köksüz” olmak yerine sahip çıkan kadınlar, bu ülkenin tüm ezilenlerine ve sömürülenlerine umudu ve direnci taşımaya devam edecek.

Erkek şiddetinin karşısında tüm haklarımız için örgüt ve birliğin, kadınların kurtuluşu için her yerde devrimci sosyalist feminist fikrin takipçisi olmaya devam.