Haftalardır bir yanda belediye önlerinde direnen işçiler, diğer yanda onları görmeyen belediye başkanları ve muhatap partilerin yönetim kademeleri var. Bir durup düşünüldüğü zaman bu cüretlerine şaşıyoruz ama diğer yandan onları böyle besleyen ve palazlandıranın bu düzen olduğunu biliyoruz.

Mesela geçtiğimiz günlerde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Ataşehir Belediyesi'ni ziyaret etti ama belediye önünde işini geri almak için direnen işçileri görmezden geldi. İşçilerin önüne polis koridoru kurulurken İmamoğlu, Ali Ağaoğlu ile metro inşaatını gezdi.

Günler, haftalar boyunca işçileri belediye önlerinde görmeyen ilçe belediye başkanları gibi İBB Başkanı da onları görmedi. Sorunu çözmek adına tek bir adım atmadı. Hem iktidar partisi hem de ana muhalefet partisi bu rezilliği var edenlerdir. Üsküdar’da, Ataşehir’de, Aydın’da, Aliağa’da bunu tüm topluma gösteriyorlar.

Bu konunun çözümü çok zormuş gibi ellerini ayaklarını çekmiş durumdalar. Bunu tercih ediyorlar, bir “grup” işçinin işsiz kalması umurlarında değil. Böyle şeyler olur, herkes çalışacak değil ya diye düşünüyorlar. Halkın seçtikleri halkın parasıyla yaşıyorken “işlerini layıkıyla yapsalardı” gibi ukalaca konuşma hakkını kendilerinde bulabiliyorlar.

Bürokrasinin taraftarları

Bu konuyla çok bağlantılı olarak Kılıçdaroğlu kendini tutamadı, “bizim belediye başkanlarımızdan fazla maaş alan işçi var” dedi. Buna isyan ediyor, ne kadar rahatsız olduğunu dile getiriyor. Konumuz belediyelerden atılan işçiler değil miydi diye düşünmeyin. Sorunun kökeni işte tam burada. Şu böbürlenmeye, şu kendini yukarda görüşe bakınız. Bunu görünüz ve unutmayınız. Kapitalist düzenin birer parçası olan düzen partileri bürokratlığa nasıl da sıkı sıkıya sarılıyor. Söz gelimi hepsi bizlere ne kadar demokratik olduğunu anlatır. “Seçilen” bir belediye başkanının işçilerle aynı ücreti alıyor olması, hatta işçilerin daha fazla ücret alması küçük burjuva partileri için öyle korkunç bir durum ki, bunu dile getirmeden duramıyorlar.

Her biri tıpkı AKP gibi, Erdoğan gibi mevcudiyetini ve koltuğunu koruyabileceğini zannediyor. Bu oldukça hazin bir durum. Halkın oylarıyla seçilerek o mevkilere gelenler, yüksek maaşlı temsilciler haline geliyor. Anında halktan ayrılıyorlar, anında kendilerini onlara oy veren emekçilerden üstün görüyorlar. Eğer geri çağırma yetkisi halkın elinde olsaydı, eğer aldıkları ücretler gerçekten bir işçi ücretine denk olsaydı hiçbir temsilciyi karşımızda böyle görmezdik, emin olunuz.

Böyle konuşulunca, yazılınca çok rahatsız olunuyor. “CHP’ye saldırmak” için hiç yer aramıyordum, zaten CHP’li belediyelerde kapının önüne koyulan işçiler de “CHP’ye saldırmak” için yer aramıyordu. Nesnellik bizi buraya getiriyor. Biz tüm bu olanlar karşısında eleştiri yapmakla yükümlüyüz. Onların nesnelliği bu düzenin var ettiği yüksek maaşlı temsilcileri, bürokratları korumak; bizim nesnelliğimiz ise bu aygıtların her birini eleştirmek ve çoğunluğun lehine ortadan kaldırmak için mücadele etmek.

Tencere dibin kara, seninki benden kara

Durum belediyelerden atılan işçilere geldiği zaman hem AKP hem de CHP tarafından birbirlerine yönelik bu durumu eleştirme imkanı doğuyor. Bunu zaman zaman da dile getiriyorlar. İBB’den atılan işçileri AKP’nin her gün nasıl gündeme taşıdığını düşünün. Ancak son günlerde bir sessizlik almış başını gidiyor. Çünkü emeğin başkenti İstanbul’da AKP’li olan Üsküdar Belediyesi önünde ve CHP’li olan Ataşehir Belediyesi önünde işten atılan işçiler direnişini sürdürüyor. Bu işçileri iki taraf da dile getirmiyor, İBB’den atılan işçiler de anılmıyor.

El sıkışılmamış olsa da ortada bir anlaşma olduğu çıkarımını yapmak yanlış olmaz.
Sen bana karışma, ben de sana…
Ne güzel bir anlaşma.
İşten atılanlar hala işsiz, çalışıp evine ekmek götüremiyor. Bu yönetenlerin gündeminde değil.

Bazı atasözleri öyle anlamsızken bazıları tam konuyu özetliyor. Kim kime ne desin: Tencere dibin kara, seninki benden kara.

Keskin ayrımlar

Bu konuyu böyle açık seçik masaya yatırmamızın elbette ki gerekçeleri var. Tüm farklar ve keskin ayrılık noktaları bir bir açığa çıkmalı. Ekonomik kriz günlerinde işçiler susup oturmayı değil birlik olup direnmeyi seçiyor. Bunlar en imkanlı günlerimiz. İşçinin boğazındaki lokmaya kadar el uzatan iktidarın suyu kaynıyor. Biz bu ateşi harlayacağız, el birliğiyle.

Ancak bu ateşi harlamak için odun toplamaya girişenlerle, girişiyormuş gibi yapanların netleşmesi gerekiyor. CHP’nin bu tür adımlar atmasını olumlu değerlendirmeyeceğiz ama yaptığı bu hatalarla safını, işçi sınıfının karşısında netleştiriyor. Bir de suyu bulanıklaştıranlar var. Kendi saflarımız içinde olanlar ama daha dünden vazgeçmiş olanlar. Sendikaların, çeşitli kurumların başında bürokratçılık yapmayı sevenler. İşte bunların da her biri açığa çıkmalı. Çünkü işçi sınıfının böylesi hareketli günlerinde, direngen günlerinde suyun bulandırılmasına izin veremeyiz.

Tutumlarımız çok önemli. Andığımız her bir kavram bile tartışma konusuyken siyasal anlamda ipleri hiçbir zaman, işçi sınıfının gerçekten kazanması uğruna ayakta durmayanlara vermemeliyiz. Bireysel çıkarları için çeşitli ilişkilere tutunanlar, zamanı gelince sessiz kalmayı tercih edenler ve gerekeni doğru zamanda yapmayanları bu süreç sadece bize değil, her gün karşı karşıya geldikleri işçilere de gösteriyor.

Kimse cevapsız kalmayacak

İçinden geçtiğimiz süreçte işçilerin ekmek kavgasını görenlerle onların ekmeğini elinden alanların safları netleşiyor. Bunu başta İstanbul’un emek verenleri olmak üzere tüm ülke görüyor ve izliyor. Ancak sadece izleneceği düşünülmesin, işçilerin karşısında olan herkes her yerde cevabını alacak. Kimse bu yaşananların halı altına süpürüleceğini düşünmesin.

Konunun yine özüne gelmek gerekirse belediyelerden işçilerin atılmasına karşı ne yapmalı sorusuna yanıt vererek bu yazıyı birkaç madde ile tamamlayacağım.

1. Belediyeler, emek verenlerin oylarıyla seçilen belediye başkanlarının özel mülkü, şirketi değildir. Belediyeler kamunundur, başkanlar sadece halkın belli bir süre için seçtiği kişilerdir.

2. Ne iktidar partisi ne de muhalefet partisi elinde bulundurduğu belediyelere güvenmesin. Halkın oylarıyla gelenler ama halkı, yani işçileri kapıya koyanlar o koltukların başında oturmaya devam edemez. Oylar sevgiyle, bağlılıkla verilmez. Kendi hakkını savunmayanlara emek verenler bir daha oyunu vermeyecek. Herkes aldığı oyun “emanet” olduğunu bilsin.

3. Ekonomik krizi görmezden gelerek kim için istendiği belli olmayan “demokrasi” söylemleri çöküyor. Demokrat olduğunu ileri sürenler, belediyelerden işçileri kovuyor, haklarını gasp ediyor. Emek verenlere demokrasinin d’sini uygulamayanlar büyük bir çıkmazın içine giriyor.

4. Gündemimiz muhalefeti yerden yere vurmak değil. Tartışmamız işçilerin karşısında olmayı tercih edenlerle. Krizde emek verenlerin lokmasını boğazından alan AKP’dir. Buna çanak tutmaya aday olan muhalefet ise işçi direnişlerini aynı şekilde karşısında görecektir.

5. “Her şey güzel olacak” şemsiyesinin altına giren herkes şapkasını önüne alıp düşünsün. Kendi istikbali uğruna işçilerin ekmek kavgasının karşısına düşenler, hiçbir yerde bu davayı anlatamayacaklarını bilsinler.

6. Emeğin başkenti İstanbul’da ve bu ülkenin dört bir yanında fabrikaları, işyerlerini, belediyeleri dolduran emek verenler; tüm bu gerçekleri görmeli, hakkını yiyen herkesin karşısına örgütlü gücüyle çıkmalıdır. Ekmek yoksa hiçbir yerde anlaşma olmayacağını göstermelidir. Bugün direnenler, yarın birlik olacak milyonların önünü açıyor. Kendi hakkımız için attığımız her adım başka yerlerde hak mücadelesini örgütlerken; bizi sömüren ve sömürenlerin yanında saf tutanların da düzenini yıkma yolunda bir adım oluyor, bilelim.

Ne patronların ne de patroncuların kendini sağlama alabileceği bir yer kalmadı. Herkese kucak dolusu verilen sevgi işçi sınıfını işsizliğe, yoksulluğa mahkum ediyorsa direnen ve örgütlenen işçiler bu ülkenin yüz akı olarak sahneye çıkıyor ve çıkmaya da devam edecek.