Asgari ücret görüşmelerindeki iktidar temsilcileri, Yüksel Arslan'ın kapitalistleri resmettiği eserindekilere(*) benziyor. Masanın başını tutanları gözünden tanıyoruz.
Doğru, masaya muhalefet ettiğini ifade edenler de az değil. Gündemlerinin sıralamasında, anmalar silsilesinde 'biraz da asgari ücret' kabilinden konuyu ele almışlar, ince hesaplara girmişler.
**
Muhalefetten telaffuz edilen rakamların 3.000-4.000₺ sınırlarında kalmasına ne diyorsunuz? Anlaşılması da anlatabilmeleri de mümkün değil. Neye göre, kime göre sorularını tabi ki sormak gerekir. Ortalama alınarak bir hesap yapıldığı söyleniyor ama bu kadar mı ortalamacı olunur? Sermayeden yana bu kadar mı olurunu bulmaya çalışılır? İşsiz aşsız yoksul bırakılan işçi, sermaye ile yaşadığı çelişkiyi eline ‘iş, aş’ yazıp yaşamına son vererek ifade ediyor. Bu çelişki artıp ağırlaştıkça sendikalardaki bürokrasi de kendini düzenle uzlaşmaya adıyor.
İşçi sınıfının da rakamları var elbette. Öncelikle sendikaların açıkladıkları rakamın yoksulluk sınırı (8.000₺) ile alakası yok, TÜİK’in hesaplamalarının baz alındığı ifade edilmiş. İyi de TÜİK’in önerdiği rakam ortada 2.792₺, açlık sınırı değil ‘ölüm sınırı’ demiş olmadılar mı? Sermayenin en yüksek sömürü oranına ulaşması için ağır iş hafif iş tanımı getirerek, ölüm sınırlarında yaşatacak geliri milim milim hesaplıyorlar.
**
Asgari ücretin vergiden muaf tutulması başlığı, havada kapışıldı. Herkesin ‘vergiden muaf’ kampanyası oluverdi. Sigaradan bir dal alır gibi işçi sınıfı bakımından vergi konusunu halletmiş olmanın imkanı yok. Kimin yönetiminde, kimin gelirinden, ne düzeyde vergi? Bu kadar düzen içi yaklaşım ve gidişat ile vergide adalet sağlanamaz.
İşçi sınıfının örgütlü gücünün programı, ancak bu programa bağlı hareket edecek birimlerle, işçi lehine vergide adalet ile değerlendirilebilir, uygulanması planlanabilir. Yönetenler üzerinde baskı, denetim gücü yaratılabilir.
Eline ‘iş, aş’ yazan işçinin yaşadığı çelişkiyi anlamanın yolu, bir yerinden, bir dalından değil sermaye ile boylu boyunca çelişmekten geçiyor.
**
Olurunu bulma önerilerinin rakamları dayanıksız, mesela Yalçın Karatepe düzen sınırları içerisinde, tutarlılık çerçevesinde, asgari ücretin vergi dışı bırakılması konusunu çürütmüş. Asgari geçim indirimiyle verginin çocuklu ve evli işçinin ücretinde sıfırlandığı için ‘ücreti vergi dışında bırakma’ hikayesinin bir işe yaramayacağını anlatıyor.
Biraz uzun ve teknik görünebilir ama üzerinde durabilmek için hesaplamanın bir kısmını özet olarak buraya alıyorum. ‘2020 yılının asgari ücretin brütü 2.943₺ yapılan kesintiler: SGK İşçi payı %14 412₺ İşsizlik fonu %1 29,43₺ geriye 2.501₺ kalıyor, bu rakam Gelir Vergisi matrahı oluyor %15 375₺ Damga vergisi % 0,9 22,34₺ hepsini toplayınca brüt ücretten 839₺ düşülüyor yani 2.104₺ kalıyor. Şu anda işçinin eline geçen 2.324₺’den daha az, aradaki rakam iade edilen asgari geçim indirimi. Bütün çalışanlar için geçerli olan asgari geçim indirimi brüt ücretin yarısı üzerinden hesaplanan %15 vergi iadesi olarak çalışana yansıtılır. Yani 220₺ iade ediliyor vergi rakamı düşmüş oluyor. Çocuk sahibi olanlarda bu vergi neredeyse sıfırlanıyor. Asgari ücretten vergi alınmasın konusu evli ve çocuklu ailelerde önemli bir sonuç doğurmuyor. Vergiden bağımsız olarak yüksek oranda asgari ücret talep edilmeli, geçim indirimi tutarının %50 oranından değil asgari ücretin tamamından hesaplanması önerisi yerinde olabilir...’ İşçi sınıfı hakimiyetinde siyaset üretilmesi gerekirken ‘profesyonellik’ veya ‘uzmanlık’ devrede oldukça sınıfsal söylemin hali kalmıyor.
**
Yol TV’de geçen sene bu zamanlarda asgari ücret 2.324₺ olarak belirlendiğinde emekçi halkımıza mikrofon uzatan Özge Uyanık’ın aldığı cevaplar; ‘bu parayla onlar geçinmeyi denesinler, simidi bile bulamıyoruz, doğalgaz elektriğe %35 zam asgari ücrete %15 zam olmaz, açıkladıkları enflasyona kendileri de inanmıyor, asgari ücreti düzenleyenlerin maaşına bakmak lazım, asgari ücrete gelince enflasyon düşüyor, milletin enflasyonu ile hükümetin enflasyonu bir değil.’ Çeken bilir, çekemeyenler de bir gün bilene tabi olmak mecburiyetindedir. İnsan onuruna yaraşır denilip duruluyor ya, onur gurur karın doyurmuyor. Bu sözler boş havanda su dövmek gibi oluyor.
**
Başlıktaki "kimin malı" konusu şöyle çağrışım yaptı; ‘meta’ kavramını Orhan Hançerlioğlu Ekonomi Sözlüğü çalışmasında ‘mal’ olarak kullanır, daha net ifade etmesi bakımından, sermaye düzeni içinde kalan her türlü ücret yaklaşımına ‘kimin malını kimden esirgiyorsunuz?’ demek istedim.
İşçi sınıfının gerçek lügatına Kapital kitabıyla girmesi gereken ücret, emek gücünün değeridir. (Kapital-Karl Marx çalışmalarından) Emek gücü de işçinin yetenekleri ve çabasıyla yaratılabilir. Emek gücünün değeri, sahibinin, yani işçinin yaşamını sürdürebilmesi için gereken geçim kaynaklarının değeridir. Patronlar bu değeri TÜİK’in yaptığı gibi olabilecek en aşağı sınıra çekerler. Sermaye düzeni her yerde, her anda, dur durak bilmeden, sınır tanımadan bu indirgemeyi yapmak ister. İşte bakın, o en alt sınırı bulmak için TÜİK raporlarında kalori hesabı yapıyorlar. DİSK’de bu rakamları baz alarak bir hesaba giriyor.
Emek gücü üretim yaparken fazladan sarf ettiği tüm çabalar için fazladan gelire ihtiyaç duyar (çünkü patron hep daha fazla artı değere el koymak için daha fazla çalışmaya zorlar). Emek gücünün değeri belirlenirken de diğer metalara biçilen değer gibi olmaz. Emek gücünün sahibi işçilerin tarihsel rolü devreye girer. Bu tarihsel rolün en güçlü haliyle, bir an evvel devreye girebilmesi için yapılacak çok şey, görülmesi gereken çok imkan var.
*Yüksel Arslan - Arture 181, Tekelci Devlet Kapitalizmi