Pandeminin ölümcül etkisine en çok çalışan emekçiler mecbur bırakılıyor. Sadece Kasım ayında, 294 işçinin yarıdan fazlası Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetmiş (İSİG verisi).
Açıklanan rakamların ve üzülmenin sınırlarında kalınamayacak bir tablo var. Çoğu insan artık gayet iyi biliyor, bilim insanları defalarca açıklıyor; tam kapanma olmadıkça felaket büyüyor.
Tam kapanma, çalışanların geçimine çözüm bulunması, ücretlerinin tam ödenmesi anlamına geliyor. Böyle olunca, hele de evden çalışma imkanı olanlar ‘'Tam kapanma yapamazlar, para kalmadı artık, yediler bitirdiler' diyerek en kolay ve mantıklı olanı söyleyip işin içinden sıyrıldıklarını sanıyor. Kendini sağlama aldıysan sorun yok değil mi? İşin aslı hiç öyle değil, konu böyle kapanmaz, zaten kimse kendini sağlama almış görünmüyor.
Ülkenin ekonomik kaynaklarının kalmamasının ötesinde (ki öyle değil, ayrı bir değerlendirme konusu) bir nesnellik görmezden geliniyor; ‘Sermaye egemenliğinin kılı kıpırdar’ diye yönetenlerin ödleri kopuyor.
Tam kapanmayı ne olursa olsun gündeme almıyorlar. Binlerce artan ölümleri gündemde tutuyorlar. Bilim insanları kabul edilemez bir saflıkla ‘ekonominin bu şekilde daha çok kaybettiğini, tam kapanmayla düzenin kazancının daha iyi olacağını’ anlatıyor. Sermayenin yegane amacı her koşulda sömürü çarklarının dönmesidir. Emek gücünün ürettiği artı değere, bir saniye bile ara vermeden el koymak isterler.
Emeğiyle geçinen, geçindirilen evlerin, hatta geçinemeyip hayatta kalma savaşı verenlerin belli bir kesimi bu nesnelliği bilmiyor, bir kesim anlamak istemiyor, bir kesim ikna olmuyor.. Önemli bir kesim de önce kendi sınıfından gelecek adımları bekliyor, herkes birbirini bekler hale gelebiliyor.
Bir de ‘Bunları konuşuyoruz da emekçi halk ilgilenmiyor’ diyenler var. Bunu diyen kardeşlerimiz emekçi halkın durumundan, konumundan, tavrından kendini sorumlu görüyorsa, birlikte değerlendirebiliriz.
Muhalefetin hali içler acısı, toplum bu kalıpta sermayeden değil de emekçilerden masaya yumruğunu indirmesini bekliyorsa elbette iyidir. Her şeyden önce emekçilerin içerisinde bulundukları nesnellik etraflıca ele alınmaya muhtaçtır. Ama hemen söylenebilecek maddi temeller var.
Kapitalizm işleyişi gereği devamlı işsizlik yaratıyor, işsizler ordusu büyüdükçe çalışanlar her an yerine biri alınacak korkusuyla çalışıyor. Sendikalardaki bürokrasinin varlığı, var olan harekete ancak ve ancak zarar veriyor, geriye çekiyor. Muhalefet, anti kapitalist çizgiden uzak kaldıkça patronların ekmeğine yağ sürülüyor.
Bu nesnelliği aşarak işten atmalar, büyük baskılar, saldırılar, tehditler altında pek çok yerde emekçiler direniyor. Büyük kısmı ekonomik haklarını kazanma hedefinde olan direnişlerin bir yerde veya zamanla ortak bir siyasal hedefte buluşması ülke geleceğini de değiştirebilir, kurtarabilir.
Tarihimizde 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin böylesi bir siyasal sınıfsal karakteri ve yeri var. Dönem, yapı, süreç, gelinen aşama çok büyük farklılıklar arz ediyor. Döneminde bürokrasinin değil emekçilerin hükmündeki DİSK’in varlığını işçi sınıfı birleşik gücüyle kazanmıştı. Sermaye egemenliğinin her türlü baskı ve saldırganlığını militanca alaşağı etmişti. İşçi sınıfı düzeni değiştirebilecek gücünü ortaya koyma imkanı elde etti. Anti komünistlere ağır bir ders verdi. Tarihin bu satırlarının altını çizmiş olalım.