AKP’nin son bir ayda tartışmaya açtığı ve hamle yaptığı gündemler toplumun birçok kesiminin ya örgütlülüğüne, ya özgürlüklerine, ya da en temel haklarına saldırı niteliğinde. Peki bu hamleleri nasıl tanımlamalı, bunlara karşı nasıl politika geliştirmeli? Bu hamleler erken seçim hazırlığı mı, Babacan ve Davutoğlu’na karşı hamleler mi, yoksa AKP’nin heybesinde zaten yer alan ve yalnızca sırası gelenler mi? Peki bunların hepsi bir torbaya doldurulup konuşulabilir mi?
AKP’nin hamlelerinden en önemlileri ve en zararlıları elbette emekçilere yönelik ücretsiz izin düzenlemesinin uzatılması ile İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, imzadan çekilmenin gündeme getirilmesi. Bunların ardından tüm toplumun ifade özgürlüğünü biraz daha kısacak olan sosyal medya düzenlemesi sayılabilir. Son olarak da hem adil bir yargının son kalan temelini yıkmak hem de bir direnç oluşturan avukatların gücünü kırmak için çoklu baro düzenlemesi hızlıca Meclis’ten geçirildi.
Bir adım geriye çekilerek bakıldığında tüm bu hamleler hem AKP’li sayılmanın özünü oluşturan kültürel kutuplaşmayı harekete geçirmeye, hem Davutoğlu ve Babacan’ın ivmesini kırmaya, hem de Erdoğan’ın ‘bir şeyler yapabilen lider’ görüntüsünü sürdürmeye yarıyor. Tüm bu sayılanların doruk noktasına çıktığı durum Ayasofya’nın müze olmaktan çıkarılması ve cami olarak yeniden açılması. AKP Ayasofya kararıyla biz ve onlar söylemini tekrar devreye sokmuş, kendi geleneğini hatırlatmış ve sözümona “dünyaya kafa tutmuştur”. Burası AKP’nin en güçlü olduğu noktadır çünkü tamamen semboliktir. Toplumun zaten istiyor olması, önemsemiyor olması veya fikri olmaması önemli değildir. Ayasofya geçmişten getirilip ister milliyetçiliğin, ister fetihçiliğin ihtiyacına göre şekillendirilmiştir.
Bu gündemler arasındaki çatlak ise ekonomik krizin AKP için yarattığı çözümsüzlüğün bir yansıması olan ücretsiz izin düzenlemesinin uzatılmasıdır. Bu düzenleme ancak patronların isteğiyle salgının olağanüstü durumunun olağanlaştırılmasını istemek olarak okunabilir. Burası da AKP’nin en güçsüz olduğu noktadır çünkü tamamen somuttur. İnsanlar fırsatlarını bulduğu her anda ekonomiden yakınmakta ve sırf bu yüzden AKP’den kopmaktadır. Burada sembolik olan hiçbir şey yoktur, yalnızca ekmek; emekçi sınıfların ekmek kavgası vardır. O nedenle ne çarpıtılabilir ne de “algı operasyonuyla” değiştirilebilir. Bunu en çok gören de yine AKP’dir. Her şeye laf yetiştiren parti sözcüleri, bakanlar ve yandaşlar ücretsiz izin uygulamasının uzatılabilmesi ile ilgili çıt çıkarmamaktadır.
Tam da bu nedenle üstüne gidilmesi gereken asıl gündem, AKP’ye çakılması gereken asıl çivi de budur.
Kendini sosyalist addeden birçok gazeteci ve yorumcu Ayasofya kararıyla ücretsiz izin düzenlemesinin uzatılmasını aynı paranın iki yüzü gibi ele alıyor. İki hamleyi gerici ve sermaye düzenine tamamen teslim olmuş bir rejimin iki boynuzu, Ayasofya kararını ekonomik krizi yönetmenin bir yolu olarak açıklıyorlar. Bu değerlendirmenin tersine bu iki hamlenin bağlantısı ancak AKP’nin en güçlü olduğu nokta ile en güçsüz olduğu noktanın üzerinin örtülmesi olabilir. Koronavirüs süreci AKP’yi uzun bir süre savunmada, yalnızca salgının ortaya çıkan etkilerini geçiştirmek zorunda kaldığı bir pozisyon da bıraktı. Son dönemde ise bu durum en azından görünüşte tersine çevrilmeye çalışılmaktadır. Ücretsiz izin uygulamasının uzatılması gerekliliği işte o kriz döneminin hala çözülememiş sorunudur. Ayasofya kararı ise tam anlamıyla AKP’nin planlayıp gündeme getirdiği bir ‘sorundur’. Aynı zamanda Ayasofya kararı demokrasi ve laiklik mücadelesinin gündemleri içinde bile insanlara en uzak olandır çünkü taraflar için de anlamı sembolden öteye geçmiyor (Diğer gündemlerin yakıcılığı içinde).
AKP’nin diğer saldırılarının arasında Ayasofya meselesini laiklik mücadelesinin merkezine almak ancak bir kafa karışıklığının sonucu olabilir. Bir müze olarak Ayasofya elbette cumhuriyetin ve modernleşmenin bir sembolüdür. Ama yalnızca bir semboldür. Hatta yüzyıllar önce Fatih Sultan Mehmet’in kararı bile gerçek bir cami ihtiyacının değil fethe bir sembol ihtiyacının sonucu alınmışa benziyor. Sosyalist bir siyasetin semboller içinde boğulmasına ve bunlar üzerinden taleplerini geliştirmesine ihtiyaç yok. Sembollere fazla önem vermek, en son raddede muhafazakar bir dünya görüşünün egemenliğiyle sonuçlanır. Temelleri topluma, toplumun sembollerle çarpıtılmamış gerçek ve güncel taleplerine dayanan bir siyaset tek parola olmalıdır. AKP’nin en zorlandığı, çözmeyi veya bastırmayı başaramadığı gündemler bunlardır. Siyasi deneyimlerimiz de bunu açıkça gösteriyor.