Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı dünya gündeminde birçok tartışmayı tekrar başlattı. NATO, Ukrayna, ABD, Avrupa, Rusya ve hatta Çin arasındaki ilişkiler tartışılıyor. Ülkelerin tarihsel konumları, dış politikaları, askeri güçleri masaya yatırılıyor. Bunların yanında Ukrayna'daki saldırının sonucu olarak evlerine bombalar düşen, göçmek zorunda kalan, yakınlarını kaybeden insanların dramları da elbette gündeme taşınıyor.

Tüm bu tartışmaların, haberlerin ve bazen de kuru gürültünün ötesinde unutmamamız gereken bazı temel gerçekler var. Ancak bunlara dayaranarak sosyal medya çağındaki manipülatif tartışmalardan, insanı felç eden bir karamsarlıktan ve gelip geçici, etkisiz hezeyanlardan uzak durabiliriz.

Bunlardan ilki, iki ülke arasındaki bir savaş durumunun her zaman o ülkelerdeki emekçileri, yoksulları, belli imkanlara sahip olamayanları vurduğudur. Bu durum hem bir saldırının hedefi olanlar için geçerlidir hem de saldıranlar için. Bombalar her zaman halkın evlerini, apartmanlarını vurur. Altyapı hizmetleri, hastaneler, okullar yıkılır. Halkın ihtiyacı olan yollar, fabrikalar, tesisler yok edilir. Orduları dolduran, en ön cepheye gönderilen askerler hemen hemen her zaman emekçi halkın çocuklarıdır. Mayınlara, kurşunlara ilk onlar hedef olur. Savaşlar elbette güncel politik konumların, tarihsel süreçlerin ve belli çıkar çatışmalarının sonuçlarıdır. Bu noktalar elbette konuşulabilir, tartışılıp değerlendirilebilir ancak savaşın emekçi halklar için yarattığı felaket hali unutulabilecek bir durum olamaz.

İkinci konu ise şu anda Ukrayna üzerinden gündeme gelmiş savaş halinin dünya çapında bir anormallik değil kural olduğudur. Elbette Ukrayna’daki durum, Avrupa’nın sınırlarında olması, gelişmiş devletlerin dahli ve içerdiği tehlikeli olasılıklar nedeniyle yüksek önemde. Yine de Ukrayna’daki savaşı konuşurken dünyanın birçok noktasında bu türde çatışmaların zaten yıllardır devam ettiğini, geniş kitlelerin savaş tehlikesi altında yaşamaya alışmak zorunda kaldıklarını atlayamayız. Ukrayna’daki olgu aynı anda Yemen’de, Filistin’de, Afrika’da ve Ortadoğu’da da yaşanmakta. Yani savaşların yarattığı felaketlere karşı bütünsel bir karşı duruş hayati önemde.

Son olarak da savaşların içinde yaşadığımız kapitalist düzenin sonucu; hatta arada sırada görülen bir sonucu da değil, bir kural olarak ortaya çıkan sonucu olduğunu asla akıldan çıkarmamalıyız. Böyle bir bakış açısının dışındaki her görüş, fikir dünyamızı içinden çıkılmaz bir cendereye sokar, en sonunda da savaşların insanlık için kaçınılmaz bir olgu olduğu yanılgısına vardırır. Ancak savaşlar insanlığın kaderi değildir. İnsan doğasındaki şiddet eğiliminin sonucu değildir. Tarihin başından sonuna yaşanması gereken bir zorunluluk değildir. Dünya, ülkelerin sermaye sınıflarının çıkarlarından ibaret de değildir. Silah üretimi ve satışı, dünya ekonomisinin asla değiştirilemez bir parçası da değildir. İnsanlık ilelebet organize bir yıkıma mahkum değildir. Yani kapitalizmin ve onun sonucu savaşların başka bir alternatifi vardır. Bu felaketlerin olmadığı bir dünya mümkündür.

Savaş kapitalizmin kuralıdır. Ancak kurallar delinebilir, bu kuralları ortaya çıkaran düzen yıkılabilir.