İşsizlik kapitalizmin kadim sorunu. Yedek işgücü ordusu yani başka bir deyişle işsizler, sistemin işleyiş mekanizmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle kriz zamanlarında üretimin hızla azalması ile işsizlik oranları her zamankinden çok artıyor. Bu artışın önüne geçememek kapitalizmin en büyük zaaflarından biri. İşsiz, yoksul, aç ve sisteme karşı öfke biriktiren milyonlar kapitalizmin yaman çelişkisi olarak ortada duruyor. Tabi artan işsizliğin sistemin işine geldiği durumlar da var: İşsiz kalma sopası gösterilerek, maaşlarının düşürülmesinden örgütsüz çalışmaya kadar işçilere en kötü şartlar dayatılıyor. Bu durum korona salgını ile daha çok ayyuka çıkmış vaziyette.

2008 krizini atlatamadan korona salgını ile birlikte gelen ekonomik krize yakalanan kapitalizmin hali, grip olan bir hastanın tam iyileşmeye çalışırken hastalığın ciğerlere inmesiyle yeniden yataklara düşmesine benziyor. Dünya genelinde üretimde durgunluğun yaşandığı, hatta bunu aşabilmek uğruna ticaret savaşlarının başladığı günlerden geçmekteyken üzerine korona salgını geldi. Neoliberalizm için işler daha da çıkmaza girdi. Daralan üretim daha da daraldı. Üretimin daralması, pek çok sektörün durması işsizliğin artışını getirdi. Aslına bakarsak, bu gördüklerimiz daha başlangıç. Salgının ardından işsizliğin boyutunun nerelere varabileceğine dair bazı gözlemleri paylaşalım.

Veriler önemlidir

ABD’de salgın döneminde işsizlik ödeneğine başvuranların sayısı 39 milyonu bularak koronavirüs öncesi döneme kıyasla 10 kat artmış durumda. Şu an ABD’de işsizlik oranı %14,7 seviyesinde. Üstelik ABD salgını atlatma belirtisi bile henüz göstermedi, hasta sayısı halen düşmeyen bir ülke konumunda. Merkez Bankası işsizliğin Mayıs’ta %25’i bulacağını tahmin ediyor. Bu oran ABD’de son olarak 1930’da Büyük Buhran döneminde görülmüştü. En çok işçi çıkaran sektörler arasında otomotiv ve ulaşım hizmetleri ilk sırada geliyor.

Japonya’da ise korona salgınının ekonomi üzerindeki etkisinin 2008 krizinden daha derin olduğu belirtiliyor. 2008 krizinde Japonya’da yaklaşık 950 bin kişi işsiz kalırken korona döneminde işsiz sayısının 3.1 milyon kişiye ulaşacağı öngörülmekte.

Gelelim Türkiye’ye. Kapanan on binlerce işletme Türkiye’de zaten yüksek olan işsizlikte bizi nasıl bir patlamanın beklediği üzerine fikir veriyor elbette. Ama biz bazı verilere de göz atalım. Geçtiğimiz hafta İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü tarafından önemli bir araştırma sonucu yayınlandı. Şimdi bu araştırma verilerine göre konuşacağız ama bunu yapmadan önce peşinen söyleyelim: Ekonomik gidişata ilişkin “uzmanlar konuşsun, biz dinleyelim” durumuna asla düşmeden bunu yapacağız. Bazı veriler ışığında kendi ekonomi politik tartışmamızı yürüteceğiz. Peki neden araya girip bunu belirttik? Ekonomik gidişat üzerine tartışmayı “uzman”lara havale eden solculardan olmamak gerektiğini bir kez daha hatırlatmak için.

Bu ara sözün ardından araştırma sonuçlarına dönelim. En çarpıcı sonuçlardan biri şu: Türkiye’de salgın döneminde işsiz kalanların sayısının 3.2 milyona ulaşacağı öngörülüyor. En iyimser senaryoda bile işsizlik oranı %20’ye dayanacak. Yani çalışabilir durumdaki her 5 kişiden 1’i işsiz kalacak. Gelir kayıplarının ise en kötü etkilenen sektörlerde %75’e ulaşacağı düşünülüyor. Bu süreçte işten çıkarmaların üç aylığına yasaklanması nedeni ile işsizlikteki ani artış hemen ortaya çıkmayacak. Önümüzdeki aylarda karşımıza gelecek. Ama görünen köy kılavuz istemiyor.

Şu an başta gençler olmak üzere en az 10 milyon işsiz olduğunu düşünürsek, korona nedeniyle bu sayının 13 milyona çıkacağını söyleyebiliriz. Rakamlar bize neredeyse her evde bir işsiz olduğunu gösteriyor.

İşsizler nerelerde birikiyor?

İş kollarındaki duruma bakmak önem taşıyor. Hangi sektörde ne gibi bir işsizlik patlamasıyla karşı karşıya olacağımızı bilmek, harekete geçmemiz gereken alanları bize gösterecektir. İşsizliğin en fazla yaşandığı sektörler inşaat, turizm, eğlence, giyim ve kültür-sanat. İnşaatta durum malumunuz. Yıllardır ranta betona yatırılan paralar nedeniyle şişirilen inşaat sektörü aslında geçtiğimiz yazdan beri ciddi bir işsizler ordusu yaratmaya başlamış vaziyetteydi. Korona ile birlikte konuta olan talebin düşmesi inşaat alanında işsizliğin artış hızını da katladı. İnşaat işçilerinin haklarını alabilmek üzere salgın sürecinde bile devam eden eylemlerine bakmak, bu alanda yaşanan patlamayı görmemize yeterli.

Hizmet sektörüne giren turizm, eğlence, kültür-sanat gibi iş kollarında ise büyük oranda korona günlerine bağlı bir işsizlik artışının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu alanlardaki işsizliğin salgın önlemlerinin gevşetilmesiyle azalma potansiyeli de barındırdığını göz önünde bulundurmamız faydalı olacaktır. Bu alanlarda salgın döneminde karşımıza daha çok “işini kaybedersen yerine çalışacak yüzbinler var” baskısı ile patronların dayatmaları öne çıkıyor.

İşsizliğin arttığı sektörlerin arasında, hem sanayi dalı olması hem de Türkiye’nin ihraç ettiği ender üretim mallarından olması nedeniyle giyim ve tekstil iş kolunun ayrı bir önemi olduğunu belirtelim. Türkiye tekstilde dünyada 6., hazır giyimde ise 8. büyük ihracatçı ülke. Avrupa hazır giyim ve tekstil pazarında ise ilk 3’te yer alıyor. Yani tekstil iş kolu Türkiye’nin vazgeçemeyeceği bir alanken salgın döneminde dünya çapında giyime yönelik talebin azalmasıyla bu sektör birden düşüşe geçti. Kartla yapılan giyim harcamaları %64 geriledi. Yüz binlerce işçi işsiz kaldı, bir o kadarı da ücretlerinin ödenememesi ile karşı karşıya bırakıldı. Bu alandaki patlayan işsizlik de öyle kolay toparlanacağa benzemiyor.

Korona salgını ile katmerlenen bir krizin içinde debelenen neoliberalizm, milyonlarca işsize, yoksula çare olmak şöyle dursun patronları nasıl kurtaracağını bile şaşırmış vaziyette. Düştüğü bataktan çıkması öyle kolay görünmüyor. Dünyada tablo böyleyken, Türkiye’de de “durumumuz iyi” söylemlerinin paçalarını kurtarmaya yetmeyeceğini anlamış vaziyetteler. Bu nedenle “ithalatı sınırlandırmak” gibi neoliberal politikalarla bağdaşmayan öneriler dile getirme telaşına düştüler bile. Tabi bunun nasıl yapılacağını konuşan yok. Fabrikalar mı açılacak? Özelleştirilerek kamunun elinden çıkarılan işletmeler tekrar mı kamulaştırılacak? Rant-beton ekonomisinden vaz mı geçilecek? Bunlara dair hiçbir plan açıklanmış değil. Tıpkı önceki dönemlerde “1 milyon yeni istihdam” sözleri verilip hiçbirinin hayata geçmemesi gibi boş lakırdıdan ibaret bir ekonomi politikası önümüze sunuluyor.

Kaldı ki bu kez TÜİK’in sayıları gizlemesiyle de kendilerini kurtarmaları mümkün görünmüyor. Buna rağmen; iş aramayanları, ev işleriyle meşgul kadınları, çalışma yaşında olan öğrenci gençleri işgücünden saymayarak işsizlik oranlarını düşük gösteren TÜİK, korona günlerinde yine numaralar peşinde. Bu dönemde kısa çalışma ödeneği ile haftada 1 saat çalışan bile “iş sahibi” sayılıyor örneğin. Ücretsiz izne çıkarılanlar “işsiz” olarak kayda geçirilmiyor. Geçtiğimiz hafta yeni atanan TÜİK Başkanı’na bu görev verilmiş anlaşılan.

Ancak üzeri örtülmekle gizlenemeyecek büyük gedik açıldı bir kere. Ve bu kez öyle kolay kapatamayacaklar. Kolay kapatacaklarını, bunu da atlatacaklarını savunmak kapitalizme kendinin bile güvenmediği kadar güvenenlerin işi. Bize düşense işsizlik her neredeyse patlamanın da oradan olabileceğini öngörmek, bu gediğin üstüne üstüne gitmektir.