Matematikte çok bilinmeyenli denklemler vardır. Karmaşık görünür. Doğru formülü bilene ise kolaydır. Siyaset de biraz buna benzer. Doğru formülü bulmadan çok bilinmeyenli konulara dair sorulara cevap bulmak mümkün olmaz. Doğru formülü bulmak ise zorludur. Defalarca denemek yanılmak gerekir. Bilinmeyenler arttıkça cevabı bulmak her zamankinden daha meşakkatli bir hale dönüşür. Kaldı ki çeldirici seçenekler de çoktur. Manipülasyonlar, kafa karıştıran yollar, yanıtı ararken aşmak gereken engellerdir. Üstelik yanıtı bulmak da yetmez. Bu yanıt doğrultusunda harekete geçmek gerekir.
Ekonomik gidişat söz konusu olduğunda bu çok bilinmeyenli denklem süreci işlemeye başlar. Elimizdeki veriler ne kadar çoksa cevaplanması gereken sorular da o kadar çoktur. Ne kadar çok yanıt bulunursa harekete geçmek gereken konular o kadar çoğalacaktır.
Kapitalizm korona salgını ile birlikte dünya çapında görüp görebileceği en derin ekonomik krizlerden birini yaşıyor. Koronanın hemen öncesinde bu krizin belirtileri vardı. ABD büyümede duraklama dönemine girmiş, Çin’le ticaret savaşı çıkararak yarattığı rekabet koşulları sayesinde ayakta kalmaya çabalıyordu. Avrupa kapitalizminin belkemiği ekonomilerinden Almanya’nın bile sanayi üretimi düşmüştü. Bir de bu tablonun üstüne korona salgınının patlak vermesiyle neoliberalizm hepten çöküşe geçti. Çok sınırlı alınan salgın önlemleri bile neoliberal politikaları uygulanamaz hale getirmeye yetti. Bununla da kalmadı, sadece birkaç ay içerisinde can çekişmeye başlamasına neden oldu.
Görünen köy kılavuz istemez
Önde gelen burjuva ekonomistleri, neoliberalizmin salgınla birlikte tıkandığını itiraf ediyor. Salgın öncesi döneme 2022’nin sonundan önce dönülemeyeceği öngörülüyor. Tüm kapitalist ülkeler açısından eksilerde olan büyüme rakamlarının 2021’de daha da kötüye gideceği açıklanıyor. Avrupa’da geçici işsizlik ödenekleri 2021 yılı ortasına kadar uzatılıyor. ABD halka para dağıtıyor.
Şurası açık neoliberalizmin boğuştuğu bu derin krizin, kendi mevcut işleyiş biçiminden başka hiçbir nedeni yok. Hep daha çok tüketim üzerine kurulu sistem salgınla birlikte gelen belirsizlik ortamında tüketimin düşmesi gerçeğine tosluyor. İşsiz kalan ya da henüz işsiz kalmayan ama salgın nedeniyle geleceği kestiremeyen insanlar daha az tatile çıkıyor, daha az ev satın alıyor, kısacası her şeyi daha az tüketme yoluna gidiyor. Bu nedenle neoliberal ekonomiler sistemin kendi yapısı gereği krize doğru koşar adım sürükleniyor. Sistemin tıkanmışlığını herkes görüyor. Mızrak çuvala sığmıyor. Alınan tedbirler salgını tamamen durdurmaktan çok uzak. Sağlık ücretsiz değil, hastaneler özelleştirilmiş halde, parası olmayan hatırı sayılır bir tedavi göremez durumda. Üretimi durdurup emekçileri evine göndermek ise hiçbir kapitalist ekonomi açısından uygulanabilir değil. Salgınla birlikte işsizler ordusu gitgide artıyor. Yani emekçiler sadece neoliberalizmin çaresizliğini görmekle, kamucu politikalar istemekle kalmıyor. Öfke giderek birikiyor.
Tencere dibin kara, seninki benden kara
Bu söz, Türkiye’de AKP yönetiminin izlediği politikayı özetliyor. AKP ekonomide manipülasyon siyasetinden asla vazgeçmiyor. Ekonomi yönetimi “diğerlerinden daha iyiyiz” politikasının bir gram dışına çıkmıyor. Her gün televizyonlara çıkmaya devam eden sağlık bakanı bile aynı zamanda patron olmasından mıdır, yoksa iyi öğretildiğinden midir bilinmez, her gün aynı nakaratı tekrarlıyor: Diğerlerinden iyiyiz. Hazine bakanının zaten ondan aşağı kalır yanı yok. Doların fırlaması, ekonomik göstergelerin kötüleşmesi, hiçbiri onu bu nakaratı söylemekten alıkoyamıyor: Dünyadan iyiyiz. Eh ne de olsa bizzat Erdoğan’ın “dünya bizi kıskanıyor” söylemi ortada duruyor. Neoliberal düzenin çivisi çıkmış, can çekişiyor halde. Senin ekonomin nasıl sağlam olacak?
Böyle bir durum hiç yokmuş gibi “ekonomimize saldırı var, dış güçler devrede” gibi komplo teorilerinden de vazgeçilmiş değil. Haziran’da turizm sezonunun gelmesiyle buradan gelecek gelirden asla mahrum kalmak istemeyen iktidar birdenbire “kontrolsüz” sosyal hayata geçiverdi. Türkiye’de vakalar ne kadar da düşük diye böbürlendi. Böylece kendi söyledikleri nakarata kendileri de inanarak “diğerlerinden iyiyiz” cin fikirliliğini devreye soktular. Ama kazın ayağının öyle olmadığını gördüler. Salgının yayılmasını kontrol etmedikleri gibi ekonomide de kontrolü asla ellerine almış değiller.
Biraz da gerçeklerden konuşalım
Türkiye’de koronovirüsün ekonomik gidişatı nasıl etkilediği üzerine konuşan herkes ister istemez ilk olarak işsizliği konuşmaya başlıyor. Nasıl konuşmasın? İşsizliğin ulaştığı boyut toplumun yarısının işsiz olduğunu ortaya koyuyor. Burjuva ekonomistler yüzleri bile kızarmadan ekonomide “V tipi” diye bir toparlanmadan bahsediyor. Anlattıkları masal şu: Ekonomide toparlanma olduğu için normalde iş aramayan işsizler iş aramaya başladılar. Böylece de işsizlik oranları yükseldi. Pişkinliğe bakınız. Doğru tabi. İş bulmaktan ümidini yitirenler resmi rakamlarda işsiz bile sayılmadığı için bu mantıkla kimse iş aramazsa ortada işsizlik de olmaz!
Bu iflah olmaz patroncular için rakamların bir önemi yok ama biz yine de bilelim. Türkiye’nin en vazgeçilmez ihracat alanlarından tekstilde bile ihracat durma noktasına geldi. Üretimde daralma giderek büyüyor. Türkiye 196 ülke arasında en yüksek enflasyona sahip 18. ülke konumunda. Son 8 ayda bütçe açığı 110 milyar TL, borçlanma ise 250 milyar TL olmuş. 2020’nin ilk 7 ayında 21 milyar 629 milyon dolar cari açık verilmiş. İhracat bu dönemde 15,9 milyar dolar düşmüş.
Durum böyleyken hala manipülasyon peşinde olan, doğalgazdan ekonomik sıçrama yakalama hikayeleri anlatan iktidarın emekçilere vadettiği gerçek tablo ise şudur: Çalışabilir nüfusun yarısı çalışmıyor. Emekçilerin ayda 1170 TL’ye tamah etmesi beklenen ücretsiz iznin süresi 2 ay daha uzatılıyor. Kısmen daha yüksek maaş alınabilen kısa çalışma ödeneğine, koşulları sağlayıp da başvurabilenlerin sayısı neredeyse bir elin parmakları kadar. BES’te biriken fonların sermayeye ucuz kredi olarak verileceği açıklanıyor. Fabrikalarda işçiler arasında salgın yaygınlaşıyor ama hiçbir önlem alınmıyor.
Her fırsatta “kendi önleminizi kendiniz alın” diyerek topluma ayar verme peşinde olanların kendi sonlarını hazırladığı da elbette açık. Çözüm önerisi olmayanlar oy kaybetmeye de çökmeye de mahkum hale geliyor. Sistemin bu hızda tükenmesi başka seçeneklere yönelme arayışını da doğurmakta. İşçi sınıfının önünde buradan ilerlemek imkanı duruyor. Çünkü çözüm önerisi olmayan sistemin karşısında elinde elmas gibi değerli bir imkan duruyor. O da çözüm için harekete geçebilecek gücü kendinde barındırmasıdır. Öyleyse formül oluşmaya başlıyor demek. Denemenin, yanılmanın, doğruluğuna karar vermenin zorlu yolundayız. Elimizi korkak alıştırmayalım. Tükenen sistemde açılan gedikleri kapatmanın değil büyütmenin yollarını bulalım.