Dolar kurunda ani artışların olduğu bir hafta bitti. Dolar “kritik eşik” olarak tabir edilen 7 TL’yi geçmiş durumda. Hatta Ağustos 2018 rekoru olan 7.24 seviyesini bile gördü iniş çıkışlar esnasında. Bunun üzerine AKP “ekonomiye dış güçlerin saldırısı var” manipülatif söylemini tekrar ortaya atmaktan kaçınmadı. Merkez Bankası döviz rezervlerinin eksiye düştüğü ortaya çıktı. Damat Bakan Berat Albayrak’ın TL verip karşılığında dolar almak için farklı ülkelerle swap sözleşmeleri kovaladığı ama görüşmelerinden olumlu yanıt alamadığı biliniyor. Kaldı ki Türkiye gibi ekonomisi ağırlıklı olarak yabancı sermaye girişlerine dayanan diğer ülkelerde de “dolar kıtlığı” yaşanmaya başlamış durumda.

Durum böyle olunca döviz kurları üzerine kafa yormak da kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü döviz kurlarının iniş çıkışları ekonomik gidişatı gösteren önemli etkenlerden oldu her daim. Hele de Türkiye gibi üretimin yerini ithalatın aldığı, dış borcun arşı alaya ulaştığı ülkelerin para birimlerinin dolar karşısında değer kaybetmesi oldukça önemli bir gösterge. Peki ekonomik çöküşün finans alanındaki bu işaretleri neden ortaya çıkıyor?

Kriz derinleşiyor

Enerjisi birikip duran bir yanardağın sonunda patlaması gibi düşünebiliriz bu süreci. Her şey 2008 krizi döneminden başlıyor. ABD’nin krizi atlatmak için ucuza, bol dolar dağıttığı günlerde bol bol dolar alan AKP bu paraları fabrikalara, üretime değil ranta, inşaata yatırdı. Daha sonra 2013 yılı gelip çattı ve ABD bu politikasından vazgeçti. Bunun üzerine Türkiye’nin dış borcu, bütçe açığı giderek artmaya başladı. Bugünlere geldik. Geçtiğimiz yılın verileri ortada: 124 milyar TL ile önceki yılın %70 üstünde bütçe açığı, 473 milyar dolarla milli gelirin kat be kat üstünde dış borç. Bir de üzerine hali hazırda çok yüksek olan işsizlik, salgın döneminde daha da arttı. Alım gücü düştükçe düştü. Öyle ki bütçeyi oluşturan en büyük gelir kalemi olan vergiler artık toplanamıyor. Kamuya ait tüm malların da satıldığını düşünürsek, yedek akçelerin de nereye gittiği belirsiz Varlık Fonu’nun da hazineyi kurtaramayacağı açık.

Tüm bunların birikimi TL’nin diğer para birimlerine oranla gün geçtikçe değerini yitirmesi sonucunu doğuruyor. Bu hafta doların aniden yükselişinin bütün bu saydıklarımıza ek olarak gelişen nedenini ise meraklısı için şöyle özetleyelim: Merkez Bankası bu dönem alınan kararla para basıyor. Bu paraların direkt hazineye aktarılması, ekonominin çöküşünü resmen ilan etmek anlamına geleceğinden bunu yapamıyorlar. Bu nedenle kamu bankalarını devreye sokuyorlar. Basılan paralarla kamu bankalarının elindeki devlet tahvilleri alınıyor. Kamu bankaları da ellerine geçen bu yeni paralarla hazineden yeni tahviller alıyor. Böylece bir nevi ali cengiz oyunu ile basılan para yine hazineye girmiş oluyor. Hazine de bu parayla borçlarını ödüyor. Hazineden piyasaya bir anda çok fazla TL çıkışını dengelemek için Merkez Bankası bu sefer dolar satıp TL alıyor. Sonuç: Merkez Bankası’ndaki dolar rezervi eksiye düşüyor. Ne kadar TL basılıyorsa doların fiyatı da o kadar artıyor.

Borç borçla bile kapatılamıyor

Dolar arttıkça mevcut borcu daha da katmerlenen AKP iktidarı, ekonomiyi yönetmenin bir kuralı haline getirmiş olduğu borcu borçla kapatma yolunu bile uygulayamaz hale geldi. Çünkü bu haliyle Türkiye ekonomisinin artık borç alma kapasitesi de kalmamış vaziyette. Yani “IMF’den borç almayız” söylemleri tamamen pozdan ibaret. Şu an AKP, IMF’nin kapısına gitse geri çevrileceğinden neredeyse emin. Peki borç alamıyorsa, hazineden de yeterli para gelmiyorsa dış borcu nasıl kapatacak?

AKP’de geçici çözümler biter mi! “Borç bulamıyorsak bari doların fiyatını düşürerek dış borcu da düşürelim” gibi bir yoldan gidiyorlar. Peki nasıl düşecek bu dolar? Bunun birden fazla yolu var: Faizleri artırmak, sermaye kontrolü denen doların Türkiye’ye giriş çıkışını denetlemek ya da FED ile swap anlaşması yapmak.

En son 2018 yazında rahip Brunson krizinde dolarda böyle bir yükseliş olmuştu. O dönemde Merkez Bankası faizleri artırıp doları düşürmeye çalışmak ile faizleri düşürüp ekonomiyi canlandırmaya çalışmak seçenekleri arasında kararsız kalmıştı. Son olarak faiz artırma kararı alarak doları düşürmeyi seçmişti. Şu an ise bu imkanlı değil. Çünkü bu seçenek Erdoğan’ın hiç hoşuna gitmiyor. Salgın günlerinde AVM’lerin açılmasını ilk sıraya alacak kadar piyasayı hareketlendirmeyi kafaya koymuş durumdalar. Ölmüş eşek kurttan korkmaz diye bir söz vardır. İşsizlik hat safhaya çıkmış, enflasyon artıyor, çalışanlar ücretsiz izne çıkarılıyor, kimi sosyal yardımlarla ayakta kalmayan çalışan kimisi onu dahi bulamayan insanlar ordusu yarattınız. Daha hangi piyasa canlandırılacak? Yani faizleri düşürmekle iş bitmiyor. Ama faiz düşürme politikalarından vazgeçemeyecekleri de ortada. Dolayısıyla faiz artırarak doları düşürmek gibi bir çözüm AKP açısından söz konusu olamıyor. Hoş, faiz artırarak doları düşürmek de sadece geçici bir çözüm. “Günü kurtarmak” gibi. Ama şu an günü bile kurtaramaz halde ekonomi yönetimi.

Gelelim ikinci seçeneğe: Sermayenin Türkiye’ye dolar giriş-çıkışını denetlemek. Neoliberal AKP bunu da seçemiyor. Çünkü yıllarca tüm ekonomiyi bunun üzerine kurdular. Hala daha salgın koşullarını bile dinlemeden yap-işlet-devret projelerine 3.2 milyar garanti ödemesi yapılmasından, bu yolu seçmeyecekleri görünüyor.Geriye FED (Amerikan Merkez Bankası) tarafından sağlanan swap (milli paraların takası) anlaşmaları yoluna gitmek kalıyor. Görünen o ki şu an bu ihtimal kovalanmakta. Yani TL ile dolar takas edilerek Türkiye’ye döviz girişinin ve dolar kurunun da düşmesi sağlanacak. Tabi bu AKP için köprüden önce son çıkış gibi adeta. Çünkü TL’nin dolarla takas edileceği bu tür anlaşmalar kısa vadeli ve düşük düzeyde katkı sağlayacak. Kaldı ki IMF konusunda aslan kaplan kesilen siyasi iktidarın bir yandan da Amerikan Merkez Bankası’nın insafına kaderini terk etmesi kendileri açısından gerçek bir trajedi.

Neoliberalizmden kurtulmadan dolar durmaz

Doların yükselmesinin bizler açısından ne gibi sonuçlar doğurduğuna da değinmekte fayda var. Bu yükseliş, patron sınıfını etkilemekle kalmıyor. Hatta emekçi sınıflar açısından döviz kurundaki oynamaların daha yıkıcı etkisi olduğunu söylemek mümkün. Soğanın, patatesin bile dolar üzerinden ithal edildiği Türkiye ekonomisinde en ufak bir artıştan işçi sınıfının etkilenmesi elbette kaçınılmaz. Döviz kurlarındaki artışın tek etkilediği şey ürünlerin fiyatlarının artması da değil tabi. Dolar üzerinden borçlanan firmaların borcu, dolar arttıkça katlanıyor. Borcu büyüyen şirketlere kamu bankalarından düşük faizli krediler kullandırılıyor. Bu şirketler aldıkları kredileri geri ödeyemediğinde batık krediye dönüşüyor. Sonra da batık kredileri kapatabilmek için bankalara hazineden para aktarılması planı devreye giriyor. Yani patronların borcu vatandaşın cebinden çıkarılıyor.

Bütün bu sonuçlara, çözümsüzlüklere karşı tercih edilen ise yine ve yeniden neoliberal ekonominin yolları oluyor. Haliyle bize de “tüm bu neoliberal politikalardan vazgeçmeden, doların yükselişi durdurulamaz” demek düşüyor.