Dün akşam ilan edilen iki günlük sokağa çıkma yasağı ile kamu gücünü elinde bulunduran iktidarın koronavirüse karşı al(a)madığı önlemler başka bir aşamaya geçti. Aslında sürecin başından beri günü gününe, detaylar düşünülmeden alınan kararların insanları nasıl etkilediği ortaya serildi.
Bu günlük ve sığ önlemler konusu, aslında umreden gelişlerin yaşandığı haftalarda başladı. Yurt dışından ve umreden dönen binlerce kişi kontrolsüz giriş yaptı ama karantina uygulaması iktidarın aklına sonradan geldi. O da zaten bir gece öğrenciler yurtlardan atılarak uygulandı. Aynı dönemde ne kadar karşı çıkılsa da camiler kapandı denmesin diye cuma namazları kıldırılmaya devam edildi. İktidarın aklı başına yine sonradan geldi. Bugüne kadar alınan tüm önlemlerde de bu alışkanlık devam etti. PTT tarafından dağıtılamayan maskelerde olduğu gibi; önce yasak açıklandı, sonraki üç gün istisnaları, düzeltmeleri, organizasyonu yapılmaya çalışıldı.
Yandaş medyada her gün önlemlerin çok yerinde ve zamanında olduğunu söyleyenler, kendi pohpohlamalarını duymaktan başka bir sese sağır olanlar herhalde şunu göremedi: İnsanlar haklı, bu önlemlerin ne kadar yetersiz olduğunu görüyor, kendilerinin düşünülmediğini ve her an ortada bırakılabileceklerini hissediyor. 31 ilde, başlamasına 2 saat kala ilan edilen sokağa çıkma yasağı, halkın bu güvensizliğinin ne kadar derin olduğunu ortaya çıkardı. 2 gün için bile olsa haklı olarak hiç kimse ihtiyaçlarının düzgün bir şekilde karşılanacağını varsaymadı. Marketlere, fırınlara akın etti. İnsanlar iktidarın kararlarına haklı olarak güvenmiyor; sokağa çıkma yasağı özelinde de zaten hiç kimse bir uzama olup olmayacağının bile garantisini veremiyor. Bu nedenle herkes kendi başının çaresine bakıyor.
Tüm bu tabloya karşı yandaş gazeteciler ve muhalif olarak bilinen bir grup hemen ihtiyaçlarını karşılamak için sokağa çıkan insanları suçlamaya, marketlerden sigara, abur cubur veya kola alanlarla dalga geçmeye varan paylaşımlar yapmaya başladı. İki günlük yiyecek herkesin evinde zaten olurmuş, kimse iki gün aç kalsa ölmezmiş, haftasonu sadece ekmek yense bile durulurmuş... Yandaşların iktidarın kararlarını savunma sevdası, muhalefetin geçmişten gelen halkı aşağılama geleneğiyle birlikte tam da orta sınıf eğilimlerinin merkezinde birleşti. Yaşanan izdihamların sorumluluğu beceriksiz bir salgın yönetiminden “insanların cehaletine” yüklenmeye çalışıldı.
Bu salgın sürecinde avantajlarından, çıkarlarından, keyiflerinden asıl vazgeçmeyenler iki günlük karları için tıklım tıkış iş yerlerinde işçi çalıştırmaya devam eden patronlar; salgın sırasında hala saray inşaatlarına, Kanal İstanbul ihalelerine ve lüks araç alımlarına devam eden iktidar ve tüm bunların sözcülüğünü yapmaya çalışan halk düşmanlarıdır. Bu düşmanlığın en yüksek ifadesi ihtiyaçlarını ancak gün gün karşılayabilen insanlara “buzluk, kiler zaten doludur” deme yüzsüzlüğü oldu. İktidarın salgın yönetimi şu ana kadar sadece kendini ve çıkarlarını gözeten şekilde devam etti. Bu durumu gizleyen ve sözcülüğünü yapanların, kimsenin markette sıraya girerek aldığı çikolataya söyleyecek sözü olamaz.
Yandaş medya sözcülerinin konuyu saptırma girişimlerine bilinçsizce katılanlar da oldu. Dün gece toplumun büyük bir kesimi yasağa hazırlıksız yakalandı ve sokaklara indi. Yine de orta sınıf eğilimlerinin baskın çıktığı bazı tepkiler, AKP’nin yanında durmasalar bile yaşanan izdihamları yalnızca salgın tehlikesini küçümseyen kitlelerin “cahilce” hareketlerine bağlıyordu. Salgın konusunda bir cehaletten bahsedilecekse en önce iktidarın salgın yönetiminin şarlatanlara, iktidar yalakası profesörlere ve en sonda da yandaş müteahhitlerin isteklerine dayandığı unutulmamalı. Asıl cehalet neye göre karar alındığı belli olmayan, pazartesi günü son bulan ve çalışanlara tam anlamıyla asla uygulanmayan sokağa çıkma yasağının rasyonelliğini aramaktır. İnsanlar dün gece iktidarın irrasyonel kararlarına karşı olabilecek en rasyonel şekilde karşılık verdi, onları yüzüstü bırakacak bir iktidara karşı kendi ihtiyaçlarını güvene almaya çalıştı.
Sadece dün gece bile AKP’nin çok sevdiği devlet kültünün ne kadar havada olduğunu, iktidarın ancak halka karşı var olduğunu ortaya çıkardı. Boşluk o kadar büyüktü ki kararı savunmanın tek yolu devletin en kadim geleneğine, “halkın cehaleti” söylemine geri dönmek oldu.
İktidarın gerçek yüzünün ortaya çıkması ve toplumdaki iktidara olan güvensizliğin bu şekilde keskinleşmesi elbette gelecek dönemde sonuçlarını gösterecektir.