Koronavirüs salgınına karşı Erdoğan tarafından başlatılan bağış kampanyası ve öncesinde CHP’li belediyelerin başlattığı kampanyanın yasaklanması devletin salgın karşısındaki asıl işlevini, yani kendisini ve temsil ettiği sınıfı koruma kollama dışında ne yeteneği, ne potansiyeli, ne de isteği olmadığını ortaya çıkardı.
Koronavirüs salgınının etkileri önce Çin’de ve İran gibi birkaç ülkede görülürken alınması gerekebilecek önlemler az çok belli olmuştu. Belli bir oranda izolasyon, yaygın test, yoğun bakım ve ventilasyon cihazı kapasitelerinin artırılması vb. Yine de Türkiye’de hastalık görülmeden önce bilimsel gibi görünen şaklabanlıklarla oyalanıldı, sonra önlem alınıyormuş gibi yapıldı, şimdi de “bu kadar hızlı yayıldığını bilmiyorduk” noktasına gelindi. Güncel olarak “herkes için” sokağa çıkma yasağının salgını yavaşlatacak en önemli adım olduğu açıkken, bu sefer de bu uygulanmıyor, alınacak önlemlerin etkisi için çok değerli olan zaman akıp gidiyor. Üstüne böyle bir salgın zamanında etki alanının daha da artması beklenebilecek devlet, geri çekilişini taçlandırır şekilde bir bağış kampanyası başlatıyor.
Devletin bu geri çekilişinin temel sebepleri nesnel ve öznel olarak gruplanabilir. Nesnel sebepler nedeniyle zaten devletin böyle bir salgına karşı etkili olacak herhangi bir önlemi alma imkanı yok. Yıllardır süren özelleştirme politikaları devletin kaynaklarını kuruttu, sağlık sistemi parça parça serbest piyasa kontrolüne devredildi ve hastane kurma faaliyeti bile yalnızca kamu kaynaklarını inşaat şirketlerine aktarmanın bir yolu haline getirildi. Neredeyse birkaç ülke hariç tüm dünyada gördüğümüz şekilde, devletin salgın gibi bir krize müdahale araçları kırpılmış halde. Yine Türkiye özelinde yakın dönemdeki ekonomik kriz, dış borçlar ve kur dalgalanmaları ekonomi alanında hükümeti sıkıştırmış durumda. Tüm bunlarla birlikte gelişimi güdük kalmış bir ülkenin çok gelişememiş bir devleti olarak, tarihsel yönden de böyle krizlerle başa çıkma; yani organize olma, hareket etme ve topluma nüfuz ve ikna etme yeteneğinin düşük olduğunu da söyleyebiliriz. Tüm bu sayılanlar üst üste geldiğinde, köklü Avrupa devletlerini ve ABD’yi bile sarsan koronavirüs salgınına karşı başarılı bir mücadelenin yürütülmesi zaten mucize olurdu.
Geri çekilişin öznel sebepleri ise bu sınırlamalardan ve AKP’nin kendi konumundan doğan şekliyle; ne olursa olsun devletin, iktidarın yalnızca kendi gücünü koruma iradesinden ortaya çıkıyor. Salgın karşısında acziyet, devletin yalnızca ve yalnızca kendisi için var olma özelliğiyle birleşince politika olarak sadece “krizi fırsata çevirmek” kalıyor. Ekonomik olarak alınması gereken önlemlerin siyasi yükünü kaldıramayacak; yani patronlarla arasını bozamayacak durumda olan iktidar, bu sefer gizliden tam tersi istikamete gözünü dikiyor. Sürü bağışıklığı adı altında zaten korunamayacak olanların ölümleriyle göreceli ekonomik bir rahatlama ve zaten durdurulamayan çarkların dönmeye devam etmesiyle salgın sonrası “dışarıda” yakalanabilecek bir avantaj. İktidar bu dönemi kendisi için en az zararla atlatmanın yöntemi olarak buna karar vermiş gibi. Erdoğan kendi ağzıyla bunu şöyle diyerek itiraf ediyor: Virüs salgını ve petrol fiyatlarının düşüşüyle bağlantılı olarak finans alanında yaşanan gelişmeler de ülkemize ilave avantajlar sağlayacaktır. Şayet önümüzdeki birkaç haftalık dönemi iyi yönetir, milletimizi iyi bilgilendirir, hastalığı sıkı bir şekilde kontrol altında tutabilirsek umduğumuzun da ötesinde güzel bir tablo bizi bekliyor.
Devletin salgın karşısındaki durumu şu iki örnekte somut hale geliyor; siyasi düzlemde gündeme gelse bir gecede, bir imza ile halledilecek sokağa çıkma yasağına karar verilememesi ve Erdoğan’ın salgına karşı patronlardan koparabildiği tek şeyin bağış kampanyasına istediği, hem vergiden düşülecek hem de asıl karlara ve ranta göre “cüzi” miktarlar olması. Bu durumu gizlemek için günlerdir medya organları aracılığıyla devletin aslında nasıl yönetildiği gösterişli bir havayla gözümüze sokulmak isteniyor. “Görevimizin başındayız” hissiyatı en çok Erdoğan’ın video konferans yöntemiyle yaptığı toplantılardan paylaşılan video ve fotoğraflarda mevcut. Günde kaç kişinin öldüğünü açıklayan sağlık bakanı, derecesi gıdım gıdım artırılan önlemler ve hıza ve etkililiğe dayalı tüm başkanlık sistemi propagandasını yutmuş bir tek adam. Üstü örtülmeye çalışılan şey bunlar.
Bu tablo krizin fırsata çevrilmesinden çok fırtınanın dinmesini beklemek olarak tanımlanabilir. İktidarın seçtiği yol; toplum için fazla, kendisi için en az zararın oluşacağı seçenektir. Yine de şimdiden CHP’li belediyelerin azıcık kafalarını uzatmalarıyla bile hükümete yönelik tepkiler somutlaşmaya başlamıştır. Salgının ve zamanında alınmayan önlemlerin sonuçları ortaya çıktıkça iktidarın siyasi olarak kaybedeceği daha çok şey var. Sokağa çıkma yasağı bile ilan etmemiş bir iktidarın bu noktadan, olduğundan daha yüksek düzeyde bir otoriter sürece zıplaması çok zor.
Koronavirüs salgınının bir karar verme ve uygulama organı olarak devleti içine soktuğu sınav, onu aslına rücu ettirmiş gibi gözüküyor. Tüm toplumu kapsadığını, koruyacağını, hatta arkasında birleştirip dışarıya seferlere çıktığını iddia edenlerin zor zamanlarda tek korudukları şey kendi acınası istikballeri. Burada tehlikeli olan durum devletin gücü ve otoriterleşme ihtimali değil. Asıl tehlike devletin kendini korumak için ne kadar ileri gideceği, yani salgın zamanı sorumluluklarından ne kadar geride duracağı ve toplumu salgınla ne kadar baş başa bırakacağı.