Virüs salgını katlanarak artıyor. Evde kalmayı ele alıyorsak önce sınıfsal çerçeve içine almak durumundayız. Emeğiyle geçinenleri daha şimdiden çok zor günler bekliyor. Mücadele etmeden olamayacak, ağır bir tablo ile karşı karşıya kalacaklar.
Önlemler, kaynaklar, testler, bağışıklığı güçlü tutan stoklar, ücretli izin hakkı, evden çalışma imkanı; bunlara sahip olamayan emekçilerden oluşan dev bir ordu var.
İmkanları bol olanlar ultra korunaklı kalelerine çekiliyor, imkan yaratabilenler eve birkaç aylık stok için rafları boşaltabiliyor. Boş rafların ardından markette çalışana fazla mesaileri stoklamak kalıyor.
İlk karşılaştığı zorlukta dökülen, ağlayan burjuvalar. Rüzgara bile kırılgan orta sınıflar değil zor koşulları çok iyi bilen işçi sınıfı bu süreçten geleceğini kurtarma hamleleriyle çıkmayı önüne koyabilir. Bu zamanlarda insanı hayata bu ihtimal daha çok bağlıyor.
*
Emeğiyle geçinirken imkansızlıklar içinde olanlar, günü kurtararak yaşayabilenler, enfekte olduğu ilan edilen ortamları arşınlamaya devam etmek zorunda kalıyor. Hiçbir biçimde kendisini “evde kal” karesinde göremiyor. Bu nedenle iş yerleri kapatılsın, ücretli izin hakkı olsun diye çırpınanlar en doğrusunu yapıyor.
Salgını kontrol altına alan “Güney Kore’yi örnek alalım” diyoruz, Dünya Sağlık Örgütü “test yapın” diyor. Teste ulaşma konusunda yani en birinci maddede gelip takılıyoruz, test kitinin ulaşabilir olması mümkün görünmüyor. Salgından sorumlu “yüksek bilim kurulu” üyeleri test kiti sorulunca “kem küm” etmekle gözleri boyadığını sanıyor.
*
AKP hükümeti aslına uygun bir şekilde insanların sosyalleştiği mekanları kapatıyor. İş yerleri AVM'ler çalışmaya devam ediyor.
Kafe gibi yerlerde günlük kazancı ile geçinenler “nasıl hayat idame edecek?” umurlarında değil. İrili ufaklı iş yerlerinde çalışmak durumunda olanlar önlem alınmadan sağlıklı işe gidip gelme koşulları yaratılmadan “çalışmaya” mecbur bırakılıyor.
Kafe, lokanta ve oyun salonları da kapatıldı, ayakta zor duran esnaf da umurlarında değil. Cumhurbaşkanı halkın payına dua, patronların payına milyarlık bütçe dedi. TOKİye bütçe ayırıp böyle zamanda bile yandaş müteahhiti atlamadı.
*
El yıkamak temel kural, ne güzel ne kolay, rahatça uygulanabilir değil mi? Emek verenlerin bir bölümünün böylesi imkanı olmadığını aklımızdan çıkarmayalım. Fabrikalarda ve madende çalışanların koşulları düşünülünce lavabo ve sabun büyük bir lükse giriyor.
Sosyal medyada gündeme gelen Vadi İstanbul’un bir şantiyesindeki işçiler bırakın salgını, normal koşullarda sağlıklı kalmaktan çok uzak bir ortama terk ediliyor.
Koronavirüs salgınıyla katmerlenen sömürü düzeni kapitalizmin çukurdaki ayağı, daha derine saplanacak. Sermaye içinde bulunduğu yapısal krizin son perdelerini açıyor.
Fakat artı değer, ücretli emek olmadan sermaye yaşayamaz. Gelişmiş ülkeler büyük bir panikle önlem paketleri açıklıyor, hastanelerin kamulaştırıldığını ilan ediyor. ABD yönetimi yurttaşlarına dolar dağıtıyor.
Ne olursa olsun hiç beklemeden kapitalizmin toparlanmasına fırsat vermemeliyiz. İşi duaya bırakan yönetimler için İran’da olduğu gibi tablo hızla vehamete gidebilir. Türkiye yönetimi geri kalmışlığını, ders almazlığını sürdürmekte kararlı görünüyor. İş yerleri kapatılmıyor, işçiler zorla çalıştırılıyor, yıllık izinlerinden gasp edilerek zorunlu izne çıkarılıyor, ücretsiz izne zorlanıyor. Hükümet sermayenin cebine çalışıyor. Çalışmak zorunda olanlar hastalık ve salgın tehlikesinin kucağına atılıyor.
*
Zenginlerin, şöhret sahibi olanların, torpili olanların koronavirüs olduğu açıklanıyor, hasta olduklarına inanamıyoruz ama biliyoruz ki bir kesim istediği zaman teste çok rahat ulaşabiliyor.
Büyük çelişki; pek çok noktada hastane var, her sokakta aile hekimi var ama test edilmiyoruz. Özelleştirme bugünlere getirdi. Toplumun yararına olacak akıl, bilim, teknikten kerte kerte çalınarak sermaye biriktirdiler.
Özelleştirmeler sağlık sistemi çarklarını kamunun zararına çevirdi. Piyasayı savunan siyasetle hala arasına bir mesafe koyamamış olanlar bugün ne diyebilir ki?
Gelmişinde geçmişinde kârına bakan sağlık sisteminin garabetlerini salgın sürecinde çok çekeceğiz.
*
“Kampanyalar” yapılıyor, pek çok zaman başımıza geldiği gibi toplumun sınıfsal konumuna kör. Diyorlar ki “evde kalın, bağışıklık sisteminizi güçlü tutun”. “Peki! Tamam! Hemen!” ama gürbüz patron sınıfı salgını bağışıklığı çelik gibi karşılarken bu gıdaya ulaşmakta zorluk çekenler için hiçbir zaman geçerli olmadı, şimdi hiç geçerli değil. Bağışıklığı güçlü kılacak yeterli gıda edinme ekonomisine erişemeyenler, virüse savunmasız yakalandılar.
*
Sermayenin yaldızlı suretinin arkasında nasıl aciz ve insan sağlığını hiçe sayan sefil (akıl ve bilime sırtını dönmüş) bir sağlık sistemi olduğu açığa çıktı. Daha iyi kapitalizm, daha iyi özelleşmiş hastanelere methiyeler düzenler inlerine çekildiler. Gelişmiş kapitalizm bile şimdi Avrupa'da özel hastaneleri geçici de olsa kamulaştırmak zorunda kalıyor.
İyi kapitalizme kafa yoranlar iyiden iyiye tıkandılar, sermayenin eskisi gibi yamalarla yoluna devam edemeyeceğini itiraf ediyorlar. Salgın ortamı, sömürü çarklarının istediği gibi dönmesine, içerisinde bulunduğu yapısal krizi onarmasına şimdilik aralık bırakmıyor.
Bu süreç otoriterlik ve faşizm getirecek deniliyor. Sermaye düzeni otoriterliğe soyunma çabasında hep olacak ama bizim bu ihtimale koşmamız yersiz. Bizim topraklarda "devrimin de faşizmin de oldu bitti" olanlarına bir merak var. İhtimal ve imkanına koşacağımız, işçilerin taşacak öfkeleri olsun.
Yalnız ekosistem alarm halinde değil salgınla baş başa bırakılan emek gücünün alarm halinde olduğunu bilelim; İzmir'de belediye işçileri iş bıraktı, Brezilya’da AVM çalışanları mağazalarında ayaklanıyor, İspanya’da Mercedes fabrikası işçileri greve gidiyor, ABD’de binlerce Amazon firması çalışanı iş bırakma eylemi yapıyor.
Salgın koşullarında çalışmaya terk edilenler, çözümsüz bırakılan çalışanlar, mümkün olan her yerde grev diyebilir. Grev başlangıç olur, dalga yaratır. Asıl dayanışma, asıl önlem bu olur. Büyük bir meşrulukla toplumu arkasına alabilir. Sendikalar, sendikalı olan işçiler, her yerde güçlü grev çalışmaları ve çağrıları yapabilirler. Kazanacağımız koca bir dünya için.