Koronavirüs salgınının neredeyse tüm dünyayı kaplaması ve Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemik ilanıyla birlikte, hastalığa karşı aşı ve ilaç çalışmaları da dünya çapında hız kazanmış görünüyor. Neredeyse her gün farklı bir ülkeden aşı veya ilaç haberi geliyor. Bir aşının bulunması olasılığı ne kadar umut verici olsa da en hızlı şekilde sonuç verecek insanlar üzerinde denenmeye başlanmış aşı çalışmasında bile sonucun en az bir sene sonra ortaya çıkacağı da vurgulanıyor.

Tüm dünya bu aşı çalışmalarına kilitlenmişken ülkemizde de yakın zamanda pompaladığı aşı karşıtlığıyla uzun süre gündemde kalmış Soner Yalçın sessiz sedasız bekliyor. Ya çıktığı programlar, sattığı kitaplar ve kazandığı para yetmiş olacak ya da devletin arap saçına döndürdüğü salgın tedbirleriyle ilgili boş lakırdı edip başına bela açmak istemiyor. Neden olursa olsun, Yalçın kafasını çıkarmıyor. Yine de bu durum bir veya iki sene sonra “koronavirüs salgını bir oyundu” demeyeceğini göstermiyor. Neyse ki aşı çalışmaları onun yorumları olmadan da devam ediyor.

Salgın günlerinde tek sorunumuz sessiz bir Soner Yalçın değil. Aynı onun gibi sağlık sisteminin piyasacı boşluklarında kendine nefes alma imkanı bulan türlü çeşitli şarlatan her gün televizyon ekranlarında kendine yer buluyor. Daha bir hafta önce Canan Karatay koronavirüse aşının işlemeyeceğini çünkü çok hızlı evrim geçirdiğini kendi meşrebince anlatıyordu. Ondan önce de kelle paça çorbasını önermişti. Sosyal medyada “yalan haber” kovalayan kolluk bu “halk sağlığı sorunlarını” görmezden geliyor.

Tüm bu bilgi kirliliğinin bir sonucu olmuyor mu, oluyor. Basit sosyal uzaklaşma tedbirlerini bile her gün her saat tekrarlayan ama yine de kimseyi inandıramayan bir Sağlık Bakanlığı, karantinadan kaçmaya çalışan koronavirüs şüphelileri, durdukları yerde limon kolonyası stoklayanlar ve en sonunda kıyametin geldiğini düşünmekle “Türk geninin” kendilerini zaten koruyacağını varsaymak arasında gidip gelen bir toplum.

Elbette bu durum sadece bazı kötü niyetli kişilerin faaliyetleri sonucunda oluşmuş değil. Sağlık sisteminin yanında bilimin de bir anlamda serbest piyasanın insafına terk edildiği bir dünyada, bilimsel bilgiye ulaşmakla birlikte bunu yaymak da ancak maddi imkanlara ve kar-zarar hesaplarına göre yapılabilen bir şey. Karatayların, Yalçınların ve Oytun Erbaşların çürütücülüğü ancak toplumun refahını merkezine alan bir bilimsel düşünce fikrinin egemen olmasıyla engellenebilecek bir durum. Kaba bir elitizm ve “uzman aşıklığı” bu çürümeye karşı ancak geçici bir engel oluşturabilir. Ancak ilaç endüstrisinin gerçekten de inanılmaz bir etki gücüne sahip olduğu, her türlü ilaç geliştirme sürecini manipüle edebildiği ve toplumların sağlığını hiçe sayabildiği bir dünyada, salgınları veya herhangi bir krizi dış güçlerin oyunları olarak gören bir kesim her zaman var olacaktır.

Koronavirüs salgının gösterdiği şey, dünyadaki sağlık sisteminin serbest piyasanın felç ettiği şekliyle neredeyse iki buçuk ayak üstünde durmaya çalışan bir masa gibi, salgına karşı durmaya çalışmakta olduğudur. Önlemlerin çoğu yetersizdir, temel meselelere müdahale edememektedir ve ekonomik önlemleri hızlıca uygulamaya isteksizdir. Yine de bir şekilde ayaktadır. Yukarıdaki hokkabazlar ise zaten ne hastalığı ne de insanları görmektedir. Tek istedikleri masaya çıkıp oynamaktır, bunu yaparken yere kapaklanacak olsalar bile.