Gezi Davası’nın karar duruşması, son günlerde yaşanan tüm gelişmelerle beraber Saray iktidarının ne kadar ince bir çizgide yürüdüğünü yüzümüze tekrar çarptı. Mahkeme heyetinin dava süreci boyunca tüm hal ve tavırları, ülkede alışık olunduğu üzere siyasi bir kararın “ayrıntılara takılmadan” işleneceğini düşündürürken son anda beraat kararları açıklandı. Birkaç saat içinde Osman Kavala’nın tahliye edilmeyeceğinin anlaşılmasıyla tüm bu davanın asıl öznesi de ortaya çıktı.

Mahkeme heyetinin verdiği beraat kararı, birçok açıdan iplerin sadece Erdoğan’ın elinde olmadığını, devletin içindeki çeşitli kliklerin fırsat buldukları anlarda başlarını uzattıklarını tereddütsüz söylemeliyiz. Kararın verildiği ilk gün, bunun Erdoğan'ın oyalama taktiği, AİHM kararını boşa düşürmek için bir hülle veya Gezi davasıyla ilgili bir algı oyunu olup olmadığı konuşuldu. Yine de mahkeme heyetine soruşturma açılmış olduğu gerçeği, az veya çok heyetin beklenenin dışında, cezalandırma gerektirecek şekilde hareket ettiğini kanıtladı. Kavala'nın serbest bırakılması üzerinden bir pazarlık yapılmış ve son anda bundan dönülmüş olsaydı, bu durum mahkeme heyetine bir yaptırımı gerektirmezdi çünkü talimatlara uyulmuş olurdu.

Tüm yargı sistemi gibi elbette buradaki mahkeme heyeti de AKP’lidir. Bu davanın başına ancak kendini bir şekilde kanıtladıktan sonra atanmışlardır. Yine de tüm bunlar heyetin başka bir odaktan aldıkları işaretlere göre hareket etmesini engellememiştir. Çünkü Erdoğan’ın yargı üzerindeki iradesinin bir sınırı vardır. Bu sınır, AKP’nin içindeki farklı kliklerin farklı çıkarları, konumları ve konjonktüre göre değişmektedir. AKP’nin kendisi bu farklı kliklerin bir toplamı, olabildiği kadar tek bir yöne sivrilmiş halidir. 

Saray iktidarı her ne kadar tüm devlet iradesini kendi üstünde toplamaya, Erdoğan ‘şahsında’ kemikleştirmeye çalışsa bile, Erdoğan’ın asıl konumu AKP’nin, daha doğrusu artık AKP ile özdeşleşmiş olan devletin parçalı yapısını hizada tutmak, düzenlemek ve belli amaçlara göre yönlendirmeye çalışmaktır. Bu parçalı yapının sebebi AKP’nin politik hataları değil, zaten devletin doğal halinin bu olmasıdır. Burjuvazinin devlet organizasyonu, işçi sınıfına karşı tek bir blok halinde hareket eder ama diğer durumlarda kendi çıkarları, politik güçleri ve konumlanmaları olan değişik gruplardan oluşmuştur. AKP’nin “tek suçu” bu devlet organizasyonunu tamamen yutmaya çalışmaktır. Artık AKP’li olmayan bir bürokrat veya yargı mensubu yoktur ama bu herkesin Erdoğan’ın ağzından çıkanlara biat ettiği anlamına gelmez. NATOculuk ya da Avrasyacılık; sanayi burjuvazisinin, beton ekonomisiyle büyüyen rant çevresinin veya küçük esnaflığın çıkarlarını savunmak… Tüm bunlardan doğan gerilimlerin ve çatışmaların hepsi artık AKP’nin bizzat içinde yaşanmaktadır. 

*

Son iki haftadaki asıl önemli durum ise bu çatışmaların artık hem iç hem de dış politikada neredeyse aynı zamanlarda yaşanır olması, birbirine belli bir mesafeden bağlı olan gelişmelerin artık yan yana vuku bulur olmasıdır. Abdullah Gül ve Davutoğlu’nun Gezi davasına karşı aldıkları keskin mesafe ile İdlib nedeniyle dış politikada yaşanan Rusya’dan ABD’ye “u dönüşü”, bunlarla beraber darbe tartışmalarının açılması; bu olayların aktörlerini, çıkarlarını, sebep ve sonuç ilişkilerini ancak bir sisin ardından görebiliyoruz. Yine de yapılan hamlelerden masada büyük bir ganimetin söz konusu olduğunu anlayabiliyoruz. 

Erdoğan’ın içinden çıkamadığı düğüm budur.

Devlette kurulan hakimiyet, AKP’nin ilk dönemindeki siyasal çıkar çatışmalarını bitirip yerlerine AKP’nin programını koyamamıştır, aksine bunları tam da AKP’nin kalbine yerleştirmiştir. Erdoğan hem devletin tek karar vereni olduğuyla ilgili bir söylemi tereddütsüz tekrarlamak, hem yanındakileri karşı tarafta kim varsa ona doğru mobilize etmek, hem de kendinden altta kim varsa barıştırıp devletin birliğini sağlamak zorunda. Erdoğan başkanlık sisteminin kabulü ve başkan seçilmesiyle yıllarca peşinden koştuğu amacına ulaşmış gibi göründü ama kazandığı şey sınırsız siyasi güç değil, düzenlenmesi ve hareket ettirilmesi gereken koca bir çelişkiler yumağı, yani devletin kendisi oldu. Yıllardır bir şekilde kaçılan ve vadesi uzatılan borçlar Saray’ın kapısına dayanmış durumda.