Kılıçdaroğlu’nun DİSK 16. Genel Kurulu’nda konuşurken söylediği “Marx ‘Dünyanın bütün işçileri birleşin’ diyordu, şimdi otoriter rejimlerin güç kazandığı bir ortamda yeni bir söylemle yola çıkmak zorundayız. ‘Dünyanın bütün demokratları birleşin’ demeliyiz.” sözleri sadece cahil bir danışmanın hızlıca yazdığı bir konuşma değildi. Tam tersine tüm dünyada Kılıçdaroğlu’nun otoriter rejimler diye andığı şekilde bir dalga gerçekten mevcut. Kılıçdaroğlu’nun sözleri sosyal demokrasinin bu dönemdeki stratejisini de büyük oranda özetliyor.

Buradaki ilk sorun, bu otoriter rejimlerin sanki gökten düşmüşler gibi görülmesidir. Trump, Putin, Johnson veya Erdoğan; bazen de kandırılabilen insanların yanlışlıkla seçtikleri kişiler değildir. Tam olarak tarihin ve kendilerinden önceki siyasal durumun sonucu olarak oralara gelmişlerdir. Onları geldikleri noktaya taşıyan siyasal durum neoliberalizmin toplumun tüm örgütlülüğünü dağıtılması, işçilerin bir önceki dönemde kazanılan tüm haklarının kırpılması, sendikaların dağıtılması ve kamu hizmetlerinin tamamen piyasacılığa teslim edilmesidir. Buna, devletin işlevinin serbest piyasaya bırakılması ile toplumun siyasi iradesinin göreceli olarak etkisizleştirilmesini de ekleyebiliriz. Bu siyasal durumun yarattığı şey tüm toplumun; ekonomik güvencesizliğin, her türlü sosyal sorunun, savaşların ve yeni yüzyılın getirdiği çevre felaketleri ve doğal afetler karşısında serbest piyasanın eline bırakılmasıdır. Buradan da çıkacak siyasi hareketler insanların güvensizlik duygularına ve korkularına hitap eden sağcı, milliyetçi, faşizan özelliklerde olmaktadır.

Artık tüm dünyada neoliberalizmin bu düzeni sürdüremeyeceği ortaya çıktı. İklim krizinden, ekonomik eşitsizliğe, ülkeler arasında sonu gözükmeyen çıkar çatışmalarına kadar; neoliberal ideoloji sorun çözme kapasitesinin sonuna geldi. Kılıçdaroğlu’nun Marks konuşması tam da bu döneme, göreceli bir sosyal demokrasinin tüm bu sorunları bu otoriter rejimlerin üstüne yükleyip iktidara geçme fırsatının olduğu zamana denk geliyor. Gizlenmeye çalışılan şey bu otoriter rejimlerin neden değil sonuçlar olduğu, nedenler arasında da bir noktada neoliberal ideolojinin varsayımlarını, yani serbest piyasanın tüm toplumu düzenlemesi gereken referans noktası olduğunu kabul etmenin de olduğu. 

Eğer bu durum gizli kalırsa otoriter rejimler tarihin basit hataları, bundan çıkış da çoğu zaman önerildiği şekilde daha akıllı, uzmanlara ve liyakata dayalı yönetimler; işçi ve işveren arasında barış, en fazla da kısıtlı bir sosyal demokrasi oluyor. Kılıçdaroğlu konuşmasında, işçilere tam da bu çerçeveye uygun şekilde seslenmeye ve onları bu aldatmacaya ikna etmeye çalışıyor. 

*

Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin verdiği demokrasi mücadelesi birçok açıdan göreli bir demokrasi mücadelesidir. Neye göre göreceli? Elbette AKP’ye göre. CHP AKP’nin ucuz milliyetçiliğinin, gericiliğinin ve rant düzeninin karşısında demokrat  kesimleri temsil edebilmektedir. Ama sosyalistler sadece bu karşıtlıkla yetinemez. AKP’nin yükselebilmesini ve son dönemde de gerilemesini sağlayan siyasal ve ekonomik durum ortadadır. Neoliberalizmin krizinin çözümü kapitalizmin reformuyla sınırlı kalmak zorunda değildir. Bu kriz nasıl tüm dünyada çeşitli ayaklanmalara, gençlerin dünya görüşlerinin sola yönelmesine yol açıp burjuvazinin yönetme yeteneğini erittiyse; yine aynı şekilde tüm dünyada kökten bir çözümü de getirebilir.