Yeni Zelanda’da bir parlamenterin “ok boomer” sözüyle başlayan tartışmalar jenerasyonlar arasındaki çatışmanın farklı bir duruma evrildiğini gösterdi. Bir önceki ve bir sonraki jenerasyon arasındaki çatışmalar, çağlar boyunca tarihin bir yasası gibi mevcut olsa da “ok boomer” tartışmasının şiddeti, durumun sadece psikoloji ve sosyolojinin alanında değil siyasetin alanında da temelleri olduğunu gösteriyor.
Boomer sözü 2. Dünya Savaşı sonrası (1944 - 1964 arası) doğanları kapsasa bile tartışmanın boyutu tartışılan tarafın daha çok eski nesli kapsadığını gösteriyor. Tartışmayı başlatan yeni nesli ise ancak şu şekilde tanımlayabiliriz: Neoliberal politikaların tam teşekküllü sonuçlarını yaşayanlar.
Gündemin bu kadar büyümesi zaten temelinde başka bir şeylerin olduğunun işaretiydi. Yine de tartışmanın sosyal, psikolojik ve siyasal birçok yönünün olması konuyu karmaşık bir hale getiriyor. Neoliberal politikaların tam sonuçlarını yaşayan şimdiki nesil ile bir önceki dönemde görece bir sosyal demokrasi etkisini, 2. Dünya Savaşı sonrası güdülen karma üretim ekonomilerinin görüldüğü bir dönemi görenlerin arasındaki tartışmanın özü elbette tamamen politik. Ama burada şunu ayırmak gerekiyor, bir önceki nesil sadece bir bolluk halinin getirdiği kendini beğenmişlik ile yeni nesillerle çarpışmıyor, o görece iyi koşulları kaybeden bir nesil olarak çarpışıyor.
Kendi kavgasını kaybetmişler olarak, eski nesil tüm argümanlarını onu zamanında yenenlerin ağzından alıyor. Gençlere çokça nasihat edilen çalışıp kendini kurtarmanın önemi ve işsizliğin tembellik nedeniyle bu halde olduğu önermeleri esas olarak neoliberalizmin zamanında kendi ekonomi politikasını etkin kılmak için savunduğu fikirler. Eski nesil kendi hayatını daha da güzelleştiren koşulları ve fikirleri neoliberalizmle kaybetmiş, belki gençliğinde savunduğu fikirlerin somut sonuçlarının nasıl acımasızca parçalara ayrıldığını görmüş savaş gazileri olarak bu tartışmanın içinde. Tek sığınabildikleri de ya eski fikirlerinin çarpıtılmış ve nostalji haline getirilmiş şekilleri, ya da tam teslimiyet içerisinde karşı tarafın, neoliberalizmin kucağı oluyor.
Bu tartışmayı şiddetlendiren öteki nokta da şu: Neoliberal saldırıyla birlikte eski neslin toplumsal anlamda yeni nesille sağlıklı bir ilişki kurabileceği tüm örgütlenme yapıları da ortadan kaldırılmış durumda. Aile ilişkileri, herhangi bir siyasal, sosyal yapı veya insanların erişilebilir koşullarda bir araya gelebileceği hiçbir kamusal alan kalmamış durumda. Teknolojinin gelişme hızı da düşünüldüğünde, eski ve yeni neslin hem yaşamları hem de düşünce dünyaları arasında uçurumlar olması çok doğal. Toplum Margaret Thatcher’ın dediği şekliyle*, neoliberalizm toplumu parçalarına ayırıp herkesi tek başına bırakmış durumda.
*
Görüldüğü gibi iki neslin kavgasına bir dönemin kocaman sınıf mücadelesi tarihi işlenmiş. Eski neslin hatıratında ya Sovyetlerin yıkılışı, ya hükümetlere diz çöktüren emek örgütlerinin parçalanması ya da neoliberal politikaların en küçük ekonomik güvenceyi bile yok etmesi var.
Bu tartışmadaki en önemli nokta, nesillerin ayrışmasında bile politik mücadelenin izinin olmasıdır. Zaten bu iz olmasaydı, insanları sadece doğdukları yıllara göre kategorilere ayırmak ve tartışmanın bir temeli olmasını beklemek saçma olurdu. Asıl fark elbette yaşta değil; emeğini satmak zorunda kalmak ile üretim araçlarına sahip olmak, insanların kendi kaderlerini belirleyebileceğini savunmak ile serbest piyasanın bunu halledeceğini düşünmek arasındadır.
Yeni neslin kendi kaderini belirleyebilmek için önce geçmişten gelen yenilgilerin izlerini süpürmesi, yenilen eski nesli tekrar yenmesi ve geleceğin eşit ve adil bir şekilde yeniden kurulabileceği fikrini savunabilmesi gerekiyor. Bu mücadelede güç alınacak nokta sadece genç olma hali olamaz; sınıf mücadelesinin kendi tarihi, deneyimleri, zafer ve yenilgileri asıl destek noktası olacaktır. Eski neslin kendi yenilgilerinin yıkıcı etkisinden kurtulmasının tek yolu da yeni nesillerin bu dersleri kendi mücadelesine katabilmesi olacaktır.
* “Problemlerini toplumun üstüne atmaya çalışıyorlar. Ve bildiğiniz gibi, toplum diye bir şey yok. Sadece tek başlarına erkekler, kadınlar ve aileler var. Hiçbir hükümet bu insanların dışında bir şey yapamaz, insanlar önce kendi başlarının çaresine bakmalı.” - Margaret Thatcher’ın 1987 yılında Women’s Own dergisine verdiği röportajdan.