İlaç endüstrisi dünyanın her yerinde kamusal sağlık hizmetlerini çökertmeye, sağlık hizmetlerini özelleştirmeye, sağlık harcamalarını kendine yönlendirmeye çalışıyor. Bu tehdit o kadar büyük ki Britanya’da 12 Aralık’ta yapılacak seçimler için Corbyn’in ana vaatlerinden biri; Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin (National Health Service) tekrar düzgün işletilmesi ve Britanya’nın sağlık pazarına girmek isteyen Amerikan şirketlerinin durdurulması.

İlaç endüstrisi aynı zamanda sağlık hizmetleri dışında, ilaçların yapım ve keşif süreçlerini, bilim insanlarının ve araştırmalarının fonlanmasını ve ilaçların patent haklarını her buldukları fırsatta manipüle ediyor; ya ilaçların ucuz şekilde üretilmesini engelliyor, ya tekel oluşturup fiyatlarını yükseltiyor ya da temel anlamda belli araştırmaların kaynak bulmasını engelleyerek kendi tekelini korumaya çalışıyor.

Tüm bu yapılanların ortaya koyduğu tek şey, her cephede olduğu gibi burada da bir sınıf savaşının var olduğu, şirketlerin kar hırslarıyla geriye kalan tüm insanların sağlık hizmeti alma hakları arasında bir çelişki olduğu sonucudur. Bu çelişkilerin bizim açımızdan çözümü de kontrolün, karar verme gücünün şirketlerin elinden alınıp halka verilmesi; sağlık, eğitim, barınma haklarının piyasanın dalgalı denizinde sallanması değil, güvenceli ve eşit bir şekilde herkese sağlanmasıdır. 

*

Soner Yalçın son kitabı Kara Kutu’da kapitalizmin bu çürümüş tarafını başlangıç olarak alıp, içine biraz ucuz popülerlik sağlayacak komplo teorisi katıp, ilaç endüstrisine karşı duruş pozu kesiyor. Bunun üzerinden de kitap satıp para kazanmaya çalışıyor. 

Kitabın tartışmaya açtığı en önemli noktalardan biri elbette aşılar. Soner Yalçın kendisini aşı karşıtı olarak tanımlamıyor, yine de 2 yaşına kadar zorunlu olarak yapılan yaklaşık 17 aşının etkilerinin tam olarak bilinmediğini, bunların ilaç endüstrisinin çıkarları nedeniyle yapıldığını ve tartışılması gerektiğini söylüyor. Ama bunu tartışmaya açmak, yani yüzyıldır insanlığın belası onlarca hastalığı yeryüzünden silen aşıları tartışmayı açmak, yani zaten aşı karşıtlığının sözlük anlamı demek. İnsanlık hala özellikle çocukları daha çok etkileyen çiçek hastalığıyla, çocuk felciyle, tetanozla, kızamıkçıkla, kızamıkla, kabakulakla, su çiçeğiyle ve difteriyle eskisi kadar savaşmak zorunda kalmıyorsa, bunu aşılara borçluyuz.

Bu tartışmanın başka bir sorunu, alttan alta sağlık sistemiyle ilgili asıl problemin aşılar ya da başka yöntemlerle, devletin veya doktorların halkın özgürlüğünü (aşı yaptırmama özgürlüğü gibi) kısıtlaması olduğunu söylemesi. Ama halkın asıl sorunu ortada, bu sorun da çok fazla tedavi uygulayan doktorlar, çok fazla verilen ilaçlar değil. Tam aksine sağlık sisteminin asıl sorunu; sağlık sistemine yapılmayan yatırımlar, doktor başına düşen hasta sayısı, hasta başına düşen sağlık olanakların azlığı.

Soner Yalçın elbette becerikli bir hokkabaz gibi bu iki düşünceyi; neoliberal sağlık politikalarına karşı olmakla aşı - ilaç karşıtlığı gibi gericilikleri dengelemesini biliyor. Kapitalizm karşıtlığından kapıyı açıyor, sonra elinize aşı karşıtlığını, komplo teorilerini ve kendi kitabını bırakıveriyor. Kapitalizme karşı olma hali sınıf savaşıyla birleşmeyince, elimizde karşı geleceğimiz sadece Rockefeller ailesi ve bu ailenin karanlık komploları kalıyor.

Vurgulamak gerekirse ilaç endüstrisine, ayrıca enerji, silah, maden endüstrilerine, yani burjuvazinin tümüne karşı mücadele etmek; devlet politikalarını belirleme güçlerini kırıp, tüm yönetimi emek verenlerin ellerine geçirmek esastır. Ama bunun yöntemi halkın asıl problemlerini çarpıtmak, bilimsel gelişmenin ilerici kazanımlarını reddetmek değildir. Bu tartışmada bir taraf olup kitabını sattıktan sonra ‘ben sadece gazeteciyim’ deyip kenara çekilmeye çalışmak hiç değildir.