Dünya çapında birçok ülkede başlayan ayaklanmalar ülkelerin kendi öznelliklerinden çok kapitalizmin ve neoliberal politikaların “küresel” sonuçlarını gösteriyor.

Azerbaycan, Lübnan, Şili ve Ekvador’da başlayan ayaklanmaların hepsinin temel gündemlerini zamlar, pahalılık, yolsuzluklar gibi ekonominin durumuyla bağlantılı gündemler oluşturuyor. Bu eylemler en geniş anlamda 70’lerde başlayıp dünyaya yayılan ve kamu hizmetlerini kırpan, maaşları enflasyona rağmen sabit tutan ve en önemlisi de emekçilerin kendini savunma araçlarını bozup dağıtan politikaların sonuçları. Coğrafyaların farklılığı uygulanan politikaların ve elbette sonuçların ne kadar evrensel olduğunu gösteriyor. Ayrıca Lübnan örneğindeki gibi, siyasi alanın dini ve etnik kimliklere tamamen bölündüğü durumlarda bile protestolar ayrışmaların üstünde olarak ortaya çıkıyor.

Ayaklanmaların bir diğer özelliği de eylemleri yönlendirip birleştirebilen bir siyasi hareketin mevcut olmaması gibi gözüküyor. Zaten eylemlerin bu patlar şekilde durumları, uygulanan politikaların alternatifsiz gibi gözükmesinden, mevcut siyasi hareketlerin bu memnuniyetsizliği kapsayamamasından dolayı oluşuyor. Bu alternatifsizlik hali hem gittikçe yaşamaya ve patlamaya yakın kitleleri büyütüyor, hem de düzen siyasetine toptan güvensizliği getiriyor.

Tüm bu eylemlerin gösterdiği en önemli şey dünya çapında emek verenlerin içinde bulunduğu durum. On yıllardır devam eden neoliberal politikalar, emeğini satarak yaşamak zorunda olanları coğrafya, kıta ve siyasi yönelim ayırmadan benzer eylemlerde birleştiriyor.

Bu eylemlerin olası sonuçlarına gelecek olursak; sistemsel bir değişimin, yani bir devrimin olması uzak bir ihtimal gibi gözüküyor. Bu tepkileri toplayıp kurulu düzene karşı yıkıcı bir güce dönüştürebilecek bir programın eksikliği, tüm bu eylem dalgalarının kazanımlarını ‘yarım kalmakla’ damgalamıştır. Emekçileri yoksulluğa mahkum eden kapitalist düzene karşı ekonomik sistemi ve bunun tüm siyasi temsilcilerinin tamamen süpürecek bir programın ve örgütün yokluğunda, ayaklanmalar ne kadar şiddetli olursa olsun en sonunda mevcut kanallara akmak ve sönmekle sonuçlanacaktır.

Bunlara rağmen dünyadaki bu memnuniyetsizlik atmosferi, sosyalistlerin kendi alternatiflerini yaratması ve yayması için en uygun ortamdır. Bu eylemleri sürdüren kitleler elbette kendi deneyimlerinin ışığında ilerleyecek ve gelişecektir. Sosyalistlerin görevi bu eylemlerin sadece arkasına takılmak ya da bunları sonuçsuz uğraşlar olarak küçümsemek değil, bu iki ucun tam ortasında bu ayaklanmaların içinde olmak, deneyimlerini sahiplenmek, aynı zamanda bu tepkileri mantıksal sonuçlarına yani düzeni yıkmaya ulaştırmak için ilerletmektir.