Ekonomik kriz nedeniyle işsizlik, pahalılık artıyor. Geçim derdi büyük olanların elini kolunu bağlayıp işsizliğin, pahalılığın artışını bekleyecek hali kalmadı. İmkan elde eden işçiler eyleme geçiyor. Emek verenlerin farklı boyutlarda ve ekonomik hedeflerde eylemi artıyor, yayılıyor.
Direnen işçiler baskıya, zorbalığa, polis saldırısına, hava koşuluna aman vermiyor. Yılmadan eylemlerini sürdüren, eylemini yöneten işçiler siyasal sınıf bilincini de elde ediyorlar. İşçiyi susturma - patronu kurtarma peşindeki bu düzen değil de “hangi düzen olacak” derdine düşmeden yürünemeyeceğini her gün daha fazla görüyorlar.
İşçi sınıfının devam eden eylemleri gerçek bir kazanıma kavuşacaksa sermayenin birikim süreci sona ermelidir. Sermaye hakimiyetine, bir türlü gerçekleşmeyen ortaya karışık birlik önerileri ile son verilemez. Emek verenleri iktidara taşıma hedefini diri tutan devrimci partiyle son verilebilir. İşçi sınıfı eylemleri dün de bugün de böylece nihai hedefine ulaşabilecektir.
Emek verenlere bir dokun bin ah işitirsin. Ülkeyi yönetenlerin ekonomiyi batıranlar olduğunu her yerde dinlersiniz. İş yerlerinde komitesi, sendikası ile eyleme geçenlerin ülke çapında siyasal hedefle yürümesinin en mümkün olduğu koşullardan geçiyoruz.
Muhalefet, ekonomik krizi gündemine almadığı gibi işçi eylemlerini de gündemine almış değil. Eylemler dört bir yanı sarsa da bir siyasal hazırlığı olmadığı ortadadır. Ayrıca emekçilerin eylemlilik sürecinin bir fotoğraf karesinde bulunma peşine düşmek de akıllara zarar bir durumdur. Bu vaziyetler, işçi sınıfını sömüren düzene köklü bir karşılık verebilir mi, bu düzenle ne kadar kapışabilir?
Ezelden beri solun şöyle yanlış bir eğilimi ve söylemi vardır; “İşçi sınıfına gittin mi, gitmedin mi?” Ama gözümüzün içine bakarak gidecekler arasında kendisini dışarıda bırakır. Gidecek olsa bile “işçi sınıfına gitmiş” olmayı yeterli görenler, ülkeyi ve dünyayı kurtaracak siyasal yolu ilan edemiyorlar.
*
Emek verenler ve eylemleri, birer birer tarihteki saygı dolu yerlerini hep aynı şekilde alarak kalmamalı. Eylemlerin hak kazanımı ile sonuçlanması tek başına ne eylemin işçilerine ne de ülkedeki yokluğa yetecektir. Eylemlerin gerçek kazanımı için “can alıcı kapitalizm” bitirmeyi hedeflemesi gerekir. Kapitalizmin bu hali ne kadar çürük olduğunu gösteriyor, yönetecek olanın patronlar değil işçiler olması gerektiğini gösteriyor. İşçiler eylemleriyle elde ettiği gücü iktidara taşıyacak gücünü de görerek sınıf partisi ile yolunu birleştirmek durumundadır.
Bu bakımdan ülkenin en tarihsel işçilerin eylemlilik süreçlerinden biri olan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'ne bakmak yerinde olur.
*
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi istedikleri sendikayı seçmek ve DİSK’i savunmak amacı taşıyordu. Türkiye işçi sınıfı hareketinin en büyük, en kitlesel, en kararlı direnişine dönüştü. DİSK’li işçilerle kalmadı TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara üye işçiler, sendikasız işçiler de katıldı. 15-16 Haziran öncesi, 1960 sonrası, 70’li yıllara varana kadar pek çok işçi eylemi gerçekleşmişti. Büyük direnişin siyasal hedef eksikliğini Gülay Ünüvar ve Hayri Erol yaptıkları broşür çalışmasında, aydınlatıcı bir tarzda şöyle ele almışlar: “Haziran direnişi ertesinde başlayan saldırılar yeterince göğüslenemedi. Elde edilen kazanımları yitirmemek ve saldırıları göğüsleyebilmek için daha üst düzeyde bir örgütlülüğe gerek olduğu açıkça görüldü. Böyle bir örgüt, yani işçi sınıfı partisi yoksa 68’de Fransa’da olduğu gibi, en başarılı, en kitlesel eylemlerin bile yenilgiye uğraması kaçınılmazdır. Haziran Direnişi’nin kanıtladığı gerçeklerin en önemlisi de budur. İşçi sınıfına önderlik edecek devrimci bir siyasi parti olmadıkça işçi sınıfının bu tür ayaklanmaları düzen tarafından her zaman alt edilebilir.
15-16 Haziran Direnişi, işçilerin eylemlerini destekleyen TİP’in bu boyuttaki bir başkaldırıya önderlik edecek nitelikte olmadığını da gösterdi. Bunun nedeni TİP’in, parlamenter-reformcu bir çizgiyi benimsemiş olmasıydı. Bu çizgi özellikle de 1965 seçimlerinden önce de belirginleşti. TİP eylemlerin anayasal sınırların dışına taşmasından yana değildi. TİP’in istediği işçilerin bilinç düzeyini yükseltmek ve bilinç düzeyi yükselmiş işçilerin oylarıyla parlamentoya daha fazla milletvekili sokmaktı” (Türkiye’de İşçi Hareketleri 1 – Gülay Ünüvar, Hayri Erol)
İşçi sınıfı nihai olarak ekonomik haklarını dört dörtlük elde etmiş olsa dahi, yetmeyecektir. Patronlar işçinin emek gücü olmadan sermayesini biriktiremez, nefes alamaz. Emek verenler patronlar olmadan kendi yönetimlerinde gerçekten nefes alabilirler, herkesin nefes alabileceği koşulları yaratırlar. Bunu da üreten her işçi içten içe çok iyi bilir. Devrimci siyasal partisiyle cesaretlenir ve yola koyulur.