Günlerdir deprem felaketinin ne zaman geleceğini ve nasıl da koca İstanbul’un hazırlıksız olduğunu konuşuyoruz. Eğer bir deprem ülkesiyseniz tüm planlamaların buna göre yapılması gerekir. Fay hatlarına göre bulunduğunuz koordinat önemlidir. Nerede doğduğumuzu seçememiş olabiliriz ama doğduğumuz yeri değiştirmek, sorunlara karşı hazırlamak elimizde.

Bir doğa olayını konuşurken koordinatlar ne kadar önemliyse siyasette seçilen, aday olunan konumların her biri de o kadar önemlidir. Hazırlık ve planlamalar buna göre yapılır. Eğer doğru bir hazırlık ve yönelim içinde değilseniz nihayetinde sonuç deprem kadar yıkıcı olacaktır.

Şimdi tartışmamız bazı konumlarla, taraflarla olacak.

CHP ve İYİ Parti IMF ile görüştü. Bu görüşmeye AKP çok kızdı. Esas oydu çünkü IMF’nin kapısına yatacak olan ama muhalefet de meğer kapısına yatmaya hazırlanıyormuş. Arada çelişki bulabildiniz mi? Burjuva siyasetçileri kriz günlerinde hep el ele tutuşmak için hazırdır. Çünkü kurtarılacak patronlar için birlik gerekir. Bu burjuva siyasetçileri ve patronlar el ele tutuşarak kendilerini kurtaracak bir yol ararlar. Önce işçileri ateşe atarlar, haklarını gasp etmek için tetikte beklerler; sonra “sorun yok” edasıyla kardeşçe birleşip bize krizden nasıl çıkılacağını anlatmaya çalışırlar. Parayı verenin düdüğü çaldığı her düzenlemeyi önümüze koyarlar.

Taraflar ve konumlar bu yüzden önemliydi. Şapkadan tavşan çıkartır gibi CHP’den işçi sınıfının partisi çıkarılamaz. Patron partisi patron partisidir, bunun başka bir tanıtımı yok. O yüzden seçim sürecinde “her şey çok güzel olacak” diyerek tüm çizgiyi sahiplenenlerin, bu sahiplenmeyi sürdürmesi durumunda yer alacağı konum bellidir.

Demokrasi kim için?

Çeşitli bildiriler, değerlendirme sonuçları yayınlanıyor. En başa yazılıyor; demokrasi olursa krizden çıkış mümkün. Altına gelsin imzalar… Türkiye’nin 453 milyar dolarlık dış borcunu “puf” diye nasıl yok edeceğiz, bir de bunun argümanlarını dinlesek şahane olacak.

Çıkış yolunun kimden taraf arandığı bütün meseleyi netleştiriyor. AKP zaten bütün bu krizin sorumlusu olarak hala patronları kurtarmaya çalışıyor. Bugün bile kamuya ait olan Varlık Fonu’ndan yandaş şirketlerine para aktarıyor. Muhalefet çözümü IMF’de arıyor, yani patronların yararına arıyor. Acı reçeteleri işçilerin önüne koymaya hazır.

Peki işçileri kim savunuyor? Demokrasi olsa kriz olmayacağına göre, CHP de demokrasiyi savunduğuna göre işçileri… Yok işte, o hesap öyle işlemiyor, işleyemez.

Ekonomik krizde herkes için demokrasi isteyebilen gönlü genişler, liberallerdir. Buradaki “herkes” patron ve patronculardır. Kriz tüm açıklığı, yakıcılığı ve somut verileri ile ortada, derinleşiyor. Gerçek mücadele günlerinde yapılması gerekenlerin yapılmaması için hep bir örtü bulunur. Bu dönemin örtüsü demokrasicilik. İşçilerin kıdem hakkının gaspı gündeme gelince görmezden gelenler işte o bildirilerin en başına önce demokrasi yazıyor. Bugüne kadar işçi direnişlerini anlatanlar, grev alanlarına gitmeliyiz diyenler o kürsülerde konuşmalar yapıyor. Yok öyle değilse konu, Halep oradaysa arşın burada. İşçiler adına kim konuşuyor, dinlemek isteriz.

Kimin elini sıkacağız?

Herkes herkesle yan yana gelebiliyor, bunlar diplomatik görüşmeler olarak değerlendiriliyor. CHP de zaten IMF ile görüşmesini öyle anlatıyor. Siyasal hamlelerin nereye varacağını anlatmak zorunluluğu buz gibi diplomat olunca ortadan kalkıyor’muş gibi’. Yine taraflara ve konumlara geleceğiz, mecbur. Diyalektik böyle işliyor.

Ekonomik krizde işçi sınıfının iktidarını önüne koyanlar patronlarla el sıkışmazlar. Bu iddiayı taşımıyorum diyen varsa da bunun da açıkça ortaya konulması, “demokratçılık” yapanlardan sol çıkarılmaya çalışılmaması gerekir. Patronların sendikasını ağırlamak, TÜSİAD’ı ziyaret etmek, TÜSİAD’ı ziyaret edeni izlemek; Cemevi dedesinin Diyanet İşleri Başkanı ile görüşmesi kadar abes. Tarih sınıf savaşımları tarihi, biz bu karşımızdaki kan emicilerin elini sıkamayız.

Bazen deriz, uzatılan el havada bırakılmaz. Benzer kapta yemek yediğin, benzer evlerde yaşadığın, benzer günlere uyandığın, aynı şekilde sömürüldüğün el uzanıyorsa, onu havada bırakmazsın. Her gün durmadan savaştığın bu düzeni ancak o ellerin birleşmesi, örgütlenmesiyle yıkacağını bilirsin. Bu başka, bu en başta olması gereken ama bu atlanan, bu aynı zamanda es geçilen.

Sömürü gerçeği iki sınıfın arasına aşılmaz bir uçurum açar. Patronlara el uzatarak aşmak mümkün değildir. Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere düşer. O uçurumun dibindeki büyük servete, o uçurumun dibindeki bir avucun özel mülkiyetine “zenginlerle uzlaşma da olabilir” fikriyle el konulamaz.

Bazı süreçlerde tek adama karşı muhalefetin hangi koşullarda uzlaşabileceği, bir araya gelebileceği konuşmaya ve tartışmaya açıktır. Güncel tartışmamız bu değil. Konu bütün temel çelişkileriyle ortada. Patronlarla el sıkışmak ya da sıkışmamak, işte bütün mesele bu.

Devrimciler örgütü

İçinden geçtiğimiz koşullarda örgüt sorunu bir tartışmadır. Bu örgütün nasıl olacağı ve nasıl ilerleyeceği bir tartışmadır. İşçilerin iktidarı diye kolayca söyleniyor ancak örgüt sorunu yine bir takım şeylerle örtülüyor.

Bazı fotoğraf kareleri görüyoruz. Bu fotoğraf kareleri “diplomatik” görüşmelerin ardındaki hatalı eğilimleri de örgüt sorununun temelden nasıl örtüldüğünü de bize gösteriyor. Eleştiri yapmaktan nasıl geri düşüldüğünün cevabını da burada arayacağız. Benzer anlarda bulunanlar, bir diğerine tek kelime bile eleştiri yapma hakkını kendinde bulamıyor.

Kendi çıkarı için var olmak ya da yüzde 99’un çıkarı için var olmak.
Teoriyi bir kenara bırakarak “akışına bırak” fikrine taraf olmak, ister istemez birinci kategoriye sürükler.

Bir dogmayı değil eylem kılavuzunu nasıl okuyacağımızı, nasıl uygulayacağımızı ve geliştireceğimizi konuşuyoruz. Tam da içinden geçtiğimiz ülke koşullarında, ekonomik kriz günlerinde sınıf hareketinin diplomatik değil politik bir sola ihtiyacı var.

Bu yazıyı okuyan yoldaşlar ve dostlar en başta şunu kavramalı, işçilerin iktidarı için devrimciler örgütü şarttır. Devrimciler örgütü koşullara göre ilkelerinden ödün vermez. Bunu var etmek de her devrimcinin birinci görevi. İşçilerin iktidarına gidecek yol gerçek bir devrimciler örgütüyle birinci dereceden bağlıdır.

Bu yüzden durmadan her yönüyle devrimciler örgütünü ilerletmek ve geliştirmek üzere tetikte olmalıyız. Ne bireyler ne de işçiler adına kalıcı tek bir kazanım sağlamamış olacak konumlar tarihte yer etmez. İşçilerin karşısına dikilecek her güce karşı işçilerin gücünü birleştirmeliyiz. Gerçek devrimci örgütün bayrağını her daim yükseltmeli, işçileri partisiyle buluşturmalıyız.