Gezegen can çekişiyor.
Buzullar eriyor, Grönland eriyor. Grönland'daki bir buzul 15 yılda 100 metre inceldi. Bu erimeyle deniz seviyesi 1 milimetreden fazla yükseldi. Artık o bembeyaz görüntüler tarihe karışıyor. Buzullar daha fazla güneş ışını emiyor ve erime giderek hızlanıyor.
Deniz sıcaklığı artıyor. Mercan resifleri alarm veriyor, beyazlıyor.

Karbon salınımı azaltılmıyor. Küresel ısınma büyük bir tehdit olarak ortada.
Ormanlar yakılıyor. Bu yangınlar küresel ısınmadan değil, ranttan.

Ancak olumlulukları atlamamak lazım. Eriyen buzullar kapitalistler için yeni ticaret yolları demek. Bir de ortaya çıkan yeni adalar, adacıklar var. Neden paylaşılmasın? Trump’ın Grönland’ı satın almayı teklif etmesi bir tesadüf değil, “bir gayrimenkul anlaşması” diye özetliyor. Sonra yok olan ağaçların yerine dökülecek betonlar, yeni inşaatlar, yeni tesisler, belki de başka çılgın projeler.

Gelen felaket hiçbir kapitalistin umrunda değil. Ortaya çıkan tabloda nasıl kar edeceklerini planlıyorlar ve kar için dünyayı tüketmeye devam ediyorlar.

Kapitalistle el sıkışılır mı?

2050’ye kaldı şurada 31 yıl. Çok kısa bir zaman. 2050’de dünyanın durumuyla ilgili bir tane bile iyi öngörü bulamazsınız. Sular altında kalan kentler hatta ülkeler, susuzluk, kuraklık, açlık, önü alınamayacak göçler ve binlerce ölüm. Bunlar sadece ilk akla gelenler.

Dünyada bunların hiçbirine hazırlık yok. Yerin altındakileri çıkarmak için talan var, savaş var.

İklim krizi konuşulurken ortalığı inanılmaz bir “duyarlılık” sarıyor. Birleşmiş Milletler daha çok proje üretse, daha çok maddeli anlaşmalar yayınlasa, ülkeler de tamam deyip imzalasa sorun çözülecek gibi. Bir “oh” demek için bekleniyor. Hadi diyelim bu anlaşmalar ortaya konuldu da imzalandı, hangi beton sevdalısı ağaç yok etmekten, nehirleri kurutmaktan vazgeçecek? Son günlerde Paris İklim Anlaşması’nı konuşuyoruz. Taraf olmak ya da olmamak, sanki bütün mesele bu.

Bu düzen var olduğu sürece dünyayı tüketmeye devam edecek. En ideal çözüm yolları da ortaya konsa kapitalist hiçbir ülke bunları uygulamayacak. Çünkü çıkarlarıyla uyuşmuyor. Eriyen buzullardan bile yeni ticaret yolu planı yapan kapitalistler, kar için dünyayı oymaya devam edecek. Fabrikalarının bütün zehrini nehirlere akıtan ama kameralar önünde fidan diken patronlara aldanmayın. Bu örnek ikiyüzlülüklerinin sadece bir tarafı.

Sorunun kaynağı ekonomik sistem. Bu öne alınmadığı sürece hata yapmak kaçınılmaz. Özel mülkiyet var olduğu sürece, doğa da bir avuç zenginin mülkü haline getirilmeye devam edecek. Kamusal alanlara el konuluyor, tapulu mal haline getiriliyor. Çelişki ise; doğanın talanına ve iklimin bu hale getirilmesine itiraz edenlerin özel mülkiyet tartışmasını birinci madde olarak ele almaması.

Özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını konuşmak istemeyenler “iyileştirilebilir” fikrini de kendilerince argümanlarla anlatmaya çalışıyorlar. Ancak iyileştirilemez. İyileştirilmesinin mümkün olduğunu ileri sürenler işte BM’ci sözde antikapitalistlerdir. Avrupa’dan bekleniyor ki bir işaret fişeği yakılsın. O yüce kapitalistler birlikleri hadi desin, iklimi kurtarıyoruz.

Kimse katilinin elini sıkmak istemez, sıkmaz. Dünyanın katilleriyle de el sıkışmayacağız. Üretim araçlarına sahip olan azınlık olduğu sürece tek hedef de kar ve çıkar olacak.

Bir avuç zenginin karı, insanlığın geleceğinin üstünde olacak.

Düzenin yüzü

Fidan diken patronlar kadar sahte bir şey daha varsa o da “sivil toplum kuruluşları”. STK dediğimiz şey bu düzenin yamasıdır. Gaddarlığını makyajlamak için bu kurumları ortaya sürer. O STK’ların başında oturanlar da yazar projeyi alır fonu, yazar projeyi alır fonu. Avrupa Birliği’nin fon listesi epey kabarık. Düzen kendi çalıp kendi oynuyor, bunun görülmesi gerekir.

En matah şey Greenpeace’e kredi kartından 10 TL bağış yapmak olamaz. Foncu STK’ların dünyayı kurtarmasını beklemek, patronun işçilerin yoksulluğuna üzülerek çift maaş vermeye başlaması kadar imkansızdır. Gel gelelim bu konudaki keskinlik flulaşıyor. AB’den, BM’den beklenti içinde olmak Greenpeace gibi sahte kurumları popüler hale bile getirebiliyor. Antikapitalist olmamak ama yıkımlarına belli bir tonda itiraz etmek kanserli hücre gibi.

Üzgünüm, hayranlık duyulan Greta Thunberg bana hiç de sevimli gelmiyor. Dünyanın geleceğini ne sevimli yüzler ne de tarafsız “aktivistler” olarak konuşamayız. Ancak aktivist olmak ne çok alkış alıyor değil mi? Ana akım medya her gün aktivist diye alt yazı geçiyor. Ayrıca ideal bir genç olursanız Obama ile yumruk bile tokuşturabilirsiniz. Bunu es geçmeyelim.

Tartışmamız subjektif bir yerden ilerlemiyor, yanlış anlaşılmasın. Konumuz ortada duran bu genç profilin temsil ettiği eğilim ve bunun övülmesi. Örgütlü bir güçten söz edilmiyor, tek çözümün bu düzenin yıkılması olduğu, emek verenlerin yönetimi olduğu dillendirilmiyor. Bu yüzden de kapitalistler buna bayılıyor. Bayılmasına bayılsın da solcular neden bunu beğeniyor? Çünkü hayat dediğin şey bazı kesimler için fikirlerden başka bir yere saplanmış. Devrimci ve örgütlü bir mücadele propagandasının yerini bireysel süperlikler almış. Yarın öbür gün aktivist diye kendini tanıtanları görürseniz şaşırmayın.

Aktivist olmak diye bir mücadele bir biçimi olamaz. Gelecek için, başka bir dünyanın var olması için mücadele etmek bir spor değil. Sürekliliğin esasını akıl ve fikir oluşturur. Bunun örgütünün olması şart. Ancak örgüt derken STK’dan söz etmiyorum, Greenpeace gibi yerlerden hiç söz etmiyorum. Bunun tam aksini savunmak ise 21. yüzyılda eleştirilen Ortaçağ düzeninden ayrı değil. Fikir yok, akıl devrede değil; yerine sevgi ve duyarlılık var. Ekstra olarak da fonculuk.

Esasımız “duyarlılık” ya da “doğayı sevmek” değil. Bu yağma kötülükten değil somut olarak üretim araçlarına sahip olanların doğaya da el koymasından, tüketmekte hiçbir mahsur görmemesinden. Doğayı ve dünyayı savunmak da iyilikten değil siyasetten. Yani konu politik. İnsanlığın geleceğini bu barbarların elinden kurtarıp kurtarmamak düzlüğündeyiz. Bugünün bireysel duygu durumları bu yıkımı geri döndüremez. Örgütlülük şart, antikapitalist mücadele şart.

Renklerin özü

Buradan hemen bazı sembollere geleceğiz. Dünyayı ve doğayı savunmak yeşil, işçi sınıfının mücadelesini savunmak kızıl. Böyle bir ayrım yok. Esas çelişki temeldir. Toplumsal üretim yerine üretim araçlarına sahip olanlar için üretim varsa, özel mülkiyet var olduğu sürece sömürü devam ettiği gibi iklimin alt üst edilmesi ve doğanın yağmalanması sürecekse çözüm ortadadır: Bu düzen yıkılmalıdır. Birinin artı emeğinin, bir başkasının varoluşunun koşulu olması ortadan kaldırılmalıdır.

Bunun için çeşitli ayrımlara ve afilli anlatımlara gerek yok. Dünyanın geleceğinden endişe edenler, sömürülen milyonların geleceğinden de endişe etmeli. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar, dünyanın geleceğine sahip çıkmalı.

Kapitalizme karşı mücadelenin esası, mücadele alanlarına göre değişmez.

Bu konuda çok deneyime, çok birikime ve tartışmaya ihtiyacımız olduğu açık. İnsanlığın geleceğini bir avuç barbara bırakmamak için daha geç olmadan hala kurtarılacak bir dünya var. Bunun ilk adımı gerçek antikapitalist, örgütlü ve devrimci bir mücadeleden geçer.