Erdoğan belediye başkanlarını saraya çağırdı. Herkes eksiksiz katıldı, açıklamalara göre güzel bir görüşme oldu. Zaten Kılıçdaroğlu tereddütsüz katılım demişti. Su akıyor, kendilerince yolunu buluyor.

CHP 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden beri, İmamoğlu’nun başını çektiği bir muhalefet etme tarzını ortaya koyuyor. Bu tarzda Erdoğan’a karşı tavır tatlı sert; yani gerektiği zaman belediyeler yoluyla AKP’yi cezalandıran, kaynaklarını kesen ve gerektiği zaman ise başkanlık makamıyla uzlaşma, normalleşme mesajları veren bir muhalefet. Böylece Erdoğan ve saray çevresinin yavaş bir şekilde sıkıştırılması, tavizler verip küçülmesi ve bir sonraki genel seçimlerde de gücünün iyice kırılması amaçlanıyor gibi görünüyor. Bu nedenle de dengeli bir gidiş tercih ediliyor.

Erdoğan ile belediye başkanları toplantısında buluşan İmamoğlu bir hafta öncesinde AKP’lilerin yolsuzluk yaparak kendi kadrolarına tahsis ettiği araçları Yenikapı’da sergilemişti. Tunç Soyer ve Yılmaz Büyükerşen toplantıyı haber merkezlerine samimi ve verimli bir toplantı olarak anlattılar. İmamoğlu’nun anlattıklarına göre toplantıda kırık bir sandalye nedeniyle şakalaşmaya varan anlar bile yaşandı. İmamoğlu toplantıyla ilgili açıklamasında yerine kayyım atanan HDP’li belediye başkanlarına “bazı demokrasi sorunları” olarak değindi.

Yanlış anlaşılmasın; bunları şaşıralım, kızalım ya da İmamoğlu ve CHP’ye çok sinirlenelim diye anlatmıyorum. CHP’den beklentisi olanlar elbette kızabilir. Ancak bizim herhangi bir beklentimiz yok. Bu ayrımı ortaya koymak lazım.

CHP zaten normalleşme istiyor, herhangi bir radikallik istemiyor. Konumu itibariyle istemesi mümkün değil. CHP ülke tarihinde her zaman olduğu gibi devlet bürokrasisine ve bu ülkenin asıl yönetici sınıfına bağlı bir parti. AKP’den sonraki dönemlerde de CHP her zaman yönetim alternatiflerinden biri olacak. Bu nedenle şu anki başkanlık rejiminin yıkıcı bir muhalefet ile yenilgiye uğratılması yerine; Erdoğan’ın görece geri çekilişi, AKP’nin devlet desteğini kaybetmesi ve siyasi hayatın normalleşmesi planlanıyor. Bu uzlaşma amacının diğer bir sebebi de şu: CHP burjuva siyasetinin bir temsilcisi olarak yıkıcı, dönüştürücü ve devrimci siyasi pratiklere kapı aralamak istemiyor. Bunu bir kez daha görüyoruz.

Normalleştiremediklerimizden...

CHP böyle diyerek defteri kapatıp gidemiyoruz. Çünkü koskoca bir seçim süreci boyunca birçok odak her şey çok güzel olacak dedi. CHP gerçekten dönüştürücü bir güçmüş gibi ortaya sürüldü. Bu yüzden tartışmamız ana muhalefet partisiyle değil ana muhalefet partisini böyle öne sürenlerle olacak.

CHP iktidarının tek kazancı, biraz daha hafiflemiş bir baskı düzeni olabilir. Bu doğru. Ancak ötesini de dinledik. Demokrasi ve emekçiler adına kazanımları da her şey çok güzel oldu, olacak diye kutlayacaktık...

Diyelim ki konumuz sadece saray rejimine karşı yürütülecek bir demokrasi mücadelesi. Bu kadar dar bir siyasi hedef, sosyalistlerin nişanesi olabilir mi? Bu hedef sadece ülke yönetiminde bir el değiştirmeyi önüne koyar. Emekçilerin iktidarı hedefini ucundan bile yakalayamaz. CHP ile emekçilerin iktidarına giden yol yürünemeyeceğine göre tüm bu sürecin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Ya emekçi iktidarını savunmak üzere yollar ayrılacak ya da aynı yolu yürüyenlerin bu iddiası düşürülecek. Çünkü gerçek siyaset böyledir. Çocuklar bile her gün aynı hikayeyi dinlemek istemez. Yenilik ister, dahasını ister. Neyle yetinip neyle yetinmediğiniz bulunduğunuz konumu öyle bir değiştirir ki “ben nasıl buraya düştüm” diye şaşıp kalırsınız. O yere düştükten sonra geride bıraktığınız her şey ancak ardınızdan el sallar.

Olabiliri düşünmek önemlidir ama bu olmaz

Ülkenin kriz içinde çırpınması, böyle bir Erdoğan belası gerçek. Ancak değişebilir diyoruz, bambaşka olabilir diyoruz. Umut hep var. Bu dünyayı değiştirmek için yola çıkanlar umudunu nasıl yitirsin? Bu iyi olan. Ancak bazen hatlar karışabiliyor. Olmazlara olur, olurlara olmaz denebiliyor. Bunların eş zamanlı olarak her yerden söylenmesi kafa karıştırabiliyor, karıştırmasın. Ayrımları ortaya koyalım.

İşte tartışılan normalleşme. Bu olabilir. CHP ile AKP normalleşebilir. Bu normalleşmeye dahil olmak isteyenler elbette hep beraber normalleşebilirler. Dahası varsa onlar da katılsın. Kardeş kardeş normalleşilsin. Ülke böylelikle belki daha demokratik bir hale gelebilir ama emekçilerle patronlar asla normalleşemezler.

Hiç uzlaşma olmayacak mı sorusunun cevabı çok keskindir, hiç uzlaşma olmayacak.

Bir avuç mülkü elinde bulundurduğu sürece, dünyanın yüzde 99’u bu bir avuç tarafından sömürüldüğü sürece ne normalleşmeden ne de uzlaşmadan söz edilemez.

TÜSİAD’la her koşulda el sıkışanlar, emek verenlerin hakkının gasp edilmesi konu olduğunda da el sıkışırlar. Bu gidişatı o gücün şemsiyesi altından çıkmamak adına suskunlukla karşılayanlar ya aynı el sıkışma sırasında kendilerini bulurlar ya da bir şekilde bir yerlerde illaki bir parçası olarak kalırlar. Öte yandan denirse ki özel mülkiyet tartışmalarımız arasında yer almıyor, o zaman dediğimiz gibi herkes kucaklaşabilir.

Esas meselemiz budur. Normalleşmeyi, uzlaşmayı kıdem hakkına göz dikilen emek verenlere sorsanız size böyle anlatırlar. Gerçek devrimciler konuyu zaten böyle ele almaktadır.

Muğlaklaştırılmaya çalışan tüm saflar netleşmeli. Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere.