Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerine atanan kayyımlar, AKP’nin Kürt karşıtı politikalarının sadece seçim dönemlerinde milliyetçi oylar için uygulanmadığını gösteriyor. Erdoğan’ın bir araya getirdiği iktidar bloğu, dış politika gibi iç politikayı da tek belirleyen siyaset olarak Kürt karşıtlığını son raddede uyguluyor, belediyelerde temsil edilmelerini bile kabul edilemez buluyor. İngilizlerin yüzyıl önceki sömürge valileri gibi, tek gündeme gelme sebepleri dağıttıkları rant, kendilerine yaptırdıkları banyolar ve Saray’a yolladıkları hediyeler olan bürokratları, hiçbir yasallığa dayanmadan belediyelerin başına geçiriyorlar. Buna ek olarak, bir de AKP karşıtı muhalefet güçlerini bölüp yavaşlatabilen tek gündemin Kürt meselesi olduğunu da düşünürsek HDP’ye karşı izlenen baskı politikalarının süreceğini öngörebiliriz.
Hükümetin Suriye’de MİT eliyle desteklediği radikal İslamcı gruplarla yürüttüğü dış politika Rusya ve ABD’nin müdahaleleriyle yolun sonuna gelmiş durumda. ABD ile, dolaylı yoldan da SDG ile yapılan anlaşma ile güvenli bölgenin güdük bir hali hükümete kabul ettirilmiş durumda. Dışarıdaki bu yenilginin karşılığı içeride kayyım atamaları ile üstünlüğü hala elde tuttuğunu göstermeye çalışmak oldu. 15 Temmuz sonrası birlikte masaya oturulan Soylu kliğinin tek gücü ve etkisi Kürtlerin sopa ile susturulmasına bağlı. Bu konumdan en küçük bir geri çekiliş, AKP’de Davutoğlu ve Gül ekibiyle zaten başlamış olan yarılmanın daha da derinleşmesini getirebilir. Davutoğlu’nun kendisinin de 7 Haziran sonrası aynı politikaları izlemiş olması durumu değiştirmiyor. AKP’li siyasetçilere herhangi bir omurga atfetmemize gerek yok. Bu yarılma olasılığının etkisi de Saray’ı seçimsiz dönemde bile sürekli bir saldırı ve baskı politikasına mahkum ediyor.
***
Bütün bu baskı politikasına rağmen, milliyetçilik geniş kesimlerce kabul ediliyor diyemeyiz. CHP seçmeni, 7 Haziran seçimlerinden beri HDP ile seçimler aracılığıyla bir araya gelebilmeyi öğrendi. 7 Haziran öncesi birçok koldan yayılan HDP AKP ile anlaşacak söylentileri bu dönemde tamamen yok oldu. 23 Haziran’dan sonra herkes HDP’nin ve Kürt seçmeninin demokrasi bloğundaki yerini kabul etti. CHP yönetimi o veya bu şekilde İyi Parti’nin de HDP’nin de dahil olduğu bir birliği kurup sonuç alabildi. Toplumsal açıdan bir ilerleme olsa da, HDP açısından bu yakınlaşmanın sonuçları o kadar olumlu olmayabilir. Kürt hareketinin ortaya çıkışından itibaren dayandığı radikallik, CHP’nin etkisiyle törpülenebilir. CHP’nin AKP iktidarı dönemindeki en önemli yeteneği, kitlelerin en sert tepkilerini bile soğurabilmesi ve radikalleşmenin, anlamlı bir örgütlenmenin önüne geçebilmesi oldu. HDP şu anda CHP’yi daha demokratik bir yöne çekebilmek için uğraşıyor diyebiliriz. Yine de “Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar”. Özellikle Batı’da HDP’nin içinde yaygın olan liberalizm ile bir araya geldiği zaman, CHP’nin bu düzen güçlerine eklemlenme ve kitlesel muhalefeti soğurma kabiliyeti, HDP’nin içinde bulunduğu demokrasi ittifakını bir kafese çevirebilir.
Demokrasi ittifakı ve CHP ile yakınlaşma bir yönüyle şu anda bile bazı zorunluluklar nedeniyle kurulmuş durumda. HDP, iktidarın baskı politikaları nedeniyle CHP ile yakınlaşması olmadan kendi politikalarını geniş kitlelere yayıp uygulayabileceği bir meşruiyeti üretemiyor. 7 Haziran sonrası uygulanan hendek politikalarının ve kaybedilen tüm toplumu kucaklama şansının hayaleti, elbette AKP’nin de ittirmesiyle hala HDP’yi kovalıyor. Bu sıkışmışlık nedeniyle de HDP, AKP’nin baskı politikalarını kırıp toplumu ikna edebileceği politikalar üretilemiyor. Elde olan da AKP’ye karşı bir seferberlik çağrısından ibaret kalıyor. Bu sıkışmışlık politikasının sonucu; Erdoğan’a ve kadrolarına sınırlı bir karşıtlık içinde olan, neoliberalizme iman etmiş sınırlı bir demokratın sınırlı bir programa sahip belediyeciliğini desteklemek ve bunu her şeyin üstünde görüp şişirmek oluyor.
***
AKP, içte HDP’nin, dışarıda da Kürt Ulusal Hareketi’nin kazanımlarını yok etmek veya etkisiz kılmak için elinden geleni ardına koymayacak. Yine de bu mücadelenin asıl belirleyeni direnişin örgütlülüğü, yaratıcılığı ve kapsamı olacaktır. AKP’nin baskı politikalarının sertliği hiçbir yenilginin bahanesi olamaz. Kayyım atamaları elbette HDP için hem halkla buluşma, hem de kadrolarını yetiştirme fırsatlarının elden alınması demektir. Buna rağmen Kürt hareketi belediyeler olmadan da ilerici adımlar kurgulayıp atabilecek potansiyele sahiptir. Son olarak kendine devrimci ve demokrat diyen herkes Kürt hareketinin bu mücadele potansiyelinin ve direnişinin yanında durmalıdır.