Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay işçiyi nasıl sattığını mikrofondan duyurdu: “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle.” Mikrofonu kapatamayınca işler karıştı haliyle.
Yaşasın sesi kısılamayan mikrofonlar!
Türk-İş başkanı gerek oturduğu masa, gerek oturduğu koltuk açısından sendikal hareketin de sözcüsüdür ve bir tartışmayı başlatmıştır: “İşçiyi satan sendika olur mu?”
Son yıllarda işçileri yarı yolda bırakan, sınıfa ihanet eden sendika haberleri fazlalaştı. Mesele işçileri örgütlemeye gelince kulaklarının üstüne yatanlar Türk-İş’in yaptığı boyutta bir ihanet karşısında hemen dikiliyorlar.
Kahve muhabbetini tarz haline getirmiş olanlar hemen atladılar ortaya. Türk-İş’ten ne bekliyormuşuz da her zaman satmış da… Zaten herkes biliyormuş Türk-İş’in işçiyi satacağını. İşçi de gidip Türk-İş’e üye olmasınmış.
Alkışlıyoruz. Bravo bizim solcumuza. Bravo bizim öngörülü sendikacılarımıza, sendika uzmanlarımıza.
Tabii bir de lafı geveleyip sonunda hiçbir şey demeyenler var. Ezber konuşmalar. Büyüklerinden ne duydularsa o… Sıfır üretim, sıfır yaratıcılık, sıfır siyaset…
Sendikalara tam anlamıyla kapak atmış, sendikaları işçi sınıfından ayırıp sadece maaş almış, mesleğine de uzman, sendikacı diyen arkadaşlar… Acaba bu sendikalar bu hale gelirken siz neredeydiniz?
Yıllarca meşgul ettiğiniz koltuklarda sadece bireysel başarılarınızı, kendi yaptığınız güzel işleri anlatıyorsunuz. Tamam, bütün başarılar ve güzellikler sizin olsun da başarısızlık ya da ihanetin sorumlusu neden seçeneksiz kalan işçiler oluyor? Sen ne zaman olumlu bir örnek koydun da ortaya işçi senin deneyimini sahiplenmedi?
İşte size temelli bir ihanet başlangıcı: Başarı bireysel, başarısızlık kolektif.
İşçi sınıfıyla bağını koparmış her sendika işçilere mutlaka ihanet edecektir. O sebeple işçi sınıfıyla bağı kalmamış ya da bağı varmış gibi yapanlar kendilerinin ihanet etmeyeceğini sakın iddia etmesin.
Bu gibi sendikacılar yüzünden deneyimli işçiler arasında sendikalara güvensizlik hakim. Deneyimsiz işçi de ya başına gelince anlıyor ya da sadece olumsuz deneyimleri dinleyerek öğreniyor.
İşçi sınıfının sendikalara olan güvensizliğinden bugüne kadar elinde imkan olup da olumlu bir deneyim yaratmayan, işçi sınıfına önderlik yapacak fırsatı varken ekonomik davranan ve sadece bireysel çıkarları/hesapları peşinde koşan herkes sorumludur.
Tabii burada “Ben de hepimiz sorumluyuz dedim” diyen çok akıllı sendikacılar çıkacaktır. Biz “hepimiz” demiyoruz, “siz” sorumlusunuz diyoruz.
O sendikaların işleyişlerini siz belirlediniz. İşçileri özne olarak görmediniz. İşçilerin sendikaya her müdahale girişimini ya demagojiyle ya da şiddetle engellediniz. İşyeri temsilcisinin seçilmesinden merkez yönetim seçimlerine kadar sadece koltuklarınızı, maaşlarınızı düşünerek hareket ettiniz.
“İşçiyi satan sendika olur mu?” sorusuna dönecek olursak bizim cevabımız “Hayır! Satmaz, satamaz”
Emek verenlerin yönettiği bir sendika sınıfını satamaz, satmayacak. Her şeye rağmen yine de ihanete yönelen yönetici olursa da onu görevden alacak yine işçi sınıfıdır.
İşçiler öznedir. Dünyayı var edenler, sınıf sendikacılığını da var edebilirler. Yeter ki sınıf savaşını ciğerinde hissedenler doğru bir deneyim yaratma derdine düşsünler. Olumlu bir deneyim yaratmak bizim elimizde. Hep başaracağız demiyorum ancak biriktire biriktire yol yürüyeceğiz.
Artık işçiler sendikalarını patronlaşmış sendikacılardan, uzmanlardan almak zorundadır. Alamıyorsa da kendi sendikalarını kurmaya başlamalıdır. Ancak o zaman dinozorların çağına son verip emek verenlerin çağını başlatacağız.