Belediyeler, bakanlıklar, kamu şirketleri, vekillikler… Bu hafta bu kurumların hepsiyle ilgili çift, üçlü dörtlü maaşlar, eş dost akraba atamaları, ‘bankamatik memurları’ ortalığa serildi. Görülenlere göre bu durum siyasi parti farkı gözetmiyor, iş kamu kaynaklarının dağıtılmasına gelince kutuplar tamamen kucaklaşmış durumda. AKP de CHP de fırsat buldukları her anda bu ballı işleri kendi taraflarına dağıtmakta bir sorun görmüyor. Bir de diğer tarafı etik dışı davranmakla suçluyor ve kendilerini haklı çıkarıyorlar.
Tüm bu tartışmalarla birlikte CHP belediyelerde akraba atamalarını durduracak bir kanun teklifi de hazırladı. Teklife göre belediye başkanlarının 1 ve 2. derece akrabaları istisnai memuriyet kadroları ile belediye şirketlerine atanamayacak. Belediye başkanları yönetim kurullarındaki görevleri nedeniyle ek ödeme alamayacak. İyi, güzel. Ancak konu kendilerini savunmaya gelince CHP’li Engin Altay diyor ki “CHP nezle olduysa AKP kanserdir”. Yani diyor ki biz az yaptık, AKP hep böyleydi. Evet, AKP kanserli hücre gibi her kademeye yayılmış durumda. Otoparkından kantinine hiçbir yeri kaçırmadan kendi tanıdıklarına, akrabalarına peşkeş çekiyor, işe alıyor, yönetici yapıyor. Tartışmamız milyonlar işsizken ve yarı aç yarı tokken nasıl oluyor da kamunun belediyelerine böyle el koyuyorsunuz? AKP’ninkileri saymakla bitirmek pek mümkün değil ama “bu hataları düzelteceğiz” diyen ana muhalefet partisinin savunması pek bir trajikomik.
Öte yandan bu ballı işlerden ve maaşlardan yararlanan kesim kendini şu gerekçelerle savunuyor: “Oğlumdan başka güvenebileceğim kimse yoktu”, “Partili oldukları için değil liyakat nedeniyle bu işleri aldılar” ve “İstesek özel şirketlerde daha çok maaş alırız”.
Yani şuna inanmamız bekleniyor: İşşiz sayısı 4 milyonu bulmuşken, genç işsizlik yüzde 25’e yaklaşmışken bu akrabaların ve partiden tanıdıkların atanması tamamen tesadüf! Milyonların içinde yeterince “liyakate”, çalışkanlığa sahip olan kimse yok. Aslında bütün bu kişiler yerlerini ve maaşlarını fazlasıyla hak ediyor. İşte gözümüzün önündeki gerçekleri bir kenara atıp bu saçmalığa inanmamız bekleniyor.
Bu bir ayrıcalıklılar zümresidir
O liyakat liyakat diye sürekli dillendirilen ne mi? Yine bir ayrıcalıklar dünyası. Herkesin imkanına göre konumunun oluştuğu bir gerçektir. O anlattıkları liyakat, imkanlarına göre oluşan konumlara layık oluşlardır.
Herkes yeteneğine göre işe, ihtiyacına göre maaşa sahip olmalıdır.
Kamu kaynaklarını kendine hak olarak gören bu kesimin AKP eliyle büyüdüğü doğru ama bunu haklılaştırmak için yarattıkları ideoloji siyasi kutupların üzerinde. Bu kesimi asıl belirleyen şey şu veya bu şekilde ekonomik anlamda ayrıcalıklı olmaları. Bu avantajlı maaşlara ve görevlere gelmelerini sağlayan tek şey bulundukları çevre, sahip oldukları aile veya akrabaları. Zaten eğitim, yetenek aranacak olsa bile; bu ballı görevlerin bir diğer özelliği gerçekte ne işe yaradıklarının belli olmaması yani bir iş yapmamaları. Hemen hemen hepsi danışmanlık, müdür yardımcılığı, çeşit çeşit kalem, asistan, kurul üyeliği gibi gerekliliğe değil dağıtılacak ranta göre oluşturulan koltuklar.
Düzen partileri her yerde “çalışıyor”
Bu fenomenin Türkiye’ye özgü bir sapma olduğunu düşünmemeliyiz. Tüm dünyada, ayrıcalıklı kesimler böyle kayırmalara alışık durumda. Çalışanların, emek verenlerin vergilerinin yağmalanması ilk halkada şirketlere verilen sübvansiyon, vergi affı ve ihaleler yoluyla yapılıyor. Bu yağmanın bireylere yansıması da kat kat maaşlar, primler ve avantajlı işler şeklinden oluyor. Finans sektöründe ‘ceo’ların, fon yöneticilerinin aldıkları primler yerinde bir örnek.
Buradan şu sonuç çıkıyor: Her gün değişik bir hediye paketiyle bize önerilen ve öğütlenen o fark yaratma, ileriye geçme, kendimizi geliştirme; yani kaderimizin ortak olduğu milyonların üzerine basma, bir adım önüne geçme, çelme takma sadece çalışan ve emek verenler için geçerli. Bu önerileri yapanlar birbirleriyle rekabet etmek yerine birbirlerini kolluyor, birbirlerine kıyak geçiyor, rant kapısı açıyor. Kamu kaynaklarını bürokrasi, düzen siyasetçisi, sermayedar el ele birlikte yağmalıyor.
Ayrıcalıklı maaşların hepsi kesilmelidir
Emek verenlerin sırtındaki bu tümör benzeri kesimin ahlaklı olmasını beklememeliyiz. Yapısal anlamda rantla beslenen bu kesim, ideolojik anlamda da sonuna kadar kendi rant hakkını savunacaktır. Çözüm ahlak çağrıları değil; bu kaynakların, gerçek sahipleri olan emek verenler tarafından yönetilmesi ve denetlenmesi ile gelecektir.
Bu yönetme ve denetleme, zaten en başından itibaren belediyelerdeki tüm yöneticilerin halk tarafından seçilmesi ile olabilir. Bu durumda kendilerince anlatıklları o liyakat sistemi ortadan kalkacaktır. Halk tarafından yönetim mekanizmalarına yerleştirilen her bir yönetici yine halk tarafından denetlenmeli ve her an geri çağrılabilmelidir.
Bu yöneticilerin hiçbiri ayrıcalıklı bir maaş almamalıdır. Belediyedeki herhangi bir çalışan ile aynı maaşı alması gerekir. Belediyelerdeki sistemin böyle işlemesi gerekirken TBMM’de de durum aynı sistamatikle devam etmeli. Çünkü milletvekilliği bir meslek değil. Buna bir kez seçilenin görevi boyunca binlerce lirayı her ay cebine koyması ve görevi sonlanınca da ömür boyu yine binlerce lirayı emekli maaşı olarak alması zaten apaçık bir şekilde yaratılan bu zümreyi ortaya koyuyor. Vekillik meslek değilse, her biri halk tarafından seçildiyse o zaman alacakları ücret de asgari ücretin üzerine çıkamaz. Gerçek bir adaletten bahsedeceksek TBMM’deki bu ayrıcaklar dünyası da sona ermelidir.
Kapitalist sistemin yarattığı bu kan emici zümre tarihe karışmalıdır.