Brexit’in başını yediği ikinci başbakan Theresa May’den sonra geçen sefer May’in koltuğunu kıl payı kaçıran Boris Johnson hem muhafazakar partinin başına hem de İngiltere başbakanlığına oturdu. Klasik İngiliz görünüşünün aksine; dağınık, tembel ve ciddiyetsiz bir görünümü olan Johnson, ilk bakışta siyasetçiden çok bir komedyene benziyor. Trump’a olan fiziksel benzerliğiyle de haberlere konu olan Johnson’ın Trump ile benzerliği daha derine gidiyor.

İki liderin de asıl benzerliği merkez siyasi hareketlerin geleneksel siyasetçi tipinden; o hesaplı, planlanmış konuşma biçiminden ve görünüşünden uzak olmaları. Merkez siyasetçilerin genel anlamda kaçındığı polemiklerden, tepki çekebilecek söylemlerden kaçmamaları, resmi ortamlara bile kendi kibirli esprilerini sıkıştırmaları ve herkese kabul ettirebilmeleri. İki siyasetçinin de izleyenlerde uyandırdığı duygu “Bunu yapmalarına izin var mı? Galiba şimdi gerçek bir yönetici gelip bu oyuna son verecek” oluyor.

Yine de siyasette bu tiplemenin ortaya çıkışının ve yükselmesinin nedenleri var. Çıkışın nedeni çok basit; iki siyasetçi de aslında yıllardır beslenen bir zümrenin siyasetçileri. Zenginliğini devlet sübvansiyonları ile kazanmış, yıllarca emek veren kesimin sırtından emlak rantıyla şişmiş bir imparatorluğun varisi Donald Trump. Bir diğeri de zaten ayrıcalıklılar içine doğmuş, özel okullarda siyasete ve medyaya atılacağı alnına yazılan Boris Johnson. İkisi de hatalarının göz ardı edilip her adımlarının alkışlandığı bir zümrenin çocukları. Bu zümrenin asıl başarısı kapitalist serbest piyasada kültürlü tüccarlar olmak bile değil halihazırdaki bağlantılarıyla kamu kaynaklarını ranta dönüştürüp bunun üzerine oturmak. Bildikleri tek siyasi program da bununla ilişkili olarak zenginlere vergileri azaltmak ve şirketleri ne pahasına olursa olsun korumak oluyor.

Bu siyasetçi tipinin yükselmesinin nedeni de yine aynı zümreyi yaratan neoliberal politikaların artık krizden başka bir şey çıkartamamaları. Dünyanın hiçbir sorununa gerçek bir çözüm üretemeyen merkez siyaseti, şimdi kendi yarattığı canavarların başa geçişini izliyor.

Trump’ın gelişinin en önemli nedeni, Hillary Clinton’ın ABD’de ters giden birşeyler olduğunu kabul etmemesiydi. Bu nedenle ABD’nin vahşi kapitalizminin sonuçlarını sırtlayanlar tarafından desteklenmedi. İngiltere’de de May’in Brexit stratejisi kendi parlamentosunu bile ikna edemedi, en sonunda beklenen palyaço sahnede yerini aldı.

On yıllardır süren neoliberal saldırının ortaya çıkardığı sorunlar, merkez siyasetlerle çözülebilmenin ötesine geçti. Dünya çapında iklim krizi, göreceli sosyal devletin çöküşü, bitmeyen ve bitmeyecek uluslararası gerilimler ve kutuplaşmalar tüm dünyada merkez siyasetlerin çözme kapasitesinin dışına çıkıyor ve iktidarlarını zorluyor. Bu politikaların yarattığı canavarlar da hayatları boyunca kendilerine öğretilenlere uygun olarak fırsatlarını değerlendiriyor ve “geleneklere uymayan” her türlü yolla iktidara yerleşiyor.

Bütün bu tabloya bakarak karamsarlığa kapılmaya gerek yok, merkez siyasetin etkisini kaybetmesi sadece boşluğu dolduracak palyaçolara değil kapitalizmin yarattığı sorunlara gerçek çözümler önerenlerin de yolunu açıyor. ABD’de Sanders’ın, İngiltere’de Corbyn’in yükselmesi yine tesadüf değil açılan boşluğun bir sonucu. Bu boşluk gerçek siyaseti öne çıkarıyor. Özgür dünya diye yıllar boyu anlatılan kapitalist düzen kendi pisliği ile boğulmaya yaklaşıyor. Ancak kendiliğindenciliğe bel bağlamayacağız elbette. İşte kapitalizmin seri seri ürettiği Trump gibi, Johnson gibi tiplere karşı milyonlara bu rezil, bu çürümüş düzeni anlatma imkanına sahibiz.

Merkez siyasetin ortalamacı görünen ama son tahlilde emek verenleri ve tüm dünyayı yıkıma sürükleyen piyasacı politikalarının perdesi kalkıyor. Bu sahteliği ortaya çıkaran palyaçolar da sahnede fazla kalamazlar.