İstanbul’un 23 Haziran seçimi sonucunda rejimin uğradığı yenilgi ancak iktisadi gelişmelerle açıklandığında gerçek siyasal eksene oturabiliyor.
Ekonomik kriz iktidardakiler için ikame edilebilir, üstü örtülebilir olmaktan çoktan çıktı. Geçerken uğramadığını, düzenin bir diğer adının kriz olduğunu işsizlik, pahalılık yeterince anlatıyor. Yağmur gibi gelen zamların üstesinden nasıl geleceğini düşünenlerin iktidarın yalan dolan açıklamalarına karnı tok.
Görülüyor ki hakim sınıf çözüm üretemiyor, felakete sürüklüyor. Yani seçim sonucunda AKP-MHP yenilgisi kaçınılmaz bir noktaya geldi dayandı. Yapısal değişimden yana olmayanlar, yapıyı konuşmaya yanaşmıyor. Parlayan isimlere, mağduriyete, tesadüflere bağlayarak seçim sonuçlarını boğuntuya getirmek istiyor.
Konda’nın “23 Haziran Seçim Analizi ve Seçmen Profilleri” raporunda “işçi, esnaf, çiftçi”nin Ocak 2019’da İmamoğlu’na %32 olan desteği %10’u da aşarak haziranda %49’a varan önemli bir fark yaratmış. Hane geliri bakımından 1200 TL ve altı gelir elde edenler İmamoğlu’nu ocakta %26, haziranda %34 desteklemiş. Geliri 1201 TL - 2000 TL olanlar ocakta %32 iken haziranda %44’e varmış. Birkaç ayda emeği ile geçinenlerin siyasi kararlarındaki bu kitlesel değişim, solun siyasal tutumunu baştan aşağı ele almasını gerektirir ölçekte. Emekçi sınıfların yaşadığı semtlerde İmamoğlu lehine önemli değişimler olmuş.
Hesaba katılmak istenmese de AKP-MHP’nin yenik pozisyonu emekçilerin “leşçi, can alıcı” düzeni hedefleyerek siyasal bakımdan yüreklendirmiştir. Krizle artan sınıfsal öfke tek, tesadüf, geçici değildir. Bu öfkenin siyasal olarak bıkmadan usanmadan beslenmesi gerekir. Her seferinde her gelişmeye emek verenler yararına çizik atmanın önemli sonuçları olacak.
İmamoğlu ekonomik çelişkinin farkına vararak hareket etti, göz ardı etmedi. Ülkenin emek verenleri, “İmamoğlu ne yapacak?” derdindeydi, İmamoğlu da onlar için yapacaklarını anlattı. Solun bir kısmının iddia ettiği gibi kazanan salt AKP’yi geriletmek üzere demokrasi hedefi ile yürüyen bir seçim siyaseti değildi, bundan sonra da olmayacak. Seçim sonrası mücadeleyi hukuk, demokrasi hedeflerinde sınırlandırılan siyasal açıklamalar yapılıyor, karşılık bulmuyor. Bu açıklamaların da bir kez daha gereği yapılmamış oluyor, zamanlar yenilip yutuluyor.
ABD’de Trump’ın karşısındaki muhalefeti etkili temsil eden Bernie Sanders’in de seçimlerde elde ettiği başarının ekonomik eşitsizliklerin üzerine gitmesinden ileri geldiğini görüyoruz. Ücretsiz eğitim ve sağlık diyerek ilerledi, ısrarla ekonomik eşitsizliklere bayrak açtı. Sosyalist olması ABD’de dikkat çekerken kimliği belirleyici olmadı. Sanders’in, ekonomik ve siyasal hedeflere ağırlık vermesinin ciddi bir etki alanı yarattığını görüyoruz. Aldığı çarpıcı sonucun uzun yıllara dayandığının altı çiziliyor.
Toplum, mevcut rejime yönelik nerdeyse hiç ıskalamadan 16 Nisan referandum sürecinden beri yüzde elli diliminde kararlılıkla siyasal tutum alıyor. Bu tutarlı tutuma karşı sol karşılık veremiyor. Kendine arada, belirsiz, şekilsiz konumu kondurabiliyor. Köklü ve tutarlı hedefini ortaya koymadığı sürece boşa kürek çekiyor.
Tabi herkes cesaretle rejimi yeniden ele alıyor. Hukuk, demokrasi, özgürlük diyor. Ama seçimde emeği ile geçinenlerin aldığı siyasal tutum, sermaye hakimiyetindeki parlamenter sisteme dönüş eğilimini ifade edemez. Ekonomi batarken, egemen sınıf yönetemez konumdayken üretim ve siyasal güç ilişkilerinin tam değişimi zamanıdır. Her zaman demokrasi ve özgürlük! Ama artık bıçak kemiğe dayandı, geçinemeyenler için yetti artık. Ancak emek verenlerin hakimiyetinde demokrasi, özgürlük, yasalar. Devrimci siyaset bu yöndeki siyasal programını ortaya atmalı, diri tutmalı, ısrarla anlatmalıdır.
Sermaye örgütlerinin “reform” çığırtkanlığının, sesini ancak böyle kesebiliriz. Olası yeni “leşçi” uygulamaların önüne ancak böyle geçebiliriz. Her seferinde sandığa giderek ülke yapısına tutarlı bir şekilde, kitlesel tutum alan emekçi sınıfların yüzüne ancak böyle bakılabilir. Başka yolu yok, sol yaşamak, güçlenmek için köklü hedefini ortaya koyup kendini ayırt etmelidir.