Hepimiz nefesimizi tutmuş bir mafya filmini izler gibiyiz. Çeteler nerede vuruşacak, kim vurulacak, kim kimi satacak merakla takip ediyoruz. Bütün tozun dumanın içinde eski fedailer, yeni bıçkınlar, büyük patronlar ve küçük babalar herkes birbirinin gözünün içine bakıyor, kim en sona kalacak kimse bilmiyor.

31 Mart seçimlerinin sonuçlanmasından beri siyasi gündemi takip eden herkes yukarıda anlatıldığı gibi bir gerilimi izliyor. YSK’nın İstanbul seçimleriyle ilgili vereceği kararı beklerken, üstüne önce Erdoğan’ın Türkiye İttifakı açıklaması, hemen ardından Bahçeli’nin itirazı geldi. Kılıçdaroğlu’na yapılan organize saldırı bu ayrışmanın hem sertliğini, hem de devlet bürokrasisi içinde de ne kadar derin bir yarığa işaret ettiğini gösterdi.

Cumhur İttifakı’ndaki bu ayrışma atmosferinin nedenleri arasında 31 Mart’ta büyükşehirlerin kaybedilmesinin büyük payı olduğu malum. Yine de sadece bu durum devletin kendi içindeki ayrışmasını açıklamıyor. Asıl nedenler; bir anlamda 31 Mart seçimleri nedeniyle sonuçları ertelenen ekonomik kriz ve bununla iç içe olan dış politikada biriktirilen çelişkilerdir. S-400’lerin, Patriot’ların, F-35’lerin her an kafamıza düşmesi kaçınılmazdır. Dış politika bu kadar düğüm halindeyken dış borç kaynaklı ekonomik krizden sıyrılmanın da kolay bir yolu yok. Bu temelli sorunlara verilen ve verilecek cevaplar, Cumhur İttifakı’ndaki ayrışmanın sonuçlarını belirleyecek.

***

Kesin sonuçları şimdiden tahmin edemesek bile, sınıf mücadelelerinin tarihinden sermayenin ekonomik krize karşı nasıl önlemler alacağını tahmin ediyoruz. Sermaye sınıfı kendi yarattığı borçları ve çelişkileri emekçi sınıfların sırtına yükleyerek aşmaya çalışacaktır. Çok uzak tarihe gitmeden bir örnek verelim; 2009’daki küresel ekonomik kriz, dev bankaların kamu kaynakları kullanılarak kurtarılması ile sonuçlandı. Krizi ortaya çıkaran finans sistemine dokunulmadı. Türkiye’de de sermaye sınıfının ilk yöneldiği politika bu oldu. Kıdem tazminatının gaspının önünü açan ve zorunlu BES getiren planlamalar ilk akla gelenler.

Sermaye partilerinin bütün çelişkileri bir yana, ekonomik krize karşı sermaye sınıfının ilk tepkisi olan kemer sıkma ve çalışma haklarına saldırı politikaları konusunda bir ayrışma olduğunu gösteren hiçbir işaret yok. Erdoğan’ın Türkiye İttifakı’nın anlamı da buydu. Biraz daha yumuşak bir siyasi atmosfer, karşılığında da emekçilerin haklarına sermaye lehine el koyma politikalarının ortak bir şekilde uygulanması.

MHP’nin son itirazıyla birlikte Erdoğan’ın Türkiye İttifakı’nın pürüzsüz bir şekilde hayata geçmeyeceği belli oldu. Yine de yerel seçim sonuçlarının tozu dumanı dağıldıktan ve ekonomik kriz tüm sertliğiyle çarptıktan sonra, CHP’nin sermayenin trenine binmesini engelleyecek ne kadrosu, ne sokakta kitle hareketiyle bağları, ne de sosyal demokrasiye sıkıca bağlı bir ideolojisi var. Sermayenin ekonomik kriz politikaları ister yumuşak bir demokrasi atmosferinde ister sert bir şekilde uygulansın, CHP yönetimi de bir şekilde bunlara tabi olacaktır. CHP seçmeninin bunu ne kadar kabul edeceği ise bir soru işareti.

***

Ekonomik krizin sermaye sınıfı için tek anlamı var, o da sınıf savaşının şiddetlenmesidir. Kendilerini kurtarmak ve düzenlerini sürdürmek için çalışma haklarının, güvencelerin ve kamu kaynaklarının en küçük kırıntısına bile saldıracaklar. Bunu da bir tür normalleşmenin arkasına saklamaları yüksek olasılık. Yine de son dönemde tüm dünyadaki direnişler ve yükselen sol hareketler bize şunu gösteriyor; artık vahşi neo-liberalizm orta yolcu politikalarla genç kuşakları ikna edemiyor. Yeni bir jenerasyon kapitalizmin insanlığın sorunlarına verdiği cevapları reddediyor ve kendi cevaplarını arıyor, kendi emeğine ve yaşamına sahip çıkıyor. Eski yenilgilerin karamsarlığından çıkmanın ve sınıf savaşına hazırlanmanın vaktidir.