Bir müjde verecekmiş gibi “geliyor geliyooor” diye duyurdukları yeni ekonomi paketini, AKP seçimin hemen ardından açıklamıştı. Kriz batağından çıkma yolunu yine emekçilerin cebinden geçirmeye çalışıyorlar.

Kıdem tazminatına el koymak üzere harekete geçmeleri ilk değil. Daha önceki yıllarda da bu önümüze geldi. Şimdi bir “reform” ile patronun ödeyeceği kıdem tazminatını fona devretmek hedefindeler: Ekonomik kriz günlerinde işçilerin sırtından geçinenler biraz daha rahatlasın.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, “tüm sosyal tarafların uzlaşısıyla her tarafın müsterih olacağı bir çözümü bulacağımızı bir kez daha vurgulamak isterim" diyor. Bakanın nazikçe geçiştirdiği o “sosyal tarafların”, bir yanda ezenler diğer yanda ezilenler olduğunun altını bir kez daha çizelim. Herkesi kucaklamak söylemleri artık mazide kaldı. AKP bu bataklıkta sermayerdarlarını korumak için çaba göstermek zorunda, işçilerin sırtına ise bindikçe binecek. Bu da diğer zorunluluğu.

Evet, nihayetinde AKP’nin dört elle emekçilerin haklarına saldırmasına, cebine girecek üç kuruşa göz dikmesine şaşacak değiliz. Çünkü dediğimiz gibi saflar çok net.

O yol açılmalı

Derinleşen ekonomik kriz, sınıf kardeşi olanların arasındaki tüm kimlik çatışmalarını, ayrılıklarını eritiyor. Bu süreçte sınıf çatışması keskinleşirken mücadele eden güçlerin yönünü şaşırmak gibi bir lüksü olmamalı. Mesela tek adam rejimine karşı birleşilmesi gerekliliğinin olduğu günlerde “ işçi sınıfına gidelim” diyenlerin, bugün çeşitli zafer sarhoşluklarına düşmesi ve sınıfın gündemini ikinci plana bırakması olacak şey değildir. Çelişkiler siyasetin peşini bırakmaz.

Gel gelelim yollar işçi sınıfına gitmek ile bitmez. Buluşmanın, omuz omuza vermenin, birlikte yürümenin yollarını bulmak ve açmak gerekir. Bunu başarabilmenin tek yolu, tüm tarih boyunca olduğu gibi gerçek bir siyasetten geçiyor. “Mış” gibi yapmanın ustası olmak mücadeleye hiçbir şey kazandırmıyor.

Tam da burada herkesin konumunu bir kez daha sorgulaması gerekir. Krizin baş gösterdiği günlerden bugüne “bedelini kime ödeteceğimizi” tartıştığımız bir siyaset tarzı bir adım öteye götüremedi. “Barış, kardeşlik, özgürlük…” diye başlayan ve sonunda başının unutulduğu sloganları da bu ele alış tarzını da geride bırakmak lazım. Muğlaklığa ve genelliğe değil keskinliğe ihtiyacımız var.

Öte yandan işçiler bir kenarda topluluk halinde bekleyen, “dokunulması gereken” bir cisim değildir. Uzaktan bakıp sevilmez, zaten sevgiyle de bu iş yürümez ve 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a da bu serüven sürmez. İşçiler, siyaseti hem üreten hem de yöneten olmalı. Bugüne kadar tıkanan tüm yollar açılmalı. Bunun önünde ne engel varsa kaldırmaya hazır olanlar var, zaten bu gidişatta çok yakın bir vadede işçiler bunu kendileri yapacaktır. Ancak bununla bitmeyecek, 1 Mayıs’ta meydanları dolduranlar, bu gücü partisiyle buluşturmayı ve gerçeğin peşine düşmeyi de çok yakın bir vadede öğrenecektir.

Yürümeliyiz

Bu sene 1 Mayıs’ın önemi çok daha büyük. Yarının ne olacağının belli olmadığı, işsizler ordusunun gittikçe büyüdüğü şu günlerde esas dayanağımız bir arada sürdüreceğimiz örgütlü gücümüz olacak.

Tüm bu gidişatta emek verenler tüm gücüyle bir araya gelebilmeli. AKP’nin her hak gaspını müjde diye sunduğu gibi bu kez işçiler onlara, müjdenin birliktelikleri olduğunu göstermeli.

Bu 1 Mayıs;
Evine ekmek götürürken yarını nasıl çıkaracağını düşünenlerin,
Çocuğuna ayakkabı alacakken iki kere düşünenlerin,
Her gün 3 öğün simitle beslen, böyle de yaşarsın denilenlerin,
İŞKUR kapılarında saatlerce bekleyip, stadyumlara doldurulup doldurulup evine yine işsiz dönenlerin,
Yıllarca çalışıp emeklilik hakkını alamayanların,
Sigortasına, kıdem tazminatına göz dikilenlerin,
Yani bu ülkenin emek verenlerinin, işçi sınıfının öfkesinin örgütlendiği gün olmalı.

İşçiler sahneye çıkmalı; alın terlerini akıtarak kurdukları o meydanları adım adım yürümelidir.

Kaybedecek bir şeyi olmayanlar, bu krizin sonunda kazanabilecekleri için yürümelidir.

Patronlarla el sıkışanların, “uzlaşı” arayanların, piyasa ekonomicilerinin karşısında sosyalist bir ekonominin kurulabileceğini ve bunu örgütlü gücüyle başarabileceğini bilerek yürümelidir.

Bu 1 Mayıs’ta işçi sınıfı partisiyle buluşmalı; tüm göstermelik duvarları, kumdan kaleleri yıkarak yürümelidir.