Yerel seçim süreci birçok deneyimi yine mücadele edenlere kazandırdı. Aynı zamanda bu süreç daha önceki zamanlarda olduğu gibi bir turnusol görevi gördü. Çünkü bir zorlukla mücadele ederken ve bir yol açmaya çalışırken herkes elinden geleni ortaya koyar. Ortaya koyulanların doğru ve hatalı yanlarını tespit etmek, hiçbir çaba göstermeyenlerin ise konumunu netleştirmek kolaylaşır.

Seçimlerde muhalefetin bir başarı elde ettiğini, AKP’nin büyükşehirlerde yenilgiye uğradığını söylemek mümkündür ancak kendi saflarımıza bakarsak sol için bir başarıdan söz etmek mümkün değil.

1. Sol bir seçim sürecinde daha tavrını en baştan ortaya koymak yerine kendince bazı siyasal gelişmelerin olgunlaşmasını bekledi. (Solun seçimlere yönelik hazırlıksızlığını es geçmemek gerekir.) Bu olgunlaşma sonucunda bazı kesimler için CHP’yi desteklemek ve CHP’ye ilhak olmak siyasal bir tercih olarak ortaya konuldu. Ekonomik kriz derinleşirken ve seçimde AKP’ye kaybettiren bu çatlakken sosyalistlerin ileri sürdüğü bir siyaset olmaması dümeni sosyal demokratlara teslim etmekle sonuçlandı.

2. Sol açısından bu seçimlere esas damgasını vuran yön kimlik siyasetidir. Sadece solcu olmak bir siyaset olarak öne sürülürse örgüt yekpare bir biçimde kavgadan uzak tutulur. Fikri bir derinliği anlatmak, tartışmak ve geliştirmek epey zorlu bir meseledir. Bu zorluktan kaçarak “ne iyi solcu” olunduğunun anlatılması toplumda herhangi bir karşılık bulmamıştır. Ne üzerine oturulan miraslar ne de yeteri kadar kulağa sert gelen sloganlar siyasetsizliğin üzerini kapatamaz. Ekonomik kriz, yenemeyiz denilen AKP’de koca bir gedik açmış durumdayken emekçilerin örgütlenmesi için elimizde bulunan en imkanlı günler siyasetsizliğe, programsızlığa ve sosyal demokratların yönetimine bırakılmıştır.

3. Yürütülen demokrasi mücadelesi ancak ekonomik krizde iktidarı gerçek bir yenilgiye uğrattı. Ortaya çıkan kazanımın muhatabının CHP olması, solun bu kazanımdan pay alacağı anlamına gelmez. Çünkü ekonomik krizin ilk baş gösterdiği günlerde yani geçtiğimiz yılın yaz aylarında bu konu pas geçildi. Ardından sosyalistlerin ekonomik programını öne sürmek ve emekçilerle buluşturmak yerine “krizin bedelini ödemek ya da ödetmek” üzerinden apolitik bir söyleme sıkışıldı. Seçim süreci boyunca da emek verenlerin karşısına bir alternatif çıkarmak yerine CHP’nin süregelen vagonuna binmek tercih edildi. Tüm bunlar ortadayken şu an CHP’ye ayrı bir övgü görebilmekteyiz. Öyle ki AKP’nin yenilgisinden bahsedilirken ekonomik krizin ana etken olmasından söz edilmiyor. CHP’den, İmamoğlu’ndan solcu olması beklenemez. Üstelik sosyalistlerin kazanması için hiçbir çaba sarf etmeyenlerin, güçlü pozisyona geçen tarafın solcu olmasını beklemesi ve güzelleme yapmak üzere yol araması devrimci siyaset açısından kabul edilemez.

4. Solcuların kazandığı tek örnek Dersim’dir, programın önemini burada görmek mümkündür. Evet, Dersim’in kazanılması bir başarıdır, ilçede yeniden adaylık yerine şehri yönetmeye aday olmak da bir olumluluktur. Ancak boşalan yerin anında CHP’ye devredilmiş olması bir başarısızlıktır. Maçoğlu bir komünist başkan olarak Dersim’i aldı ama ilçedeki kazanımın korunması sağlanamadı. Toplumun bir fikre ikna olması ve onu sürdürmesi kişilere değil partinin ileri süreceği programa, siyasete ve örgütleme çabasına bağlıdır. Toplum kanmaz ve kandırılmaz. Bu yüzden de toplumun kahramanlara değil devrimci bilinç ile kuşanmış militanlara ihtiyacı vardır. Parti devrimci siyaseti halkla, emekçilerle buluşturur; toplum bir kahramanı değil gerçek bir siyaseti beklemektedir. Bunu gördüğü anda omuz vermekten geri durmamaktadır.

5. Ovacık’ı CHP’nin alması bir tesadüf değildir. Bu durum, uzun süre boyunca halkın gerçek anlamda bir örgütlenme içinde bulunmadığını göstermiştir. Demokrasiden yana olanların yönettiği belediyelerde bugüne kadar “söz, yetki, karar halka” sloganının yerine getirilmemiş olduğunu görmekteyiz. İşte, sloganlar sadece bir kelime yığınından ibaret değildir. O yüzden ancak örgütlü bir toplum kazanımları sürdürebilir ve kendi yöneteceği her mekanizmaya sahip çıkabilir. Bugüne kadar kurulmayan ve hatta dağıtılan meclisler, halkın örgütlülüğü açısından ne kadar önemlidir değil mi?

6. Altının çizilmesi gereken bir konu daha var, o da bu seçim sürecinin tüm yılgınlara da bir ders olduğudur. Sosyalizmi bize inanın diyerek topluma anlatamayacağımız gibi kimseyi sosyalizme ikna edemeyeceğimiz anlayışı bir kez daha yenildi. Siyasal bir programın öne sürülmesi gerekliliği nasıl ki ortadaysa bu programın emek verenler tarafından karşılanması ve benimsenmesi gerçekliği de ortadadır. Bilinmesi ve idrak edilmesi gereken şudur; insan aklı ilelebet karanlığa gömülemez. Evet, yenilgiler yaşanabilir, emekçilerin devrimci saflara katılması uzun sürebilir ancak tüm bunlar ve niceleri insan aklının eninde sonunda kazanacağı gerçekliğini değiştirmez. Yola çıkmaya hazırlanmak ve o yola baş koymaya hazır olmak, beklemekten ya da çoktan vazgeçmiş olmaktan yeğdir.

Elbette tüm eleştirilere yönelik bir argüman ileri sürmek mümkündür. Ancak eleştirilerimizi nasıl ki bir fikri dayanağa göre yapıyorsak argümanları kabul etmeyişimiz de aynı dayanağa göre olacak.

Mahir Çayan “Marksizm-Leninizm Bir Eylem Klavuzudur” başlıklı yazısında şunları diyor:

“Oportünizm, her yerde ve her zaman bilimsel sosyalizmi tahrifte iki metoda başvurur. Ya zaman ve mekan kavramlarını dikkate almadan Marksizmin ustalarının başka tarihi şartlar için ileri sürdükleri ve yaşanılan dönemde eskimiş olan tezlere dört elle sarılır ve bu tezleri kendi sapmasına dayanak yapmaya çalışır. Veya Marksizm - Leninizmin her şart altında geçerli tezlerini “zaman ve mekan değişmiştir, o yüzden geçerli değildir” diyerek Marksizmi revize eder.”

Bu alıntı gerçekliği oldukça açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Seçim mücadelesinin ardından şimdi mücadele edenleri çetin ve kavgalı günler bekliyor. Kriz derinleşerek sürecek. Ekonomik kriz, kimlik siyasetlerini bir kenara iterken sınıfsal mücadeleyi güçlendirecek.

İşte bu dönemde ihtiyacımız bellidir:

Saflar netleşmeli, devrimci siyaset keskinleşmelidir.