Seçim sürecindeki herkes, sınıflar mücadelesinin iğne deliğinden geçmek zorunda kalıyor. Aslında ekonomik kriz belirgin hal aldığında kılını kıpırdatmayan solun, kolunu kaldırası yoktu ama “adaylık süreçlerinden” geride kalamadı.

Gıdada enflasyon %30’un altına düşmüyor işsizlerin gerçek sayısı 6 milyon 500 bin olarak görünüyor. Başta AKP olmak üzere taraflar üstünü örtmek istese de “geçim derdi” ile sınanıyor. Adı geçmekte olan yeni partilerle, dünya çapındaki blokların gerilimi tepesinde dolanıyor. Halk göğsünü gere gere “ekonomiyi batıran AKP’nin işi bitti artık” diyor. Hep rakamlardan konuşan AKP artık anketlere güvenmediğini ilan ediyor.

Serbest piyasa ekonomisinin çöktüğünü, iktidar halka ucuza gıda dağıtma derdine düşerek ilan etti. Öte yandan tanzim satışları bulunduğu her yerde uygulaması gerekirken topa tutan sosyal demokrat CHP’nin, piyasa ekonomisi dilinden kendini alamadığını gördük.

Solcular özelleştirmelere karşı köklü bir tavır alamazken sosyal demokratların arkasından adeta yuvarlanarak piyasa ekonomisi tarafına düşen pozisyonda kaldılar, şaşılacak bir durum yok. “Hey gidi Fatsa” değil mi? Solcuların unutmak istediği, Fatsa’nın bütünsel siyasal hedefidir. Bangır bangır “Fındıkta Sömürüye Son!” diyerek en başta emekçilerin örgütlü gücü için yola çıkmışlardı. Fatsa öyle Fatsa olmuştu.

Kriz karşısında emekçilerin iktidar perspektifinin yabancısı olan sol, seçim sürecinde de CHP’nin piyasa dilinin çatısı altında kalıyor. Sol klasiklerden şaşmak istemeyenler de durumun farkındalar ve tavır alıyorlar.

Hakim sınıflar ekonomiyi batırdı, bu çok açık ki şehirleri üretenler bakımından maddi imkandır, maddi temeldir. Böylesi sınıfsal gelişmeler, en çok sol tarafından kullanılması gerekirken koşar adım uzaklaşılıyor.

Emek sermaye arasındaki uzlaşmazlık gittikçe büyürken aldığı sınıfsal konum belirsiz, özel ve arada kalanların, gelecek vaat etme durumları da ortadan kalkıyor.

Marksistler piyasa ekonomisi batarken mantıki bir tutarlılık içerisinde olmak durumundadır. Sermaye yönetmeyecekse kim yönetecek? Hiç düşünmeden, emek verenlerin ülke genelinde güç elde etmesi için siyasal bir perspektif ve yönetme hedefini ortaya atmalıdır. “Sermaye yönetemedi batırdı” dedikçe “emekçiler gidişata el koyar” demek zorundadır. Bu süreçte emekçiler için salt ekonomik değil siyasal hedeflerle yola çıkılmalıdır. Böyle dedikten sonra tüm sınıf ilişkilerinin dönüşümü ile derin ve sarsıcı sonuçlarına ulaşabileceğiz.

Marks Kapital’de modern toplumun yasalarına genelleme yaparak izahat getirmiştir.

“Büyük sermaye sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de alabildiğine artar; ama gene bununla birlikte, sayıları sürekli artan, kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen ve örgütlenen işçi sınıfının başkaldırmaları da genişler, yaygınlaşır. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.” (Karl Marx, Kapital 1. Cilt)

Sol, Marks’ın yaptığı genellemelere her seferinde uzak düşer konumunda kalıyor. Özel, tikel yaklaşımlarının kurbanı, sınıf hareketinin gittikçe yok olanı oluyor.

Oysa ki sol tüm gücünü kuvvetini Marks’ın Komünist Manifesto’daki kaçınılmazlık ilkesine yaslamakla mükelleftir. Burjuvazi nasıl feodalizmi yıkarak “mezar kazıcıları” modern işçi sınıfını yarattı ise kaçınılmaz olarak işçi sınıfı sermaye sınıfını yıkacaktı. Emek verenlerin örgütlü gücü bu mantığına dayanarak kaçınılmazlıkla ve süreklilikle ilerleyecektir.

Kapitalizm karşıtı isabetli mücadele için artı değer üreten tüm hakim sınıflar, ilişki ağları, mekanizmaları tasfiye edilmelidir. Üretenlerin yönettiği şehirler ve ülke hedefi tutarlı, sistematiği ile ilerlemekten bir saniye bile geri durulmamalıdır.