Kartal’da çöken binanın ardından üst üste çöken başka binaların haberini alıyoruz. Durduk yere çöküveren binaların gündeme gelmesi için Kartal’da 21 kişinin betonun altında kalarak can vermesi gerekmezdi. Maalesef ancak böyle “konuşulabilir bir sorun” haline geldi.

Toplumda infial yaratacak ikinci bir Kartal olmasın diye bir yandan çeşitli bölgelerde binalar boşaltılıyor. Şaşırtmadı, bu sadece göstermelik bir hareket. Kapsamlı bir şekilde konunun ele alınmadığını zaten televizyonların ihbar hattına sarılanlardan anlıyoruz. Mesela İstanbul Bağcılar’da bir bina: Binada yaşayanlar devlet buna çözüm bulsun diye televizyona çıkmakta bulmuş çareyi. Binanın her yeri patlak, ayakta duramıyor, eğimi gözle anlaşılır halde. Mikrofonu uzatıyorlar, “ille ölmemiz mi lazım” diye soruyor. Bu ülkede hangi evin içindekiler iktidar için önemli ki? Hiçbiri.

Barışalım, kazanalım

AKP yıkılmak üzere olan binaların metrekaresine ücret biçmeye devam ediyor. Kartal’da yaşananlara ve ardı sıra çöken binalara rağmen imar barışı tüm hızıyla sürüyor. Böylece yıkılan binaların sorumluluğunu üstlerinden atacaklarını zannediyorlar. Kendi usulsüzlüklerini usule uydurma çabası da bundan.

24 Haziran seçimleri öncesinde çabucak çıkardıkları imar affı, baştan sona seçim yatırımıydı. Kendilerince ‘cüzi’ bir ücret karşılığında, ev sahibi olacak milyonlardan söz ediyoruz. Seçim hedefinin dışında işin içinde bol keseden kazanç da var halka aba altından sopa göstermek de.

Yıllar öncesinde öyle ya da böyle yapılan ve insanların başlarını soktukları o evler için ‘ya gel affedelim ya da sopamızı her an beline vurabiliriz’ dedi AKP. Fırsat varken parayı verip yasallığı aldın aldın yoksa ertesi gün başka bir sürprizle de çıkabilirler karşına. Riskli bina diye yarın gelip mührü kapıya vurabilirler, başka gidecek kapısı olmayanlar mecbur imar affına sığındı, sığınmaya devam edecek. Krediler çekiliyor, AKP düşük faizli kredi dağıtıyor. Ölmek için para veriliyor belki de ama hiçbir tespit yapılmadığı için kesin bir veri öne süremiyoruz.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 2019 Ocak ayının başında 9 milyon 722 bini aşan İmar Barışı başvurusu olduğunu açıklamıştı. Ancak 1 milyon 813 bin 768’ine Yapı Kayıt Belgesi verebildiler. Bu rakamlardan ince eleyip sık dokuduklarını değil vaziyetin bekledikleri gibi çok kazançlı olmadığını görebiliriz. Hedefleri 50 milyar TL iken geldiğimiz aşamada 17 milyar TL elde edilebildi. Yani zaten gırtlağına kadar borca batmış, pazardan eli boş dönmeye yakın insanların bir de on binlerce kredi yükünün altına girmeye mecali yok. Üstüne bir de yine de ne olsa kardır anlayışı AKP’nin süregelen siyaseti olduğu için yerel seçimler yaklaşırken İmar Barışı başvurularını 2019 Haziran’a kadar uzatmışlardı.

İmar Barışı sorunuyla baş başa kalanların çoğunluğunun, asgari ücretle geçinmeye çalışanlar olduğu bir gerçek. AKP’nin hem müjde diye sunduğu hem de milyonları soktuğu bir çıkmaz var: Ev sahibi olmak ama evinin başına yıkılmasına imza atmak.

Başka çatısı olmayanların çıkmazı buyken İmar Barışı’nın AKP’nin düzeninden nemalananlara yaradığını söylemek lazım. Belediyelerde enişteye, amca oğluna peşkeş çekilen araziler bu sayede bir anda aklanıveriyor. Kendi yandaşlarına sağladıkları rant hem yasallaşıyor hem geri ceplerine dönüyor.

Sonuç olarak AKP’nin topluma geçen yıl müjde diye anlattığı İmar Barışı adımının arka planında seçim yatırımı ve kazanç hedefinden başka bir şey göremiyoruz. Yapı Denetim Belgesi dağıtılan binaların yerle bir olması ihtimali, iktidarın yakasını sıyıramayacağı bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Bundan kaçamazlar.

Kentsel dönüşümün tek amacı rant

Bir yandan İmar Barışı süreci devam ederken kentsel dönüşümü bunun yerine ikame etmeye çalışıyorlar. Yani hem para alıp tapu dağıtıyorlar hem de kentsel dönüşüm ile riskli binaları yıkıp yeniden yapacağız diyorlar.

2012 yılında getirdikleri kentsel dönüşüm ile büyük bir rant kapısını açtılar. Yandaş inşaat firmalarına on binlerce yapı yaptırdılar. TOKİ ile inşa edilen yapıların bile sağlamlığı tartışmalıdır. Kentsel dönüşümde dert gerçekten riskli yapıları ortadan kaldırmak olsaydı, İstanbul’da riskli bölge ilan edilen Zeytinburnu yerine Kadıköy’den başlanmazdı. Riske göre çözüme dayalı bölge seçmediler, nereden daha çok rant sağlayacaklarsa oraya yöneldiler.

Riskli alan olarak belirledikleri yerlerde taşınmazlara el koydular, yaşam alanlarını da talan ettiler. Buradaki adaletsizlik “güvenli binalar” yapıyoruz diyerek o bölgelerde yaşayanların sürülmesidir. Buradaki rantın ikinci perdesi, TOKİ ile yaptıkları evleri binlerce liraya pazarlamalarıdır.

Öte yandan yere göğe sığdıramadıkları bu projeler o kadar da iyi yürümüyor. Çünkü ekonomik kriz gerçekliğine tosladılar. Kentsel dönüşüm ile evlerden çıkarılan insanlara verilen kira yardımı sözünün ekonomik kriz ile buharlaştığını görüyoruz. İnşaat firmalarına teslim ettikleri binalar yıkılıyor ama inşaatlar yarım kalıyor. Firmalar, konkordato ilan ediyor. Yarım kalan inşaatlar, bitmesi hedeflenen süreyi çoktan aştığı için kira yardımları kesiliyor. Gasp ettikleri evlerle, evsizleri yaratıyorlar.

Milyonlar yaşam alanından sürülüyor

Erdoğan daha şubat ayının başında Üsküdar’da şöyle konuşuyordu:
Allah korusun bir zelzele, bir deprem; bunun faturası bize çok ağır olur. Bütün mesele gönüllülük esasına dayalıdır. Kimseyi buradan kovmaya dayalı bir şey, kentsel dönüşümde, söz konusu değildir.

Bu sözleri neresinden tutsak elimizde kalacak. Depremle yerle bir olacak koca bir şehri kadere bağlamak en kolayı. Ancak bütün görüngüler ortada, çürük binaları “sorun yok” diye tescilleyen ve dönüp arkalarına bile bakmayanlar kendileri.

Öte yandan kimseyi kovmuyoruz dedikleri kentsel dönüşüm için dönüp bir Sulukule’ye bakmak gerekir. Zorla evlerden çıkarılan ve başka bir yere sürülen insanlar bir daha asla yıkılan evlerinin yerine yapılan o yeni binalarda oturamadılar. Tel örgülerle çevirdikleri villaları yüzbinlerce liraya anlı şanlı sattılar. Gecekondulardan sürülenler, o villaları zaten alamayacaktı. Durum buyken Sulukule’den çıkarılanlara Erdoğan bir dönüp bir sorsun madem, kovuldunuz mu güle oynaya mı gittiniz? Yıllar önce bu sorunun cevabını orada yaşayan halk defalarca verdi. Fikirtepe’de, Tarlabaşı’nda yapılan gibi yapılara el koyup orada yaşayanları sürmek, kentsel dönüşümün yaşam alanlarını talanının bir parçası.

Kent hakkı hepimizin

İstanbul’daki 2 milyon yapının en az üçte birinin yıkılması gerektiği söyleniyor. Bu orana bakarsak korkunç bir manzaranın ortada olduğunu görebiliriz. Bu rakamlarla ya da verilerle iktidar ilgilenmiyor. Ölüm kalım umurlarında değil rant varsa işin içinde hemen peşine düşüyorlar. Bunun bedelini her şekilde halk ödüyor.

Kentsel dönüşüm ile kent yaşamını talan ettiler. Şehrin merkezlerinde öyle ya da böyle yaşam sürebilenler, şehrin ücra köşelerine gönderildiler. Öte yandan şimdi de İmar Barışı ile milyonlarca insanı çürük binalarda ölümle burun buruna bırakıyorlar. Buna karşılık kendilerinin şatafatlı, görkemli binalarda sürdükleri yaşamı, insanların her biri açıkça görüyor. Onlar her şey yolunda zannediyor ama biz bunların bir yerde biriktiğini bilelim.

Kent hakkı sadece zenginlerin, cebinde parası olanların, boğazı gören bir villada oturanların değil bu şehirleri var edenlerin, bu şehirlerde yaşayan herkesindir. Ayrıcalıklı bu düzenin sonu, kendilerine kurdukları o gettoların yerle bir olmasıyla sonuçlanabilir.

Bilelim ki betona gömülen şehirlerde yaşayan yoksulların, yine bir yığın betonun altında can vermesi AKP ülkesinin özetidir. Kent yaşamından sürülmüş, çoktan gözden çıkarılmış, ölüme terk edilmiş olanların insanca yaşamak için iktidarın vereceği sadakaya değil birbirine sarılması gerekir. Bu düzeni tersine çevirecek olan ancak betonların altında ezilenlerin yan yana gelişi olabilir.