Gıda enflasyonunun tavan yapmasının ardından, tanzim satışların başlayacağı bir müjde olarak verilmişti. Hafta boyunca tanzim satış çadırlarının önünde oluşan uzun kuyrukları izledik.
AKP’nin 20 lira olan patlıcanla, yüzde 230 zamlanan soğanla yerel seçime gidemeyeceğini öngörüyorduk. Derinleşen ekonomik krizin, gıda fiyatlarına böyle yansıması bizim için de onlar için de bir sürpriz değil. AKP tanzim satışlarından bir adım önce, gittikçe yükselen gıda enflasyonunu düşürmek için bazı hamleler yaptı. Enflasyonla mücadele kampanyası başlatmak, depoları basmak, marketleri baskı altına almak, halleri denetimden geçirmek bunlardan bazılarıydı. Hiçbiri ivmeyi aşağı çekemedi. Çözümü tanzim satış yerleri açmakta buldular.
Ne oldu da tüm Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni bir bir satan Erdoğan şimdi tanzim satışları başlatan ve öven konuma geldi?
AKP evine yiyecek götüremeyecek hale gelen halkın, her gün hiç korkmadan dile getirdiği tepkisinin sandıkta patlamasından epey korkar vaziyette. Bunun önünü almak ve seçimlere giderken bu tepkiyi soğutmak için tanzim satıştan başka çareleri kalmamıştı. Zaten bunun 2,5 aylık bir plan olduğunu Tarım Kredi Genel Müdürü’nün açıklamaları ile ilan etmiş de oldular. Baştan sona seçim yatırımı.
Erdoğan’ın elini eteğini her koşulda öpenlerin dışında bu hamle karşısında bir de kafası karışanlar var. Öncelikle AKP’nin yürüttüğü politikada hiçbir fark olmadığının altını çizmek gerekir. Bu krizi yaratanlar; 456 milyar dolar dış borcu yapanlar, üretim yerine betona yatırım yapanlar bizzat kendileridir. Halkı zamlarla ve yoksullukla baş başa bırakanlar yine onlardır. Bu sebeple AKP’nin ortaya, yeni bir “model” koyduğunu söylemek mümkün değil, aksine bu hamle mevcut düzenin krizine bir pansuman olarak nitelendirilebilir.
Yine altını çizmek gerekir; tanzim satışlar, bir toplumsal fayda fikriyle ortaya konulmadı. Vergilerde, faturalarda, giyimde ya da zorunlu diğer harcamalarda aynı zamlar devam ediyor. Durum, gittikçe sıkışmakta olan iktidarın kendini kurtarma çabasından öteye gidemiyor. Bunu ekonomik krizde ne kadar sürdürebilecekleri tartışmalıdır. Kendi söylediklerine bakılırsa “yerel seçimi atlattıktan sonra bakarız”dan öte bir planları yok.
Tanzim satışlar üzerine yürütülen tartışmalar; ettiği zararı öne sürmekten ya da devletin “manavlığa soyunmuş” olmasından öteye gitmeli.
Öncelikle yukarıda sayılan sebeplerden dolayı, tanzim satışları başlattığı için AKP’yi tebrik etmeyeceğiz. Neoliberal politikalarının onu sıkıştırdığı yer, evine yiyecek götüremeyecek hale gelen halkla karşı karşıya kalmak oldu.
Bu işi neresinden tutacağız dersek de devlet halka elbette ucuz ürün ulaştırmalıdır. Ancak AKP’nin bunu yapacağı bir durum yok, iktidara geldikleri günden bu yana olmadı ve olmayacak. AKP’nin kendisi için bir fayda olmadan toplum adına parmağını kıpırdatmayacağını düşünürsek attıkları tanzim satış adımı, onlar için mecburiyetten ileri gidemez.
Bunun karşısında; toplum yararına bir kamu hizmetini ancak emekçilerden yana siyaset yürütenler hayata geçirebilir. Bunun sürdürülebilir olması için ekonomik bir planlama yapılabilir. Ancak neoliberal iktidar ya da bunun gereklerini yerine getirmek hazırolda bekleyenler rant ve çıkar olmadan böyle bir kamu hizmetini hayata geçiremez, geçirse bile sürdüremez.
Ekrana gerçekleri ve umudu taşıyalım
Çadırlar kurulduğu andan itibaren konunun basına yansıması da farklı şekillerde karşımıza çıktı. İlk gün çadırların önündeki uzun kuyruklardan yapılan canlı yayınlar önümüze düştü. Amaç tanzim çadırlarından sebze alan halkı ifşa etmek mi, iktidarı eleştirmek mi ya da öylesine bir yayın mı, bu anlaşılamadı.
Halka mikrofon uzatalım ama en başta doğru soruyu sormak gerekir. Böyle bir süreçte topluma bir umut taşımanın önemi de geriye atılmamalı. Halk her gün sokaklarda, pazarda, çarşıda, meydanda gerçekleri anlatıyor; siyasetçilerin konuşmadıklarını, üzerini örttüklerini konuşuyor. Gıda enflasyonunun tavana vurmasının sebebini, üretim yapılmaması olarak çok iyi açıklıyor. Soğanın bile ithal edilmeye başlandığı ülkede ekonomik krizin derinleştiğinin farkında. Tüm bunlar ortadayken en umutsuz tablonun, toplumun gözünün önüne konması ne kadar objektif? İktidarın ve iktidarı destekleyenlerin yüzlerce propaganda aracı var. Her gün, durmadan konuşuyorlar. Bir bırakalım da sınırlı sayıdaki yayın araçlarında itiraz edenler konuşsun. İtiraz edenleri izleyenler, benim gibi düşünenler az değil desin.
AKP’li seçmene kızmak, ‘size müstehak’ demek henüz kökü kurumamış bir eğilim. Yazmakta ne var, herkes bir tweet atıp “müstehak” deyip geçiveriyor.
Farkında olmamız gereken bir konu var: Artık bir tanzim çadırı önünde bir kilometre sıra oluşturan insanların, hangi partiye oy verdiğinin çok bir önemi yoktur. Çünkü evine yiyecek götürmek isteyenlerin, cebinde parası olmayanların buluşma noktası şu an o sıralardır. Yani AKP’ye oy vereni de vermeyeni de daha ucuz yiyecek için o sıralarda bekliyor, hepsi bu ülkeye emek veriyor.
AKP’li seçmene kızma eğilimi zaten onu aşağılamaya kadar gidiyor. 20 liraya patlıcan alamayan, sırf ucuza alabilmek için saatlerce soğukta, yağmurda bekleyen binlerce insanı kimse aşağılayamaz. İnsanlar düşünemediği için ya da AKP’yi desteklediği için o çadırların önünde beklemiyor. Sırf AKP’yi desteklemek üzere gitmiş olsa bile bu politik uğraşı da aşağılamak kimseye düşmez.
Eğer ortada bir gerçek varsa uzun süre aranması gerekmez. Toplumun ciddi bir kesiminin bu gidişata itiraz ettiği bir dönemden geçiyoruz. Yol TV yaptığı sokak röportajları ile çok iyi bir örnek oluşturdu. “Korkmuyorum” diyen ve izleyen herkese cesaret veren teyzeden, artık kuru soğan - ekmek yiyemiyoruz diyerek gerçekleri en sade haliyle anlatan insanlara; ekran halkın kürsüsü olarak canlı bir şekilde işliyor. Bu konuşmaları izleyen insanlar umutlanıyor, heyecanlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde de Habertürk’te bir yazı kaleme alınmış; “2 kilo domates için o kuyruğa girmeye değer mi?” diye soruyor. ‘Mevsimine göre sebze yenilse kriz yok’ savunması için sağlam argümanlar öne sürüyor; annesi gibi... Havuz medyasında göze girmek için yazılanları dikkatte bile almamak lazım tabi ama muhalif basının yaptığı her haberin karşısında bunlar var, hatırlatalım.
Sonuç olarak ezilenler ne yoksulluğu ne de sefaleti hak etmez. Muhalif basın umutsuz tabloların değil itiraz edenlerin kürsüsü olmalı. Bu süreçteki habercilik görevi “durum aktarmanın” ötesinde; iyi olanı yansıtma ve olumlu örnekler oluşturmak üzere ilerlemek olmalı.