Yerel seçim süreci ilerliyor. Toplum adayları izliyor, derdimize derman olacak mı diye bakıyor ama gördüklerinin ardında gerçeklik bulamıyor.

Düzenin sürdürücülerinin yani iktidar cephesinin, tükenmiş ama ayakta durmaya çalışan göstermelik politikalarından başka bir durumu yok ortada. AKP’nin manifestosundan allı pullu çevrecilik çıkmıştı, koca bir İstanbul’u griye döndüren kendileri değilmiş gibi. Yapmayacakları şeyleri alt alta yazmışlar ama onların esas vaadi ilelebet sağ iktidar ve tek adam rejimi. Öte yandan bunun karşısında İmamoğlu’nun tastamam iktidarla ve bu düzenle çelişmeyen tavrı muhalefette heyecan yaratmadığı gibi beklentiyi de gittikçe düşürüyor. Projeler dışında bir şey duymak istiyor insanlar ama karşısında muhatap bulamıyor, cevap vermeye çalışanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Toplumun arayıp da bulamadığı eksiklik, topyekün muhalefet cephesinin her kademesi tarafından taşınıyor. Ancak durup bir düşünmek lazım, bizim vaziyetimiz sadece derinliği olmayan bir takım laflar topluluğundan ibaret olabilir mi? Böyle olsa toplumun dediklerimize ikna olması mümkün mü?

Yerel seçim kapımıza dayanmışken bu sürecin açmazlarını da masaya yatırmak gerekir. Muhalefet cephesindeki siyasi bir programın eksikliği herkes tarafından öyle güzel görülüyor ki toplum bunu en başta her gün televizyonlardan izliyor. Süreç içinde yapılan açıklamalar ve konuşmalar karşısında verilen tepki, “Yahu bu ne dedi şimdi?” sorusunun ötesine geçemiyor. Ancak bu soru ciddiye de alınmıyor. Görünen o ki ard arda dizilmiş güzel laflar bütünü yeterli bir siyaset olarak görülüyor. Bunun yetmediği çok açık. Toplum suretlerin ardında bir gerçeklik arıyor çünkü gerçek sorunlarla yüz yüze. Pahalılığın çözümünü dinlemek istiyor, bu nereye kadar gidecek merak ve endişe içinde düşünüyor, başımızı soktuğumuz evler bizim de tepemize yıkılacak mı bunu öğrenmek istiyor.

Baştan sona hazırlıksız hareket edip bizim günümüz ne zaman gelecek diye sormak, o günün hiç gelmeyeceği cevabını kendi kendine vermekle aynı şeydir. Sol siyaset, adaleti ve eşitliği anlatan bir takım laflar bütününden ibaret değildir. Sorunun kökü de bu kavramların anlatılmasında değil köklü bir eleştiri yapma gerekliliğinin ortadan kaldırılmış olmasındadır.

Siyasi çıkmaz

Kitleler hep aynı kalmazlar. Fikirleri değişir, eğilimleri değişir. Buna imkan olan ekonomik kriz günlerinde, toplumun sosyalizme inanması için engel yok ama sebep bulabilecek mi bu muamma. Derinliği olmayan bir takım konuşmalar ve ileri sürülmeye çalışılanlar ‘motivasyon konuşması’ niteliğini aşmadıkça toplumun ikna edilmesi mümkün olamaz. Kitleler eğer bir siyasal fikir, bir hedef ve program varsa bunu dinler, anlar, tartar ve karar verir.

Solcular her zaman fikirlerini geniş kitlelere propaganda edebilecekleri anı kollar. Bunun dışındaki zamanlarda da ulaşabildiği her yerde fikirlerini anlatmayı sürdürür. Toplum politikleşiyor, ‘yenmez yıkılmaz AKP’ ekonomik kriz ile köşeye sıkışıyor, CHP cephesi topluma hiçbir şey vadetmiyor. Bazı zorluklarımız ortadan kalkıyor; solun argümanları ve itiraz ettikleri, sağda bile AKP’ye muhalefet edenler tarafından savunuluyor. Fikirlerimizi anlatabilmek için daha geniş imkanlar elde ediyoruz. Bu koşullarda, yerel seçim sürecinde elbette fikirlerimizi anlatacağız, bu düzenin ve gidişatın bataklığa düşmüş haline dair eleştirilerimizi sonuna kadar yapacağız. Bunların hiçbiri yüzeysel ve genelgeçer olmayacak. Fikirlerimiz, bu düzenin toplumlara yaşattıklarının çok daha ötesinde. Batırdıkları her şeyi geri döndürmek mümkün olmayabilir ama bu çamurdan temizlenmenin yollarını biliyoruz. Bu imkanlar elimizdeyken iktidara ve bu düzene yönelik eleştirileri köklü bir biçimde ele almaktan kaçınanlar, yüzeysel bir laf yarışının peşine düşenler içine girmiş oldukları çıkmazdan kolay kurtulamazlar.

Toplum en temel gıdaya ulaşmakta ciddi bir zorluk yaşıyor. Pahalılığın sorumlularını işaret ederken çözümleri de ortaya koymak gerekir. Halk ekmeğe 75 kuruşa ulaşan toplum, bir sosyalistin yöneteceği belediye için ‘temel gıdaları da böyle üreteceğiz’ sözünü alıyor. Yeter mi, yetmez. Üretimi de anlatmak zorundayız. Her şeyi ithal olan ülkenin gıda fiyatları neden düşsün? Üretim de artacak, üreten desteklenecek, gerekli politikalar hayata geçirilecek. Belediye de üretim yapacak. Bunlar lafügüzaf değildir. Düşünülerek, planlanarak, incelenerek, süzülerek yani üzerine epeyce bir hazırlık yapılarak ortaya sürülen iddialardır.

AKP’nin bugüne kadar ileri sürdüğü “tek millet, tek devlet, tek vatan ve tek bayrak" nasıl ki baştan sona faşizmin programıysa ve nasıl ki bunlar sonuna kadar sermayenin sözcüleri ise bu yığının karşısına gerçek ve bilimsel bir program ile çıkmak gerekir. Bu sebeple ne genel bir demokratlık ne de genel bir solculuk anlatımı, toplum nezdinde bir şey ifade etmeyecektir.

Yol nereden başlıyor?

Yumurta kapıya dayanınca deyimini bizim ülkede tamamlamak çok kolay oluyor. Her daim hazırlıksızlık var ama her daim “sıkıntı yok”. Gelip geçmekte olan süreçlerin ucundan kıyısından yakalamak en son anda olsa bile takdir alabiliyor. Takdir edenler ve takdir alanlar da birbirine benzer, genel bir kaide olarak bunu bir kenara yazabiliriz. Ülkede her yıl en az bir seçim süreci yaşarken her seferinde toparlanamama halini görebiliyoruz. Bu hem hareket tarzına hem siyasete zaten baştan sona yansıyor.

Her kavşakta nereye gideceğimize karar vermek epey bir zaman alıyorsa hangi yolu yürüyeceğimizde net miyiz, bunu sorgulamak lazım. Buradaki esas konu, gecikmedeki zamanın uzunluğu ya da kısalığı değildir; gecikmiş olmanın kendisidir. Ekonomik krizin baş gösterdiği günlerde topluma sosyalist bir ekonomik program anlatmanın gerekliliği ertelenemez durumdaydı. Seçim sürecinde de aynı ertelenemez gereklilikler var.

Toplum gerçeğin peşine düşer

Sınırlı bir pozisyonla yetinmek öğrenildiği gibi öğretilmeye de çalışılıyor. Siyasi bir programın olmadığı durumda içine girilen çıkmazdan, bir takım güzellemeler ile çıkılmaya çalışılıyor. Esasen çıkmazda değiliz ki denilmeye çalışılıyor. Hal ne kadar geri bir pozisyonda olursa olsun, romantizm hep yaşıyor: “Ah yine mi güzeliz, yine mi çiçek”. Bu yalpalanan hal ile pek güzel bir tarafımız yok, bu söz ve benzerleri ile geçelim toplumu kendi arkadaşlarımızı bile ikna edemeyiz.

Birçok seçim dönemi ve toplumsal hareketin ardından görüyoruz ki ne kişilerin ne de partinin sadece bir örgüt olmasından dolayı bir ikna ediciliği vardır. İhtiyacımız olan şey kişileri kahramanlaştırmayı, seçim pusulalarında bulunmayı aşıyor. Bunun örneğini 7 Haziran’da HDP’nin öne sürdüğü programla, %13 oy almasıyla yakın tarihimizde bir kez daha gördük.

Bugün halkın, devrimci sosyalist bir programı duymaya, bunu anlamaya ihtiyacı var. İmkanlarımız var, sonuna kadar kullanmalıyız. Bugüne kadar görevlerimizi yerine getirdikten sonra emekçilere anlattığımız “kurtarıcı bekleme” siyaseti, üretenlerin politika yapması ve bu süreci yönetmeye aday olması için yine büyük önem kazanıyor.

Öte yandan birçok seçim süreci muhalefet için bir turnusol görevini üstlenmişti. Bu dönem de benzer şekilde ilerliyor. Süreç, gerçeklikleri ayan beyan ortaya koymasının yanında yine de bazı yanılsamaları da içinde barındıracaktır. Bu yanılsamaların peşine düşmemek için bilimselliğin peşinden ayrılmamak gerekir.

Durumu özetleyen ve birkaç cümle ile açıklığa kavuşturan Lenin, Devlet ve Devrim eserinde şöyle yazıyor:

“Marksizmin oportünist çarpıtmasında diyalektiğin eklektik çarpıtması, yığınları en büyük kolaylıkla aldatan çarpıtmadır; eklektizm, yığınlara aldatıcı bir doygunluk verir; sürecin bütün yönlerini, bütün gelişme eğilimlerini, bütün çelişik etkileri vb. hesaba katıyormuş gibi görünür; ama aslında, toplumun gelişmesi üzerine hiçbir tutarlı ve devrimci düşün vermez.”

Çelişkilerin ve karmaşaların bugün üzerinden atlansa da yarın büyüyerek önümüze yeniden geleceğini unutmayalım. Bu yüzden, bu çarpıtmanın peşinden gidilecek yol, sürükleyenler açısından da çok uzun soluklu olamayacaktır.

Biz şehirlerde, o şehirlerin meydanlarında halka politik programımızı anlatmaya devam edelim. Kimsenin adres göstermediği şu süreçte, dört başı mamur bir program için eksisini, artısını bu toplum görecek ve tamamlamak üzere harekete de geçecektir. Göreceğiz ki toplum hakikatin peşinden bugün değilse de yarın mutlaka gelecektir.