İstanbul'un göbeğinde Kartal'da güpegündüz deprem olmadan bir bina olduğu gibi çöktü. Var olan düzende, olası İstanbul depreminde yaşanabilecek büyük felaket gözler önüne serildi. Yıkılan binanın içinde kaç kişinin olduğu net ifade edilemiyor, süreçle ilgili bilgilerin üstü örtülüyor. İçinde yaşamını sürdüren, işten, okuldan, alışverişten dönerken önünden geçen insanların üstüne yıkılan binada can kayıpları artıyor. Yaralıların kurtarılmasında da sorumsuzluk devam ediyor. Son durum netleştirilemiyor, yayın yasağı ile toplumun vereceği tepki engellenmeye çalışılıyor.

Binanın yıkılmasında devletin sorumsuzluğu her açıdan, Çorlu’daki tren faciasında olduğu gibi açığa çıkmıştır. Bina 1999 Depremi’nden sonra hasar görüyor, devlet dönüp bakmıyor, raporlamıyor, incelemiyor. İmar Affı Yönetmeliği’ne başvuruda depreme dayanıklı mı, güvenli yapılmış mı kontrolden geçmesi gerekirken geçirilmiyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı güvenli yapılara kavuşturmuyorsa başka ne yapar, başka ne hizmet verir ki? İşsiz, pahalılıkla yoksul ve mülksüz bırakılan ülkenin emek verenleri, barınma hakkını elindeki imkanlarla çözmeye çalışıyor. Diğer yandan binaların denetimi - yenilenmesi için devletin vermesi gereken kamu hizmetinden mahrum bırakılıyor. Sonra da kaçak muamelesi yapılmak isteniyor, bu kabul edilemez. Kaçak; rantını yiyenlerde, iktidara yandaş, kuralsızlığı ve hukuksuzluğu iş edinen inşaatçılarda aranmalıdır.

Yapıların güvenliği için en ufak sorumluluk almayan devlet “imar affı” ile ruhsatlı katların üstüne çıkılan katlardan bedel almayı biliyor, bu süreci birkaç ay içinde gayet iyi düzenliyor. Toplanan paralarla övünüyor. Yıkılan binada depremde oluşan çatlaklara sıva çekilmiş, taşıyıcı sistemler çürümüş ve olduğu gibi kalmış. Burada olsa olsa kamu kaynaklarının tepesindekilerin parayı alıp onayı verdikten sonraki “sorumluluk kaçağı” vardır. Devletin önüne değişik bedeller alınması sureti ile giden bina veya binaların son durumu görmezden geliniyor. Bir mühendisi, bir mimarı ve bir raporlamayı şehirleri üreten, ayakta tutan halka çok görüyorlar.

Yönetmelikte, 2017 sonuna kadar başlanan binalarda (tamamlanmış olması şart değil) denilmiş. Çevre ve Şehircilik Bakanı, 8 milyon 600 bin başvuru yapıldığını açıkladı. Yetmedi 6 ay uzattılar, belli ki seçimlerde yönetmeliğin rantını yiyecek inşaat sektörünün desteğini kaybetmeyi göze alamadılar. Yine bakanın eylül ayında açıkladığı rakama göre 2 milyar 800 milyon lira para toplanmış. TMMOB’nin yaptığı açıklamada, iktidarın önüne koyduğu toplanacak paranın 40-50 milyar lira olduğu ifade edildi. Başvuru sayısı ile övünen rantını da cebine indiren devlet yöneticilerinin ve bu düzenin yakasına yapışmak hepimize farz olsun.

***

Bina üretim sistemleri ile her yerde övünen iktidarın rantçı beton düzeninin hasar görmüş binalara yaklaşımı, yıkılan bina ve can kayıplarıyla ortadadır. Şehirleri yönetirken rantçılığıyla nam salan, emek verenlerin barınma hakkını, yaşama hakkını gasp eden AKP’ye af yok.

Yaşanacak şehirlere ara çözümlerle kavuşulamaz. Köklü çözüm ancak şehirlerin mücadelesinde bu rantçı iktidar hedef alınarak gerçekleşebilir.

“İmar Barışı” diye göz boyanmaya çalışılan “İmar Affı” yönetmeliği, AKP’nin Ankara Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki ile meclise sunuldu ve kabul edildi. Ankara’da şimdi daha büyük ranta kolları sıvıyorlar. Mevcut düzenin hakim sınıflarıyla, kaymak yiyenleriyle “barış” söz konusu olamaz.

İstanbul gibi bir şehrin Kartal gibi bir ilçesinde ölümle sonuçlanan “binanın çökme süreci”, iktidarın meclisteki yasama faaliyeti ile başlıyor ve rantını cebine indirip ortadan kaybolması ile bitiyorsa iktidardan da kaybolacaklar.

Var olan düzen, kendi anlayışı ile şehirlere yönelik yasalar, yönetmelikler yapıyor. Üçüncü Havalimanı gibi şehrin ve doğanın talan edildiği projelerine, son teknolojiyle yetişmiş mimar ve mühendisleri yığan dev bütçeler ayıran devlet, yurttaşların yaşadığı binalara dönüp bakmıyor. 25 yıldır yönettikleri, rantını yemekten bıkmadıkları belediyelerde arsızca ana muhalefetin adayı gibi konuşuyorlar.

Var olan yapılar, şehirlere emek verenlerin programı çerçevesinde güvenli yaşanılır hale getirilebilir. Bu çerçeveye sahip programı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayları arasında Özge Akman sunmuştur. Bu süreç ne iktidarın ne de mevcut yerel yönetimin paçasını öyle kolay kurtarabileceği bir konudur. İlk aşamada, sandığa gidenler tavrını gösterecektir. Böyle bir yapının “kaçak” denilerek yurttaşın sırtına yüklenmesini kabul etmeyecektir.

Binaların yapısındaki dayanıklılık; teknik - bilimsel değerlendirme, raporlama ve müdahale süreçlerine tabi tutulmalıdır. Maliyetini devlet üstlenmeli, tüm süreci denetimi altında tutmalıdır. Gelişmiş inşaat teknolojisine, şehirleri emekleri ile ayakta tutanların rahatlıkla ulaşması sağlanmalıdır.

Devletin elindeki kaynakların “çılgın projelere” savrulma dönemi kapanacak. Kamu kaynakları kentsel yaşamı üretenlere harcanacak. Barınma hakkına, barınırken güvenli yapılarda yaşama hakkına harcanacak. Emek verenlerin iktidara yönelik şehirleri yönetme, rantçıların elinden alma mücadelesi ile insanlığa yaraşır yapılara, binalara kavuşabileceğiz.