Verili sömürü ve egemenlik ilişkilerini temsil eden siyasetçilerin topluma yaklaşım şekli ve kullandıkları dilin aymazlığına tahammül kalmadı. Krizin üstünü örterek seçimleri geçirme derdindeler. Seçimi kolay yoldan, her yolu mübah görerek alma peşindeler. Sonra yarattıkları borç batağına para bulmak için IMF'ye başvurmak da dahil ülkeyi daha büyük yoksulluğa ve pahalılığa sürükleyecekler.

İşsizliğin, pahalılığın zerre etkilemediği düzenle kavgalı olmayan siyasetçilerden, emekçileri anlayan ve dinleyerek cevap veren bir dil beklemiyoruz. Ülkenin emek verenleri sorunlar dağ gibi yığıldıkça konuşuyor, sorunları tüm boyutlarıyla ortaya koyuyor. Bu konuşmalar, emek verenlerin dilidir, “tarihe not düşecek” boyutta kalamaz. Yerleşik bir hale gelmesi için emek verenlerin örgütlü mücadelesi zorunludur. Toplumun neredeyse tamamının sandığa giderek kendini ifade ettiği seçim sürecinde şehirlerin emek verenlerinin politik hattı olmazsa olmazımızdır.

*

Kriz koşulları altında emeği ile geçinemez hale gelenlerin konuşmalarının (yer bulabildiği YOL TV ve diğer özgür medya) kritik bir konumu var. Emek verenlerin dili, tarihsel haklılığını ortaya koyuyor. Bu dil hakim sınıfların diline geçit vermemek üzere ancak ve ancak politik mücadele ve iktidar hedefi ile güçlendirilebilir yoksa gelip geçici olmaktan kurtulamaz. Tek adam rejiminin istediği de budur.

Sermaye düzeninin ülkeyi ne hale getirdiği ortada iken düzenin meşrulaştırılmasına izin verilmemelidir. Sırtını sağcılığa, tekçiliğe, sömürü düzenine yaslayanlar karşısında sınıfsal bir tepki görmedikçe kendine yer bulmaya devam ediyor. Atlatarak, kandırarak, geçiştirerek yaşayabileceğini sanıyor.

Sermaye ve emek arasındaki hesaplaşma kriz kendini gösterdikçe ısınıyor. Bu nedenle etekleri tutuşan hakim sınıf, kafasını sokacak “nafile ifade” olanakları arıyor. “Aynı gemideyiz”, “seçim siyasi faaliyet değildir” gibi düzenin son acizliğini temsil eden ifadelerle maddi konumları gereği kavgalı olanların, bu kavgayı tamamına varana kadar büyütmesi farz olmalıdır.

‘Bu dünyayı’ temsil edemeyen, baskı ile kendini kabul ettiren iktidar temsilcileri seçimde oy için işi “öbür dünya” belgesi dağıtmaya vardırdılar. Nasıl bir talimatla seçim çalışması planladılarsa büyük bir rezilliği göze alıp, halka bu şekilde seslenme cüretini gösterebiliyorlar. Ülkenin gelişmişlik seviyesi ne iyi ki hayretlere düşerek refleksini ortaya koyuyor.

AKP Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, Sivas AKP Belediye Başkan Adayı’nı kastederek “Hilmi Bilgin’e desteğinizi bekliyorum. İnanıyorum ki Hilmi Bey’e vereceğiniz destek yarın ruzi mahşerde (kıyamet günü), yine sizin berat belgelerinizden (kurtuluş) biri olacağını düşünüyorum.” Kendi türünde de o kadar tepki almış olacak ki “öyle demedim böyle demedim” bölümüne geçiyor.

*

İstanbul’da CHP’yi temsil eden Ekrem İmamoğlu’nun durumu farklılık arz ediyor. Sokağa kafasını uzatamaz hale gelen AKP’lilere göre çarşıda pazarda seçim faaliyeti yürütebiliyor. Fakat toplumla ilişki kurarken kullanılan dilde aynı çekirdek sorun İmamoğlu’nda da karşımıza çıkıyor.

Ekrem İmamoğlu pazarın emekçilerinden biri ona “Devletin birinci yapacağı iş çiftçiye üretime destek vermek, sanayileşeceğiz. Yola köprüye yatırım yapmayacağız.” diye devam eden ekonominin gerçek boyutlarını ifade ederken İstanbul’u yönetecek muhalif adayın yanıtı şu oluyor: “Sen ne güzel konuşuyorsun. Haksızlık ediliyor size.” Zübük filminde Kemal Sunal’ın canlandırdığı siyasetçi karakterinin “demokrasi öyle bir şeydir ki tadından yenmez” demesine benziyor.

İmamoğlu işsizlik konusunda yaşadığı sorunun boyutlarını gündeme getiren genç bir kadın ile sarılarak aslında üstünü örtme, yani iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmama ilişkisi kuruyor.

Şehri yönetecek, kamu kaynaklarını sevk ve idare edecek ana muhalefet adayı işsizlik, pahalılık, üretim, sanayi konusunda ağzını açmıyor. Açmamayı, var olan rejimin işlerini hiç bozmamayı tercih ediyor.

Bu dilin rantçı düzenin devamlılığını sağladığını, ancak siyasetsizleştirmeye yaradığını herkes adı gibi biliyor ama devam ediyorlar. Şaşırmıyoruz, sermaye düzeni ile köklü bir hesaplaşma içerisinde olmayan her siyasetçi, ülkenin emek verenleri ile “yaranma, geçiştirme, kandırma” ilişkisi kurmaya çalışıyor. Muhalif kesimlerde karşılaşacağımız bu örneklere emekçilerin iktidar hedefi ve ilerlemesiyle son verebiliriz.

Neyse ki YOL TV’nin mikrofon uzattığı ülkenin emek verenlerinin ülke adına konuştuğunu, düzen siyasetçisini bir o duvara bir bu duvara çarptığını görüyoruz. Kanalın youtube sayfasından kayıtlı tüm videoları izleyebilirsiniz. Burada bir kaç demece yer vermek yetecektir.

“Saraydakiler bilemez. Alıyorlar 50 milyar lira, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Bizim gibi kazansınlar, 200 milyon - 300 milyon ev kirası versinler, çocuk baksınlar, anne - baba baksınlar göreyim.” (Eyüp röportajı)

“Patlıcanı ineklerin önüne koyuyorduk yemiyordu. Şimdi olmuş pırlanta.”

“1 milyar 800 lira ile ne olur. Alıyorlar 50 milyar maaş. Bunlar kafasını yastığa koyunca ne yapıyor acaba, vicdan azabı çekmiyor mu? 7 lira olmuş bir ıspanak. Korkmuyoruz artık, kaybedecek neyim var, kafamızı yastığa koyup yarın ne pişireceğimizi düşünüyoruz. Milletvekillerine 4-5 milyar zam yaptı, emekliye de 100 lira - 200 lira zam.” (Eyüp röportajı)

“Taş mı kemirelim? Bu yasayı çıkarırlarsa helal olsun.” (Atık kağıt toplamaları yasa ile engellenmek istenen atık kağıt emekçisi)

“Değişim istiyoruz.” (Pek çok yurttaş)

Emek ve sermayenin uzlaşmaz çelişkisine dayanan sorunun ve çözümün esasını ifade eden konuşmalar burdadır, herkes er ya da geç kıymetini bilecek. Her biri, yaşanmakta olan kriz nedeniyle sınıf karakterini bünyesinde taşıyor. Bu olgusal sürecin sınıf bilinci ekseninde ilerletilmesi, yaygın hale gelmesi mümkündür. Emek verenlerin örgütlenmesi, siyasal iktidar hedefi ve güncel seçim stratejisi şarttır. Emekçilerin ilk kelime olarak derhal ifade ettikleri değişim, emek verenlerin örgütlü gücü ve politik mücadelesinin büyümesiyle mutlaka gerçekleşecek.

*

Üretenlerin konumunu güçlendiren, politik mücadelesini sıçratacak tavır ve dil zamanımıza hakim olmalıdır.  Partimiz EHP’nin desteklediği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığını açıklayan Özge Akman’ın açıklamaları bu çerçevededir. Çağrısını yaptığı seçim süreci, siyasal hedef, sınıf bilincini ve dilini güçlü ve yaygın bir hale getirecektir; “İstanbul emek verenlerin olacak. İktidarın çizdiği sınırlarda dolaşarak İstanbul kazanılamaz. Egemenlik, tek adam rejiminin değil bu ülke ve şehre emek verenlerindir. Şehirde ve ülkede gerçek demokrasi için söz, yetki, karar meclislere. Rantçılara, betonculara, paragözlere oy verme. Özge Akman halktır, kendine oy ver.”

İstanbul ve ülkenin şehirlerine yayılacak, toplumsal tepkileri büyütecek politik ve örgütlü gücün olması, böyle bir yön tayini ile gerçekleşebilir.

Şehirlerin ne olacağı, geleceğinin nasıl tayin edileceğine karar vermek emekçilerin hakkıdır. Şehirler hakkında son karar ekonomiyi batıran sermayenin değil emek verenlerin olmalıdır. Emek - sermaye kavgasının ilerlemesi ile kamu kaynaklarını sömüren, kendi cebine vakıflar yoluyla indirenlerin dönemi kapanmalıdır.

Kamu kaynakları ücretsiz eğitim sağlık ulaşım hakkına Özge Akman’ın adaylığı ve seçim perspektifi ile kavuşabilir.

Toplumsal muhalefetin dili bu mahiyeti kazanmak zorundadır. El yordamıyla kendini ifade eden pazardaki emekçilerin yöneteceği şehirler, politik hedefine yürümelidir. Gezi Direnişi’nde olduğu gibi “ne yaratıcı, ne esprili, ne güzel…” diyerek olduğu yerde bırakılmamalıdır. Bu da solun hatalı ve kurtulması gereken sınıfsal konumudur. Emek verenleri siyasal iktidara kadar taşımalı, nihai çözümden bu kadar kopuk kalmaktan kurtulmalıdır.

Emek verenlerin dilinin alabildiğine çoğalmasını sağlayacak, politik olarak kuvvetlenmesini, yerleşik hale gelmesini sağlayacak her yolu zorlamalıyız. Günler ve yollar bizimdir. Krizin varlığından sorunlarından kopuk muhalefet karşısında emek verenlerin politik hattı ve dili gelenek halini almalıdır. Tarihe damgasını vurarak ülkenin her köşesinde yankılanmalıdır.