Kapitalizm krize girmeden yoluna devam edemez, işleyişi gereği sürekli işsizlik üretir. Yaşadığımız krizin büyüklüğü, işsizliğin her gün daha büyük çapta hortlamasına neden oluyor.
Yüksek kar oranları hedefiyle betona yatırılan sermaye, yıkıcı kentleşmeye yol açtı. Şehir hakkı şehirleri üretenlerin iktidarı ile kazanılacak.
Satılamayan 4 milyon konut stoku, olduğu yerde duruyor. Kar oranları yüksek tutulamıyor, aşırı sermaye birikimi yatırıma, üretime, istihdama dönüşmüyor. İşsizlik arttıkça artarken işçi sınıfının hareketliliği de kaçınılmaz olarak artıyor. Hareketliliğin, hızla bir sonraki aşamaya sıçraması için siyaset ve örgütlü bir mücadele ile kuşanması gerekir. Yerel seçim sürecinde emek verenlerin programı olması gerekir.
Şanlıurfa’da İl Milli Eğitim’de 9 ay çalıştırılacak bin kişilik iş için İŞKUR’a 44 bin kişi başvuru yaptı. Koca bir stadyumda insanlar saatlerce soğukta bekletildi, bin kişi kura ile belirlendi. Sonunda 43 bin kişi geçimine çözüm bulamadan geri döndü.
Kapitalizm her yerde işsizlere, tablolara eklenen ve çıkarılan rakamlar olarak bakıyor. Sermaye, emekçileri bu şekilde daha fazla sömürüyor. Kendini telafi imkanı bulduğu için patronlar, her zaman büyüyen işsizlik rakamlarından memnun oluyor. Çözüme asla yaklaşmazlar, planlamazlar, yönetmezler. Tepkiyi engellemek için de rakamlardan kısarlar.
İşçi sınıfını anlama ve anlatma gayretindeki yönetmen Ken Loach işsizlik konusuna giriyor. “Ben Daniel Blake” filminde İngiltere kapitalizmini, ağır işsizlik koşullarını işçi Daniel ile anlatıyor. Sosyal güvenlik sistemi var olan rejimin eli ayağı gibi, “sosyalin” güvencesi değil yıkımı olarak işliyor. Daniel’in geçinmek için “işsizlik fonu” dışında bir seçeneği kalmaz ve başvurur, devlet sürekli anlamadığı yeni bir işlemi öne sürer. Kapılar sürekli kapanırken ve muhatapsız kalırken canından bezdiği bir anda dehşete kapılmış bir ifade ile “bir hata olmalı gidip gidip geliyorum” der. Devletin böyle yönetilmesine inanamaz. Yıllarca işini aksatmadan dört dörtlük çalışmış marangoz Daniel’in aklı böyle bir sorumsuzluğu kesinlikle almaz. İş ve sosyal güvenlik haklarını almak için başvuranlara İngiltere kapitalizmi puanla, çekilişle, “bugün git yarın gel” bürokrasisi ile cevap veriyor. Bu sürece isyan eden Daniel diyordu ki “Ben bir sosyal güvenlik numarası ya da ekranda yanıp sönen bir ışık değilim, kimseye boyun eğmem…”. İşçiler hiçbir zaman boyun eğmeyecekler, stadyumda yarattıkları tablonun hesabını soracaklar.
TÜİK verileri açıklıyor: İşsizlik %11.6 oldu, 3 milyon 788 bine ulaştı. DİSK’in raporu düzeltiyor: İşsizlik %18.3 oldu, 6 milyon 531 bin kişi işsiz. Devletin rakamlarında işsizlerin yarısını elleri titremeden ve gözlerini kırpmadan siliyorlar. Buna da “devlet hizmeti” diyorlar. İşsizlik 2008 krizinden beri %15’in altını, gerçek boyutta görmedi. Hakim sınıfın gerçek bekasını burda aramak gerekir.
Aylardır büyümekte olan krizi, var olan rejimin attığı adımlarla körüklediği ortadadır. Bugüne kadar etinden sütünden faydalandığı neoliberal piyasa mantığı dünya çapında tekliyor. Uyanık tüccar mantığı da artık ters tepiyor, ekonomiyi bataktan batağa sürüklüyor. Soğan faciasından sonra şimdi de ülke ekonomisine kenevir tohumu ile canlanma vadediyorlar.
Seçimlerde kaybedeceklerini gördükleri için her türlü melanete soyunuyorlar. Yalanların bini bin para. YSK listelerine 100 yaşını geçmiş 6389 seçmen giriliyor, 1854 yılında doğmuş 165 yaşındaki kişi seçmen gösteriliyor. İnkar, yalan, hukuksuzluk iktidarda kalmak için dur durak bilmeden üretiliyor.
Borç batağı, düşmeyen enflasyon, üretim yapmayan sanayi, hızla küçülen ekonominin yarattığı işsizlik yüzünden stadyumları dolduranlar, iş başvurusunda yan yana gelmekle kalmayacak. Başvurularda bir araya gelenler, onları birer rakam olarak görenleri her aşamada aklına yazacak ve sınıfsal ağırlık kazanacak. Emekçilerin örgütlü mücadelesi yeşerecek.
Sanayiyi, üretimi bitirdiler ama üretenlerin hareketini bitiremezler. Üretenlerin ülke gidişatına el koyma hedefinin önünde duramazlar.
Ortaya çıkan işsizlikle yedek emek ordusu, hakim sınıfların ekmeğine yağ sürüyor. İşçiler patronlarla karşı karşıya geldiğinde zam hakkının, sendika hakkının, grev hakkının elinden alınmasına razı gelmek durumunda kalabiliyor. Marks Kapital’in birinci cildinde bu konuyu etraflıca ele alır. “İşçi sınıfının bir kısmının aşırı çalışması ile diğer kısmının zorla işsizliğe mahkum edilmesi ve bunun tersi, bireysel kapitalistin bir zenginleşme aracı haline gelir ve aynı zamanda yedek sanayi ordusunun üretimini toplumsal birikimdeki ilerlemeye uyan bir biçimde hızlandırır” (Kapital, Karl Marks, “Sermayenin Birikim Süreci”, Yordam Kitap / Sayfa 615)
İŞKUR genel müdürünün pişkinliği bu çelişkiden besleniyor, herkesin gözünün içine bakarak “İstihdamda Avrupa’da ve dünyada eşi ve benzeri olmayan bir başarı var” diyor, üstünü örtmek istiyor. Çünkü çok iyi biliyor; iş yoksa oy da yok. “Kriz yok” demekten vazgeçtiler, kriz alıp başını gidince sonuçlarını inkar sürecine girdiler.
Yatırıma, istihdam yaratmaya, asgari ücrete, emeklilikte yaşa takılanlara ve işsizlik maaşlarına kaynak bulunamıyor. İşsizlik rakamlarını daraltmak konusunda çok mahir olunuyor ama başarı sağlanamıyor. Buna rağmen devletin başka kalemlerine harcananlar almış başını gidiyor. Cumhurbaşkanlığı 2018 yılında 1 milyar 943 milyon lira harcadı. Örtülü ödenek harcaması da 1 milyar 722 milyon lira. 2014 yılından bu yana, Erdoğan seçildikten sonra Cumhurbaşkanlığı'nın gideri % 550 artmış bulunuyor.
Övünecek tek bir şeyleri yok ama yerilecek şeyleri çok. İŞKUR’a ne kadar başvuru varsa ülkenin yönetenleri de istihdam konusunda o kadar sınıfta kalmış demektir, sorunu çözememiş demektir.
Mikrofon uzatıldığında oy kararını değiştirdiğini ilan edenler çoğaldı, işsiz kalan biri diyor ki “devletin bekası diyip duruyorlar biraz da bizim bekamızı düşünsünler”, düşünmeyecekler. Üretenler söz, yetki, karar ve iktidarı almak için güçlerini büyütecek.