Adaylar belli oldu. Yerel seçimlere giderken kim, ne yapacak taşlar yerine oturuyor, yürünecek yollar netleşiyor.

Erdoğan her gün bir yerde konuşuyor, konuşmalarında hamasetten başka bir şey bulamıyoruz. Sıra sıra vaatler diziyor havaya; birinci 100 günlük planının yarısını bile yapmamışken ikincisini açıkladığı gibi. “Kudretli hakanumuz” kendince bir kurtuluş stratejisi kurmaya çalışıyor. Toplumu kucaklayacak bir hali kalmadı, bu yüzden iyi oynadığı topa koşuyor, kültürel kutuplaştırmaya.

Şişli, Beşiktaş, Kadıköy seçmenini “bunlar kaymak tabaka” diye tanımlamasının üzerinden çok geçmedi. Mozart dinlemesi tavsiyesini hakaret olarak nitelendiren Erdoğan “bizim meşrebimiz belli ahali” diyor. Tabi içten içe yine mağdur, düşünebiliyor musunuz Mozart dinle demişler! Baştan sona demagoji. Oyuncu Deniz Çakır’ı manipülasyona açık bir iddia ile hedef alması da bunun devamı. Boş durmuyor, başörtüsü üzerinden önüne gelen bu gündemi de değerlendiriyor. Bu gündemlerin toplumu ne kadar ikna ettiği tartışmalıdır. Gerçekleri önümüze alalım. AKP’ye oy veren seçmen; asgari ücretine el koyulduğu, her an işten atılma tehdidi ile karşı karşıya olduğu ve ay sonunu getiremediği gerçekliğiyle yüz yüzedir. Erdoğan’ın ekonomiye dair ağzını açmadan, gerçekçi bir çözüm sunmadan bu seçim sürecini yürütmeye çalışması kolay değil. Mevcut koşullarda AKP’nin krizden çıkışı mümkün değil. Bu yüzden kriz gündemiyle ilgili ortaya çözüm koyamıyor. Ekonomi üzerinden yürüteceği bir siyaset yerine toplumu kültürel olarak kutuplaştırma çabası, elinin o kadar da rahat olmadığını bize bir kez daha gösterir. Bu yüzden düşmanı gözümüzde büyütmeyelim.

Ekonomik krizde AKP’ye oy veren seçmen, AKP tarafından yalnız bırakıldı. Patronlarla el sıkışırken partisine oy veren emekçileri gözden çıkardı. Bu çelişkiyi, kutuplaştırma siyaseti örtemeyebilir. Derinleştirmemiz gereken yarık budur.

Öte yandan krizin cayır cayır yaktığı çatıların altında yaşamaya çalışan ve AKP’ye oy veren emekçiler bu gidişata son vermek için harekete geçebilir. Farklı partilere oy vermek, işçileri birbirinden ilelebet ayırmaz. Sömürenler aynı olduğu sürece, sermaye iktidarına karşı birlik şart olacaktır.

PARTİ VAR SEÇMEN NEREDE?
Muhalefet cephesinde çalkantılı bir süreçten geçtiğimizi söyleyemeyiz. Kararlar zaten parti merkezlerinde alınıyor ve bir grup bürokratla yol diziliyor. CHP’nin çıkardığı adayların toplumda herhangi bir heyecan yarattığına şahit olamadık. İnsanlar özne olamadığı sürecin üreticisi olamıyor.

İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun herkesi kucaklayan naifliği, ilerleyen günlerde ne getirecek göreceğiz. Attığı her adımın, ağzından çıkan her lafın büyük önemi var. İstanbul’da mücadele başa baş yürüyecek. Koşullar belliyken Binali Yıldırım’ın aday olmasına rağmen istifa etmemesine “kendi takdiri” yorumunu yapıvermesi pek anlayışla karşılanmıyor. Böyle bir süreçte yürüttüğü siyasetin daha keskin olması gerekmez mi?

Olmayacak ne tür şeylerle karşılaşacağız derken İdris Naim Şahin’in aday olabilme ihtimalinin tartışıldığını öğrendik. CHP ve İyi Parti ittifakının Ordu’daki çiçeği Şahin olabilir. Bu adımın Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırma stratejisinden çok ayrılan bir yönünü göremiyorum. O ayırmaya çalışıyor, CHP bunun üzerine eski AKP’li yaması yapmaya çalışıyor. Toplumun neye, nasıl, kime oy verdiğini nasıl analiz ediyorlar diye düşünmeden edemiyor insan. Halihazırda AKP’ye oy verenler ya da AKP’li küskünler, eski bir AKP’li aday görünce koşa koşa ona mı oy verecek? Soruya soruyla karşılık vermek lazım. Neden versin? Toplum siyasal bir fikir öne sürülüyorsa bunu dinler, tartar ve karar verir. Yani kimsenin kara kaşına gözüne oy verilmiyor.

Burada tipik bir CHP eğilimi olarak kimi koysam seçilir mantığı işliyor. Eğer bugüne kadar savunulan, iddia edilen, vaadedilen her şeyin zıttı olan biri aday olarak konulacaksa en başta kendi seçmeniniz bu sürecin bir parçası olamaz. Bu sürecin parçası olamayanlar, siyasal mücadeleye aday olmazlar. Bu tavır ancak toplumun siyasal mücadeleden uzaklaşmasına, toplamda toplumsal mücadelenin zarar görmesine sebep olur. Öte yandan yerel seçimlerin sadece belli bir nüfusu etkilediği düşüncesinden çıkalım. Şahin’in Ordu adayı olması ülke sathında etki yaratacak ve tepki toplayacaktır. Ülkenin ana muhalefet partisi, bu tepkinin üzerinden atlayabilirim diye düşünüyor. Ancak parti içinde söylenmek dışında, taban gücünü burada ortaya koyabilir. Antidemokratik bir şekilde işleyen tüm süreçlere rağmen “küskünlük” tavrını bir kenara bırakmak lazım. Tek adam rejiminin karşısında olanlar, bulunduğu her alanda elinden geleni yapmalıdır. Aksi halde AKP’nin karşısında siyasi olarak keskin bir kılıç sallamayan CHP kendini aşamayan bir noktada kalmaya devam edecektir. Bunun sonuçlarını ise tüm toplum ödeyecektir.

SÖZ, YETKİ, KARAR, MECLİSLERE
Seçimin bir diğer önemli tarafı HDP’nin, Kürt illerinde kayyumları defetmesi muhtemel görünüyor. Buradaki kritik dönemeç, seçimin ardından önümüze gelecek. Bilelim ki herkesin omzuna yüklenen sorumluluk, öne sürdüklerinden başka bir şey değildir. Bu sebeple HDP’den beklenen, kazandığı yerlerde gerçek halk belediyelerini yaratmasıdır. Böyle bir belediyecilik anlayışı, önceki dönemlerde gerçek bir şekilde işlemedi. Her seferinde bir başkan ve eş başkan eşliğinde karşımıza gelen temsilcilerin, halk belediyelerini temsil ettiğini söyleyemeyiz. Demokrasinin gerçek anlamda işleyebilmesinin yolu, her düzeyde kurulacak meclislerden geçer. Kazanılan yerlerde binlerin meclisini, meclislerin yönetimini konuşabilmeliyiz. Halkın siyasete katılmasının ve doğrudan demokrasi deneyimini yaşamasının önü koşulsuz açılmalı.

AKP’nin siyasal mücadelenin her alanında muhalefeti köşeye sıkıştırma çabası aşikar. Bu politikaya karşı yılmadan örgütlenen mücadeleyi, bir grup temsilci değil siyaseti üreten ve yöneten kitleler ortaya koyabilir. Öte yandan toplumsal bir hareketin örgütlenmesinin imkanı; halkın siyasete katılımıyla, siyasal kararlarını kolektif bir yapının içinde almasıyla ortaya çıkacaktır. Meclislerde birçok deneyim kazanacak olan kitleler, ülke çapında yürüyecek toplumsal mücadelelerin bayrağını da en önde taşıyacaktır.

TOPYEKÜN BİR ŞEHİR MÜCADELESİ
İyi yönleri ve eleştirdiğimiz yönleriyle seçim takvimi işliyor. “Seyretsek olmaz mı” diyenlere cevabımız yine hayır. Bir iddia ileri sürenlerin seyircilik gibi bir hakkı olmadığını söyleyelim. Her anında müdahaleci olmamız gereken bir süreçteyiz. Tüm imkanlar ince elenip sık dokunmalı. Bizim buradaki imkanımız sosyalist siyaseti anlatma, kitlelere bunu propaganda etme yolunun açılmış olmasıdır. Seçim sürecinde politikleşen kitleler, siyasal bir hedef anlatanlara yüzünü dönecektir. Gerçek çözümlerimiz ve yapabileceklerimiz toplumun umudunu yeniden yeşertecektir.

Ülkenin gerçeği, derinleşen ekonomik krizdir. Erdoğan her ne kadar bunun üstünü örtmeye çalışsa da emekçiler gerçeklerin farkında. AKP’nin karşısındaki sol dışı muhalefetin ise emekçilerden yana ve emekçileri birleştirmeye dönük bir siyaset izlediğini söylemek mümkün değil.

Şehirleri yönetme hakkı; şehirleri kuran, şehirleri üreten, şehirleri ayakta tutan ve şehirleri geçindiren emekçilerindir. Onların iradesi dışında atılmaya çalışılacak her adım, yine onlar tarafından engellenebilmelidir. Topyekün bir şehir mücadelesi başlatmalıyız. Çünkü emekçilerin ürettiği ortak yaşam, AKP tarafından sömürülüyor ve rant ile unufak ediliyor. Yürütülecek şehir mücadelesi, en başta sermayenin iktidarını hedef alacaktır. Krizle kıvranan sermaye iktidarı AKP’nin bıraktığı siyasi boşluk, emekçilerin bir araya gelmesi ve gerçek örgütlenmeler yaratması imkanını içinde barındırıyor. Sosyalistlerin görevi ise sermaye bloğuna karşı bulunduğu her alanda, şehirler ve ülke çapında emekçilerin örgütlenmesini sağlamak olacaktır.

“Orada bir köy var uzakta” güzellemeleri, kendinden mesul tutulamayacak bir siyasi hamle ile aşılmalıdır. Bizlere bir köy, bir belde yetmez. Meclisteki bir temsiliyet bizlere yetmez. Toplumsal mücadelenin örgütlenmesi için de bunlar yeterli değildir. Deneyimlerimiz için yıllar öncesine gitmemize gerek yok.

Kültürel kutuplaştırmanın karşısına, emekçilerin birliği siyaseti ile hazırlıklı olarak çıkmalıyız. Emekçilerin örgütlü gücü, AKP’nin hamasete dayalı siyasetini paramparça edecektir. Fikirlerimizin haklılığı ve gerçekler ise bu süreçte öncümüz olacaktır. Bilelim ki şehirlerden yükselecek egemenliğe el koyma iradesi, tek adam rejimini ortadan kaldırabilir. Şehirleri üretenlerle, şehirleri almak için ileri.