Kriz, seçim arifesinde iktidarın ayağına dolandı, bırakmıyor. AKP’ye biat tutumuna rağmen dışarıda bırakılan bir kısım sermaye ülkeyi terk ediyor. Bugüne kadar sandık başarısı, temel olarak ekonomiye dayandırabiliyordu. Şimdi yanıltıcı devlet istatistikleri ile iyi bir tablo ilan edilse de markete, pazara gidip de kılı kırk yaranların, dükkanlarına kilit vurmak zorunda kalanların, işten atılıp ücretinden olanların gözü karardı, affetmiyorlar. Gittikçe keskinleşen maddi konumlar, baskılar sürse de sükunetle karşılanmasına izin vermiyor. Koşullar herkesi çözüm için çare aramaya, mücadele etmeye itiyor, itecektir. Seçim sürecinde şehir hakkı için yürüyecek mücadele de bu gerilimden ilerleyecek. Sermaye birikimi ile şehirlerin talanına son vermeyi önüne koyacak.

*

Herkesin kabulüdür ki toplum sınıflardan oluşur; doğrudan üretenler-üretilen artı değerin bir bölümüne el koyanlar. Birilerinin iddia ettiği gibi insanların sınıfsal konumunu eğilimleri belirlemez, maddi konumları belirler. Mesela AKP’ye oy vermiş, mülksüzleşen esnafların, iktidar karşıtı feryadını şehir ve şehir yaşamı bir havzasında topluyor. Bunu dikkate almamaya çalışmak da “orta sınıf” bir tutuma denk düşer.

Toplumsal ilişkilerin maddi konumlanmasına baktığımızda kimsenin inkar edemeyeceği ölçüde, yoğunlukta, merkezinde işçi sınıfı var. Modern sanayi, sermaye, işçileri şehirlerde bir araya getiriyor ve bir sorun ile karşılaşan emekçilere envai çeşit hareket imkanı sağlıyor. Flormar direnişi güncel ve iyi bir örnektir.

İşçi sınıfı kavramını daha etraflı bilmekte fayda var, gittikçe büyümekte devleşmekte olan olan bir emek ordusunu konuşuyoruz. İstihdam edilenler, işsizler, iş gücüne dahil olmayanlar, göçmen işçiler olarak sıralıyor güvenilir güncel kaynaklar. Kendi içinde de bölümler ve farklılıklar arz ediyor. Mesela iş gücüne dahil olmayanları ele alırsak; iş aramayan ancak çalışmaya hazır olanlar ve iş aramayan çalışmaya da hazır olmayanlar olarak iki bölümden oluşur, o da kendi içerisinde ayrılıyor. İşçi sınıfına bağlı yaşamak durumunda kalan hane halklarını da düşününce ülkenin çok büyük bir nüfusunu konuşmuş oluyoruz.

*

AKP’nin rahatlıkla oy topladığı, ekonomi yürüdüğü sürece “azıcık aşım ağrısız başım” diyenler de bu süreçte aşından oldular. Krizin çarkları döndükçe mülksüzleşenlerin sayısı, hakim sınıfa yönelen öfkenin oranını da katlıyor.

Toplum sandığa gidecek ve ülke için kollektif bir karara varacak. Bu kollektif kararın iktidarı hedefleyen bir siyasetle kuşatılması elzem görünüyor.

Seçim sürecinde ne yapılması gerektiği konuşuluyor. Uzun süreçler, ağdalı formüllere izahat getirilmeye çalışılıyor. Şehre emek verenlerin hakimiyeti için hiçbir anı, hiçbir oranı, hiçbir duyuruyu beklemeye gerek yok, vakit yok. Aklımıza kazıyalım, bugüne kadar başarılamayan mücadeleler geçiciydi, geldi ve geçti. Örgütlü hareket etmeyi başaracak olan emekçilerin gücü şehirlere yettiği gibi ülkeye de yetecektir. O zaman var olan düzene karşı tüm toplumsal katmanlar, sosyal gruplar emekçilerin ardından yılmadan-usanmadan-korkmadan gelebilecektir.

Eğer doğru bir hatta, gereken çabayı ortaya koyarsak krizi yaratan sermaye iktidarı alaşağı edilebilir, halkın egemen olduğu günler gelebilir. Seçimle beraber her yerde kurulacak meclislerde, halk kararlarını alabilir. Seçtiği belediye yönetimini, kentin yaşamını yönetebilir, denetleyebilir.

*

Genele kaçarak, adeta buharlaşan birlik önerilerinin bir işe yaradığı yok. Solun güç olması gerektiğinden bahsediliyor. Ülkeyi arkasına katacak yegane güç, üretenlerin, şehirleri var eden, ayakta tutanların gücüdür. Başka güçlere bel bağlamak doğru değildir, bugünün koşullarında yeri ve değeri hiç yoktur.

Ama bu asla “emekçilerin ve toplumun bir anda yükselecek hareketine kadar bekleyelim” anlamına gelmez. Bu yolu seçip neredeyse yüzyıllardır siyasetsiz yaşayan bünyeler de vardır. Büyük bir toplumsal hareket anı geldiğinde bir sistematikle ilerleme imkanı gerektiğinde, o güne kadar iradesini ortaya koyanlar anlayacak ve hareketi sonuca taşıyacaktır.

*

Temennilerle, iyileştirme formülleri ile yürüyenler emekçilerin yüzüne bakamaz hale gelebilir. Fransa işçi sınıfı ne diyor; “kırıntı değil ekmeğin tamamını istiyoruz” lütfen sadece bir medya kartı olarak ele almayalım, uygulayalım. Kırıntı reva gören egemen siyaset tarafına düşmüş bir muhalefetin sonu iyi olmaz.

Fransa’da bir anda günler süren yekpare bir gövde haline gelen emekçileri hepimiz gördük. Art arda iki toplantı bir araya gelemeyen toplumsal hareketlere bakarak işçi sınıfı sadece bu nedenle bile eşsizdir.

Hiç bir sınıfın elinde olmayan olamayacak olan güç işçi sınıfında var, tarih defalarca gösterdi. Nerede ne kadar çaba varsa, gün yüzüne çıkmalıdır. Çabalar, sermayenin iktidarını hedeflemeli, emekçilerin örgütlü gücü için ortaya konulmalıdır.

İşçi sınıfının mücadelesi, ülkeyi yönetme hedefi ne kadar gelişir ve şekillenirse, çaresizlik belirsizlik ricacılık bezeli anlayış ortadan kalkacaktır.

Ülke çapında olmadık baskılarla, işçi sınıfının grev hakkını gasp ederek ayakta kalabileceğini sanan tek adam rejiminin bu ülkede toz zerresi kadar egemenliği kalmamalıdır.

*

Kamuya ait kaynakları mideye indirerek borcu borçla kapatmak isteyenler daha ne kadar rezillik üretebilirler? Ekonomik gidişatı gittikçe batırdıkları ortada, borcuna karşı borç bulmak dışında bir şey bilmiyorlar. Dünya çapında böyle bir borç bulunacak zamanlar geride kaldı. Borç alınma peşindeki ABD ekonomisinin büyüme oranı düştü, kendi içindeki mali teşvikleri kıstı.

Kaynak yaratamadıklarından emeğiyle ülkeyi ayakta tutanların kazancına, ücretine göz dikiyorlar. Tam bir akbaba taktiği ile emekçilere verilen asgari ücret zammından bir hafta sonra vergi kesintisini artırıyorlar.

Emekçiler bu sürece neden göz yumsun nasıl göz yumsun? Kararlı emekçiler yol almaya başladıkça, mücadele emek verenleri yetiştirecektir, işçi sınıfının maharetleri bir bir ortaya çıkacaktır.

*

Araştırmalar gösteriyor ki toplum kentte insanca yaşama sahip çıkıyor. Gençler “dindar nesil” olmaktan uzak duruyor. Kadınlar sürekli mücadele ediyor. AKP’nin istediği gerici anlayış dikiş tutmuyor. Kent yaşamını ayakta tutanlar referandumda güçlü hayır oranı tutum aldılar. Bugünün koşulları bu oranın artacağını habercisi olarak görülmelidir.

Geçinemeyenlerin biriken kini ülkeyi yönetmeye odaklanabilir. Geçinebilme hakkını savunmak dışında çıkarı olmayanlar, kaybetme korkusu olmayanlar, bıkmazlar yorulmazlar, siyasi hakimiyeti kazanma yoluna girince de “acaba” diye geriye dönüp bakmazlar. Sorunu, sorun yaşayan kendinden olanları, bırakıp kaçmak ne demek, bizzat birlikte üstüne yürürler.

Emekçilerin mücadelesine, sınıf mücadelesine sınırlı bakılmasına izin verilemez. Ekonomik gidişata el koyma hedefi, hakim sınıfların ellerini ovuşturarak bekledikleri lümpenlik tehlikesini de ortadan kaldıracaktır.

*

Farklı iş kollarında direnişler, grevler her zaman devam ediyor. İşçi sınıfı attıkları her adımda patronlarla karşı karşıya geliyor. Emeği ile geçinmek zorunda olanların mücadelesi, toplumsal mücadelelere benzemiyor, derhal elindeki imkan ve güçle, grevle-direnişle harekete geçiyor. Önümüzde sıcak ve imkanlı günler duruyor. Grev ve direnişlerdeki emekçiler, sendikalar tüm şehri ve ülkeyi yönetmeyi hedeflemelidirler. Şehirlerin asıl adayları; emek verenlerdir.

*

Sınıflar mücadelesinin tarihinde Tekel Direnişi’nin önemli bir yeri vardır. Devlet bürokrasisinin bağrına taş gibi oturmuştu. Ankara’nın merkezini 78 gün boyunca örgütlü bir şekilde tutmuştu. Ayazın ortasında, devlet saldırdığında ne yıldılar, ne usandılar, başka çare yoktu. Yaşadığı şehirleri evlerini ailelerini bir kenara koyup hükümete bayrak açtılar. AKP işçilerin siyasal hedefinden epeyce korktuğundan “ideolojik bunlar” diye saldırıyordu.

Esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı direnen Tekel işçilerinin direnişinden kültürel bir anı gibi anlatılmasına izin vermeyelim. Direnişten günümüze 2008 Krizi ile borç batağı, işsizlik, enflasyon önümüze dağ gibi yığıldı. Önü alınamıyor, sürekli ekonominin daha da kötüleşeceğinin haberleri geliyor.

Tekel işçilerinin hükümete olan öfkesi büyüyebilir, Ankara’yı tutanlar “ülke yönetiminin merkezini de tutuyorum” diyebilirdi. O zaman herkes kolları ona göre sıvardı. Ülke tablosu değişirdi.