Yerel seçimlerde adaylar ve ittifakların çizgileri kesinleşti. CHP ve İyi Parti belli düzeyde anlaşacak, CHP ve HDP’nin ortaklığı için ise resmi bir açıklama olmasa da yine sınırlı bir düzeyde, adaylar üzerinden işbirliğinin olacağı görünüyor.

İstanbul’da CHP ve HDP’nin, Ankara’da CHP ve İyi Parti’nin aynı adaylarda birleşmesi, bu illerin kazanılması için en doğru strateji olarak görülmektedir. CHP ve İyi Parti bu taktik üzerinden Ankara’da anlaştı. İstanbul’da da CHP’nin adayı belli oldu, HDP aday çıkarmayıp CHP’nin adayını destekleme kararı alacak mı belirsiz. Yine de büyükşehirlerde AKP’nin rant kanallarını hedef alan bir zafer, Bahçeli’nin dediği gibi “Cumhurbaşkanlığı rejiminin meşruiyetini sorgulatır.”

Yine de başkanlık rejiminin seçimleri olan 16 Nisan ve 24 Haziran’ın son halkası olan 31 Mart hala toplumda yeterli bir seçim havası ve heyecanı yaratmış değil.

Bunun en önemli sebebi, yerel seçimlerde herkesin tekrar tekrar vurguladığı gibi önemli bir yer tutan aday seçimleriyle ilgili seçmenlere bırakılan inisiyatifin sıfıra yaklaşmasıdır. İttifak olsun veya olmasın, yerel seçim heyecanı sadece parti kulislerinde ve yönetimlerinde yaşanıyor gibi gözükmektedir. Bu durumun nedeni ülkedeki anti-demokratik siyasi atmosferin, muhalefet partilerine de aynen yansımasıdır. AKP anti-demokratik, tek-merkezci, tek adama bağlı olarak eleştirilmektedir. Yine de muhalefetin de yerel seçim sürecini ne kadar katılımcı ve demokratik yürüttüğü şüphelidir.

Bu sorun temel anlamda toplumun örgütsel deneyimlerden, geleneklerden ve alışkanlıklardan uzaklaşması sorunudur. Bu nedenle partiler de seçmenlerini hiçe sayarak, herhangi bir toplumsal dinamiği göz önüne almadan hareket edebilmektedirler. Bu eleştirinin muhatabı da sadece CHP, HDP ve İyi Parti değildir. Bu genel problem muhalefet cephesindeki büyüklü küçüklü bütün örgütleri de etkiler. Bu durumun sonucunda aslında tek adam rejimine karşı mücadelede de çok önemli yere sahip yerel seçimlerde de inisiyatif, bilinmez ve görülmez karanlık oda hesaplarına kalır. Kimse bundan memnun değildir ama nasıl çözüleceği de meçhuldür.

Süreç olarak bu temel sorunun en net örnekleri Gezi Direnişi’nden sonra neredeyse tüm seçimlerde görülmüştür. 30 Mart seçimlerinde ‘Gezi sandığa sığmaz’ sloganı CHP ve HDP’nin gösterdikleri adaylarla bir kazanım olasılığını yok etmelerinin önünü açmıştır. Yine aynı sene CHP kendi tabanını dikkate almayıp Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermiş ve bir şansı daha çöpe atmıştır. 7 Haziran’da HDP’nin siyasi hamlesini bu sefer Birleşik Haziran Hareketi yakalayamamış ve bir fırsatı daha tepmiştir. Başarılı bir örnek olarak 16 Nisan referandumu genel anlamda muhalefetin birlikteliğini sağlamıştır, bu da zaten İstanbul’un kazanılması olarak kendini göstermiştir. Yine 24 Haziran’da oluşan büyük heyecan, seçim gecesi ortaya çıkan örgütlenme ve organizasyon hatalarıyla bir fiyaskoya dönüşmüştür. Bütün bunlar muhalefetin seçim karnesinin kötü notlarını ortaya koymaktadır.

Yine de 24 Haziran’la birlikte bu karne döneminin kapandığını düşünebiliriz. Siyasetsizliğin göstergesi olarak gündeme gelen seçimlerin önemsizleştirilmesi konusu tamamen kapanmıştır. Bu süreç, hatalı eğilimin taşıyıcısı olan temsilcilerin milletvekili olmalarıyla geri dönülmez şekilde doğal sonuçlarına varmıştır. Yine de seçimlerle, özellikle yerel seçimlerle ilgili olarak, sosyalist bir hareketi hedefsizliğe ve sonuçsuzluğa götüren bazı eğilimler hala korunmaktadır.

Olmayan Ayrım

Yerel seçimler politikacılar tarafından şu sözlerle tanımlanmaktadır: Hizmet götürme, yerelin inisiyatifi, yerel teşkilatlar/örgütler, birlikte yönetme, halkı dikkate alma vb… Bütün bu sözlerin ana kaynağı, yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı olarak topluma daha çok ulaşan ve onların isteklerine daha açık bir seçim türü olması gibi görünmektedir. Bu yerleşmiş düşüncenin gizlediği şey ise Türkiye’deki antidemokratik seçim sistemidir. Toplumun, halkın veya yerelin isteklerini yerine getirme, seçmenlerin vergileriyle onlara hizmet ulaştırma ve birlikte yönetme; yerel seçim gibi genel seçimlerin de parolaları olabilir. Ama ülkedeki demokratik olmayan ortam, genel seçimlerin zaten böyle olamayacağı varsayımını herkese kabul ettirmiştir. Halbuki milletvekili seçimleri de illere ve seçim bölgelerine göre ayrılır. Yine de vekillerin çok daha yüksek oranlarda parti merkezlerinden belirlenmesi genel/yerel ayrımını kuvvetlendirmektedir. Bu yapay ayrım nedeniyle seçim stratejileri, toplum sadece yerel seçimlerde dinlenecek ve örgütlenecek gibi bir yanlış fikir üzerine kurgulanmaktadır.

Bu yapay ayrımın bir sonucu da sosyalist hareketlerin genel meseleler üzerinden iddialarını kaybedip ‘yerele’ dönmeleridir. Halbuki sosyalist siyaset, zaten tarihsel amaç olarak en temeldeki meseleyi değiştirebilmeyi önüne koyar. Bunun için de iktidarı almak asgari görevdir. ‘Yereller’, buraların yönetilmesi ve buradaki siyaset, ancak temel hedefe doğru bir nüve yaratabiliyorsa, bir imkan sağlayabiliyorsa önemlidir. Merkezi burjuva yönetiminin yereller olarak parçalanması, sonra da bunların yerel seçimlerde tek tek kazanılması gibi bir strateji olamaz. Küçük parçalar (yani belediye başkanlıkları) birleşip merkezi yönetimin yerine geçemez. Bu hem örgütsel anlamda, hem de bu küçük parçaların merkezi iktidarın saldırı ve müdahalelerine açık olması bakımından böyledir. HDP’li belediyelere atanan kayyumlar aynen bunun örneğidir. HDP’nin yürüttüğü genel siyaset olmadan, kazanılan belediye başkanlıkları iktidarın sadece bir genelge ile değiştirebileceği makamlar olurlar. Ancak bu kazanımlar genel siyasetin içinde erirse, genel stratejinin bir parçası haline gelirse anlamlı hale gelirler.

Burada ‘iktidar nüvesi’ ve ‘sosyalizm nüvesi’ kavramlarını ayırmak gerekiyor. Belediye yönetimleri ve bunları kazanmak için yapılan mücadele başarılı olsa ve buralar sosyalistler tarafından yönetilse bile buralar tek başlarına ‘sosyalizm nüveleri’ olarak düşünülmemelidir. Sosyalizmin tek ülkede bile uygulanıp uygulanamayacağı şüpheliyken bunu bir belediyenin sınırları içerisinde mümkün görmek, yerel/genel ayrımının en saçma sonucudur. Yerel yönetimler sosyalizmin yaşandığı örnekler olarak değil merkezi yönetimin ‘iktidar nüveleri’ olarak düşünülmelidir. Ovacık Belediyesi ve Fatih Maçoğlu’nun başkanlığı bu farka örnek olabilir. Maçoğlu’nun başkanlığı, Ovacık ve çevre halkını örgütlemesi ve yönetime katılmalarını sağlama açısından önemlidir. Ancak kurulan kooperatifler, tarımsal üretime destek verilmesi gibi düzenlemeler sosyal demokrat belediyecilik anlayışının ötesinde değildir. Türkiye’de sosyal demokrasiyi CHP’li, rant kıskacından kurtulamamış belediyelerin temsil etmesi sosyalistleri de o boşluğu doldurmaya götürmektedir.

***

Devrimci siyaset, merkezi yönetim ve yerel yönetim diye, genel/yerel diye bir ayrım yapmaz. Ana amaç olarak iktidarı almayı belirlemiş bir örgüt için zaten her seçim kendi politikalarını topluma anlatma fırsatını daha çok bulduğu, alt sınıfları politikleştirme ve özneleştirme imkanını kazandığı bir süreçtir. Sosyalist belediyecilik anlayışı, sosyal demokrasinin zaten keskinleştirdiği birlikte yönetme, şeffaflık, hesap verilebilirlik kavramlarının ötesine geçmelidir. Yerel seçimlerdeki hedef, kazanılacak bölgeyi iyi yönetmekle ve orada yaşayan insanları memnun etmekle sınırlı kalamaz. Sosyalist hareketin gerçek başarısı; bu belediyeleri toplumu harekete geçirmek ve politikleştirmek için kullanabildiği zaman ortaya çıkar. İdari yönetim işini öğretebilmek, kadro oluşturmak, bu yerel yönetim organizasyonunun sadece dar yöneten sınıflar tarafından değil bütün toplum tarafından yapılabileceğini göstermek gerçek kazanımdır.