Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşının yıkımlarından dolayı ülkelerini terk etmek zorunda kalan halklar, başta Türkiye olmak üzere, batıya doğru göç ettikçe, Batıda giderek bir milliyetçilik dalgası yükseldi.
Güncel dünya siyasetinin karşımıza çıkardığı bu yabancı düşmanlığından dolayı, sosyalistlerin enternasyonalizmi iyi anlamaları ve enternasyonalizm fikrinin emekçi halklar arasında yayılmasını sağlamaları çok önemlidir.
Emperyalistler, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdi. Ortadoğu’yu kimin sömüreceğini belirleme savaşı sürerken başlayan ve dönemsel olarak azalan veya artan göç dalgasıyla, Ortadoğu halklarının milyonlarcası, birçoğu Türkiye’de olmak üzere, Avrupa’nın belli ülkelerinde mülteci olarak yaşamını sürdürmek zorunda kaldı. Savaşta yüzbinlerce insan katledildi, binlerce insan da zorlu göç yollarında hayatını kaybetti.
Emperyalistlerle stratejik ortaklık yapan AKP hükümetinin, kirli paylaşım savaşındaki görevinin, Ortadoğu’dan başlayacak göç dalgasını süspanse ederek Avrupa’ya yayılmasını engellemek olduğu, göç başlar başlamaz belli oldu, ki bunu Erdoğan bizzat kendisi para karşılığında kabul ettiğini söyledi. Kapitalist çıkarlar uğruna evlerinden edilen insanlarsa, AKP’nin elinde Avrupa’ya karşı sadece koz halini aldı.
Savaştan, ancak kaçarak hayatlarını kurtarabilmiş olanlar ise, sığınmak zorunda kaldıkları ülkelerde ya toplama kamplarını aratmayan çadır-kentlerde yaşamaya mecbur bırakıldı ya da birkaç kişinin yaşayabileceği evlere onlarcası sığışarak yaşamak zorunda kaldılar. Ayrıca, özellikle Türkiye’de “milli burjuvazimiz” tarafından ucuz işgücü olarak kullanıldılar.
EMPERYALİZME KARŞI ENTERNASYONALİZM
Kapitalizmin makus kaderi krizdir. Kapitalizmin krizi, sadece patronların ya da yöneticilerin yeteneksizliğinden kaynaklanmaz, bizzat sistemin yapısından kaynaklanır. Kapitalizmin krizlerinin derinleştiği her dönemde, dünya üzerinde bir avuç sömürücünün çıkarları da çatışmıştır. Kapitalizm her zaman sömürecek yeni yerler arar. Krizlerin ardından gelen dünya çapındaki iki büyük paylaşım savaşında da, sorun paylaşılarak giderilmiş gibi görünse de, birincisinde Sovyet devrimi, ikincisinde Hitler faşizmi patlak vermiştir. İçinde bulunduğumuz 3. bunalım döneminde ise –ki bu dönem kapitalizmin en uzun kriz dönemidir– emperyalistler bir dünya savaşını daha göze alamamaktadır. Bu, kapitalizmin zayıflığından kaynaklanmaktadır.
Emperyalistlerin dünya halkları üzerinde diledikleri gibi at koşturabilmelerinin temel sebebi, dünya işçi sınıfı hareketinin dağınıklığı, yani düzenleyici gücü olan bir enternasyonalin bulunmamasıdır.
“Bir savaş tehlikesine karşı, tehdit altında bulunan bütün ülkelerdeki işçi sınıfı için, işçi sınıfının parlamentolardaki temsilcileri için, bir eylem ve düzenleme gücü olan Uluslararası Sosyalist Büro’nun yardımıyla kendilerine en uygun görünen ve doğal olarak sınıf savaşımının keskinliği ve genel siyasal duruma göre değişen bütün araçlarla, savaşı önlemek için, ellerinden gelen bütün çabayı göstermek bir görevdir. Ama gene de savaş patlarsa, onu kısa zamanda durdurmak için aracılık etmek ve en geniş halk tabakalarını ayaklandırmak ve kapitalist egemenliğin düşüşünü hızlandırmak için, savaş tarafından yaratılan ekonomik ve siyasal bunalımdan var güçleriyle yararlanmak onların görevidir.” (V.İ.Lenin, Emperyalizm, sf.147)
Evet. Savaşı önleyemedik. Ancak, Sosyalist Enternasyonal Kongresi’nin bildirisinden yapılan bu alıntı, bize güncel görevlerimizi hatırlatmaktadır.
Sosyalistlerin görevi, bütün ülkelerin işçilerini birleştirmek, ezilen halkların çıkarlarını savunmak ve milliyetçiliğin her türlüsüne karşı çıkmaktır. Komünist Manifesto “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganıyla son bulur.
Lenin de “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” kitabında sosyalistlerin görevini şöyle ifade etmiştir:
“Kim proletaryaya hizmet etmek istiyorsa bütün ulusların işçilerini birleştirmeli ve “kendisinin” olsun, başkalarının olsun, milliyetçiliğe karşı kesin savaşıma girişmelidir… Bizim görevimiz, öteki ülkelerin işçileriyle sıkı bir ittifak kurarak, bizim demokratik ve işçi hareketimizin tarihinde de bulunan filizleri salt bir enternasyonalist ruh içinde geliştirerek burjuvazinin … ulusal kültürüne karşı savaşım vermektir.” (V.İ.Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, sf.22)
Sosyalistler, emekçi halkların düşmanlığına karşıdır. Emekçilerin ve ezilen halkların tek bir düşmanı vardır. Bu tek düşman; çıkarları uğruna halkları yok edebilecek kitle imha silahlarını kullanıp kullanmaması sadece kar-zarar ilişkisine dayalı olan, emekçiler üzerinden bütün zenginliklerini var eden ve ellerine geçen her fırsatta “milli” duyguları körükleyerek emekçi halkları birbirine düşman eden emperyalistlerdir.
***
Gündelik yaşamda, daha çok göç etmek zorunda bırakılan Suriyelilerin aşağılandığı ve ezildiği, yabancı düşmanlığı şeklinde karşımıza çıkan ve özünde milliyetçilik olan fikirler; sosyal demokratlar ve hatta kendisi de ezilen ve buna başkaldıran bir ulus olan Kürt halkı arasında dahi yaygınlık göstermektedir. İşçiler ise burjuvazinin çok daha fazla sömürdüğü Suriyelileri ülkedeki işsizliğin ve düşük ücretlerin sebebi olarak görmekte ve öfkelerini Suriyelilere yöneltmektedir. Avrupa’da ise bu durum “İslam karşıtlığı” şeklinde yayılmaktadır.
Dolayısıyla bu olguyu salt sağın –hele faşizm hiç değildir– yükselişi olarak ele alamayız. Çünkü böylesi bir açıklama sosyalistleri hem görevsizleştirir hem de yanlış hedefe yöneltir. Ayrıca, son dönemde oldukça moda olan bir yaklaşımı doğurur: “Dış mihraklar!”
Hayır. Sorun son derece içseldir. Yabancı düşmanlığının bu kadar yayılmış olmasının sebebi, burjuvazinin siyasetine boyun eğmiş, şovenizmin rahatlığıyla dingin sularda yol alan ve enternasyonalizme temelden -fakat sessizce- itiraz eden, sözüm ona komünist ama esasta küçük burjuva milliyetçisi hareketlerin ta kendisidir.
Sosyalist hareket içindeki küçük burjuva milliyetçilerini gerçek sosyalistlerden ayıran temel fark “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesini yok saymalarıdır. Ne var ki kitlelere kendilerini Marksist-Leninist olarak tanıtan bu akımların öncüleriyle Marks ve Lenin de daha önce tartışmıştır. Söylenmesi gerekeni Lenin, Marks’tan alıntıyla söylemiştir:
“Ulus sorununu bir fetiş haline getirecek son sınıf, işçi sınıfı olacaktır. Çünkü kapitalizmin gelişmesi, mutlaka bütün ulusları uyandırıp bağımsız bir yaşama yöneltmez. Ama yığınları kapsayan ulusal hareketler başladıktan sonra umursamamak ve bunlardaki ilerici olan şeyi desteklememek, sonuç olarak, “kendi ulusunu”, “örnek ulus” sayarak (ya da biz ekleyelim, kendi ulusunu devlet kurma ayrıcalığı tekeline sahip ulus sayarak) milliyetçi önyargılara kapılmak olur.” (V.İ.Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, sf.98)
Bu anlamda sosyalistlerinin, ezilen uluslarla kuracağı ilişki biçimi enternasyonalist ilkelerden bağımsız ele alınamaz. Sosyalistler, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını her koşulda tanır ve bir ulusun başka bir ulusa üstünlüğünü hiçbir şekilde kabul etmez.
“…dünya tarihinin yarını, emperyalizm tarafından ezilen ve uyanmakta olan halkların en sonu ayağa kalktığı ve kurtuluşları için kesin, uzun ve zorlu bir savaşıma başladığı gün olacaktır.” (V.İ.Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, sf.220)